“Yetenek yeter mi?”

Tottenham’ın forveti çocukken yaptıkları dört saatlik top sektirme antrenmanlarını anlatıyor, ailesine olan borcunu ödeme arzusunun neden bu kadar güçlü olduğunu açıklıyor ve şöyle diyor; “ Yeteneğin yettiğini düşünen birçok oyuncu görüyorum. Ama öyle değil.”

Son’un babası Son Woong-jung, Güney Kore’de iyi yerlere gelmeyi başarmış eski bir profesyonel futbolcu. Futbolu bıraktıktan sonra oğullarına koçluk yapmaya başlamış, onları en üst seviyeye getirmek için onlara rehberlik etmeyi kendine misyon edinmiş. Tabii kendisinin karşılaştığı tuzaklardan kaçınarak.

Bir keresinde, Son’un deyimiyle babasının “gözü dönmüş” ve onlara bir ceza vermiş. “Bize dört saatlik top sektirme antrenmanı yaptırdı,” diyor Son. “İkimize de. Yaklaşık üç saat sonra artık üç top görmeye başlamıştım. Zemin kırmızıydı ya da öyle görünüyordu çünkü gözlerim kan çanağı gibiydi. O kadar yorgundum ki. Ve babam o kadar kızgındı ki… Bence bu bizim en iyi hikayemiz, hala biraraya geldiğimizde bunu konuşuruz. Dört saat topu sektirmen gerekiyor. Hem de hiç yere düşürmeden. Zor bir şey, değil mi?”

Nasıl yani, bir dakika? Topu yere düşürmek yasak? Hem de dört saat boyunca? 10 yaşında bir çocuk? “Hayır,” diyor Son. Mümkün değil! Ama o gözlerini dikmiş delici bakışlarla bana bakıyor. “Hayır, bir kere bile,” diyor.

Son Heung-min bu antrenmanı sanki 10 yaşındaymışcasına anlatıyor, abisi Heung-yun’la ağız dalaşı yapıyormuş gibi. Yaşananlar aklında yer eden bir anıya dönüşmüş. Bu hikaye aslında birçok şeyi açıklıyor; Son’un doğal yeteneği de bunların arasında. “Yürümeye başladığım andan itibaren topa vuruyordum,” diyor. Burada diğer şeylerin arasından ön plana çıkan ve Son’un yükselişinin altyapısını oluşturup Asya’nın en ünlü oyuncusu olarak görüldüğü noktaya gelebilmesini sağlayan şey, babasının taleplerine yanıt vermeye istekliliği. Tabii bir de onun olağanüstü seviyedeki odaklanma kabiliyeti ile adanmışlığı.

Son, babasının ve top sektirme cezalarının olduğu başka bir hikaye daha anlatıyor: “10 ya da 12 yaşındayken babam okul takımına antrenörlük yapmaya geldi. 15- 20 kişiydik, antrenman yapıyorduk. Antrenmanımız topu yere düşürmeden 40 dakika sektirmekti. Hepimiz. Ama ben topu düşürür düşürmez herkesi baştan başlatıyordu. Tabii diğer çocuklar anladı; ‘çünkü ben onun oğluydum’. Ve evet, zordu. Ama şimdi dönüp düşününce doğrusu da buydu.”

Son’un babasını disiplinli ve amansız bir amir olarak sınıflandırmak çok cazip. Üstelik onun bu dürtüsünün baba-oğul arasındaki ilişkiyi etkileyip etkilemediğini de merak ediyorum. Ama salt böyle düşünmek hatalı olur. Çünkü Son’da babasına karşı saygı ve hayranlıktan başka bir duygu yok. “Disiplinli bir antrenör müydü?” diye soruyor kendine ve cevaplıyor. “Evet. Ürkütücü de.” Ama sesinin tonu yine sevecen. Kore toplumunda babanın sözü kanun gibidir. Son da buna riayet etmiş; bunu sahiplenip içselleştirmiş. “Babam her zaman benim neye ihtiyacım olduğunu düşünürdü. Benim için her şeyi yaptı ve o olmadan muhtemelen bugün olduğum yerde olamazdım. Çünkü futbolcu olarak yardıma ihtiyaç duyarsınız. İyi bir antrenörle karşılaşmak çok önemli ve sonra şans da var tabii. Benim için her şey bir araya gelmişti.”

Son için geçen yıl Dünya Kupası ile başlayan dikkat çekici bir dokuz ay yaşandı. Güney Kore, grubun son maçında Almanya’yı yenmesine rağmen İsveç ve Meksika karşısında alınan yenilgiler yüzünden grup aşamasında elenmişti. Meksika maçından sonra 26 yaşındaki oyuncu, Güney Kore başkanı Moon Jae-in soyunma odasını ziyaret ettiğinde kontrolü kaybetmiş ve hüngür hüngür ağlamıştı. Son, sezonun başında yaş haddini geçmesine rağmen wildcard oyuncusu olarak Güney Kore’nin 23 yaş altı takımı ile birlikte katıldığı Asya Oyunları’nı da kazanabilirdi – böylece 21 aylık askerlik görevinden de muaf olabilirdi – ama Ocak ayında Katar’a karşı Asya Kupası’nın çeyrek finallerinde beklenmedik şekilde kaybettiler.

Spurs’teki talihi Mauricio Pochettino onu kasım ortasında milli takım kampına göndermediğinde döndü. Pochettino, Son’un mental ve fiziksel olarak tükenmesinden endişeleniyordu. Sadece kulüp antrenmanlarına katılacaktı ve uzun seyahatlar yoktu. O tarihten sonra Son Spurs forması giydiği 23 maçta 14 gol attı, sezon genelinde 16 gole ulaştı. Performansı ligde ilk dört mücadelesinde de kilit rol oynadı, Tottenham’ın Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finallerine kalmasında da.

Opta’dan alınan bir istatistik Son’un bu sezon Premier Lig’deki şutlarının %19.3’ünde gol bulduğunu gösteriyor. Bu da onu bugüne dek herhangi bir rekabette olmadığı kadar klinik bir vaka haline getiriyor. İstatistikler Son’la yılın oyuncusu ödülleri muhabbetine girmemiz için bize de kapı aralıyor. “Kasım ortası benim için kesinlikle önemli bir dönemdi,” diyor Son. “Çok fazla seyahat ediyordum. Çok iyi hissetmiyordum. Kafamda birçok şey vardı. Meseleler çok net değildi. Patron bir tercih yaptı ve benim için mükemmel oldu; Spurs’te bazı zorlu antrenmanlar ve biraz da istirahat. Daha önce de söylediğim gibi, iyi bir antrenörle karşılaşmak için şansa ihtiyacınız var. Onun yönetiminde inanılmaz oranda gelişme kaydettim.”

Son’u Spurs taraftarının ve taraflı tarafsız birçok insanın gözünde yücelten şey onun saygılı kişiliği, enerjisi pozitifliği ve tabii ki o gülümsemesi. Onun yeteneğinde olup bu güvene sahip birinde böyle bir alçakgönüllülük görmek nadirdir. “Babam küçükken bana gole gidiyorsam olsam bile rakip düşmüş ve sakatlanmışsa topu bırakıp onu kontrol etmemi söylemişti. ‘Çünkü iyi bir futbolcu olsanız da diğer insanlara saygı duymayı bilmiyorsanız hiç kimsesiniz.’ Babam bunu hala söyler. Evet bunu yapmak bazen zor, ama hepimiz futbolculuktan önce insanız. Birbirimize saygı duymalıyız. Saha içinde, sahanın dışında… Niye farklı olsun ki?”

Son alışılagelmiş futbolcu tiplemesinden oldukça uzak biri. Hampstead’de üç odalı bir apartman dairesinde ailesiyle yaşıyor, takım Perşembe günleri izinli olmasına rağmen Tottenham’ın yeni stadının yakınındaki Vale okuluna bir ziyaretini bile iptal etmemiş.

Buraya 10 dakika erken gelmişti, ki bu bahsedilmeye değer, çünkü dünyaca ünlü futbol yıldızlarıyla asla böyle olmaz. Yolda giderken okulun müdür yardımcısına çocukların onu tanımalarını umduğunu söylüyordu. Bu yarım ağızla edilmiş bir laf değilse, ki hiç öyle gözükmüyor, komik olacak kadar kendini geri planda tutuyor demek. Halbuki Son pazarlanabilirliği ve yaptığı sporun sınırlarını aşan popülaritesi yüzünden sıklıkla Asya’nın David Beckham’ı olarak anılıyor. Güney Kore’de herhangi bir havaalanına indiğinde bir rock yıldızı gibi karşılanıyor. Ülkesinin sokaklarında insanların etrafını sarması korkusuyla rahat yürüyemiyor. Spurs’un şuan maçlara gelen yüzlerce Koreli taraftarı var; hatta çoğu günlerde antrenman tesislerinin dışında olan bir grup bile oluyor.

Son’un hırsı alev gibi yanıyor ve tek bir şeye odaklanma mefhumunu başka bir boyuta taşıyor. Babasının onun futbolu bırakmadan önce evlenmemesi gerektiğine dair sözleri hatırlatıldığında büyük bir kahkaha atıyor. Son, Koreli pop starlar bang Min-ah ve Yoo So-young ile çıkmıştı ama halen bekar.

“Babam böyle söylüyor ve ben de katılıyorum,” diyor Son. “Evlendiğinizde bir numaralı önceliğiniz aileniz olacak, eşiniz ve çocuklarınız, futbol sonra gelecek. En üst seviyede futbol oynarken bir numaranın futbol olabileceğinden emin olmak istiyorum. Bu seviyede ne kadar uzun süre oynayabileceğinizi bilemezsiniz. Futbolu bıraktığınızda, veya 33 ya da 34 yaşına geldiğinizde de önünüzde ailenizle geçirebileceğiniz uzun bir hayat var aslında.”

Son’a çoğu Avrupalı menajerin oyuncularının evlenmesini ve yerleşik hayata geçmelerini tercih ettiklerini hatırlatıyorum. “Evet çünkü sahanın dışında yapabilecek bir sürü şey var, içmek ya da buna benzer şeyler,” diyor. “Ama ben bu tarz şeyleri seven bir tip değilim.”

“En üst seviyede futbol oynayarak herkesi mutlu ettiğimden emin olmak istiyorum. Mesela, Wembley’de Spurs için oynarken kaç tane Kore bayrağı görüyorsunuz? Yapabildiğim sürece seviyemi mümkün olduğunca yukarıda tutmak istiyorum, ki onlara borcumu geri ödeyebileyim. Bu benim için çok önemli.”

“Kendimi ülkemin elçisi gibi hissediyor muyum? Kesinlikle, olmalıyım da zaten. Başka bir örnek veriyim; öğleden sonra 3’te oynadığımızda Kore’de gece yarısı olmuş oluyor. Akşam 8’de Şampiyonlar Ligi’nde oynadığımızda orada saat sabahın beşi ve onlar hala TV izliyorlar. Bunu karşılıksız bırakamam, çok büyük bir sorumluluk alıyorum.”

Son bu mevzuyu ailesine kadar genişletiyor. “Avrupa’da ve Asya’da farklı yaklaşımlar var, tabii ki, insanlar da düşünüyor: ‘Neden ailesiyle yaşıyor?’ Ama beni gerçekten düşünen kim? Futbol oynamama kim yardım ediyor? Onlar. Kendi hayatlarından vazgeçtiler ve buraya kadar bana yardımcı olmak için geldiler. Onlara borcumu ödemeliyim.”

“Onlara minnettarım ve şu an bunu gerçekleştirmemi sağlayan her bir fırsat için gerçekten büyük şükran duyuyorum. Profesyonel olmanın yetenekten daha fazlası olduğunu biliyorum. İdolüm Cristiano Ronaldo gibi; o da sahip olduğu yetenekten aslında çok daha fazla çalışıyor. Bu mentaliteye sahip olmayan, yeteneğin yettiğini düşünen birçok oyuncu görüyorum. Ama öyle değil.”

Son her zaman çok çalıştı. 18 yaşında Hamburg takımına girdiğinde bile babası Güney Kore’den ziyarete geldiğinde Son’a ekstra meşakkatli antrenmanlar yaptırıyordu. Harcanan emeğe değdiğini hissettiren birçok an var. Yakın zamandaki Asya Oyunları zaferi de bunlar arasında öne çıkanlardan biri. Birçok Güney Koreli için turnuva, turnuvayı kazanmaktan çok Son’un askerlikten kurtulması anlamı taşıyordu – ki bu da Son’un halk nezdinde sahip olduğu sevgiyi gösteriyor. Ama şaşırtıcı olmayan bir şekilde Son’un bunlarla hiç alakası yok, ve bunun yanı sıra, bu yaz ya da bir sonraki yaz Son dört haftalık temel askerlik eğitiminden geçecek.

“Büyük bir turnuvaydı – benimle alakalı değil- ve mevzu bu kadar büyük olduğundan kazandığım için çok mutluydum ve gururluydum; ülkem ve takım arkadaşlarımla gurur duyuyordum,” diyor Son. “Daha önce de söylediğim gibi, amacım askerlikten kurtulmak değildi. Amacım sadece bir futbolcu olarak mükemmel olmaktı. Hep de böyleydi. Bu da onun bir parçası.”

Bu yazı David Hytner tarafından yazılmış olup the Guardian’da yayımlanmıştır. Metnin orijinalini buradan okuyabilirsiniz.