Yeni nesil

FBL-EUR-YOUHTLEAGUE-PSG-MADRID

Futbolda bazen hanedanlıklara rastlarız. Aynı aileden birçok futbolcu çıktığına şahit olduğumuz gibi, oğlun babasının izinden gitmesi de görülmemiş şey değildir. Bu durumun nedenleri arasında genlerle aktarılan doğal yetenek, küçük yaştan itibaren çevrelerinde rol model oluşturabilecek ünlü futbolcuların olması, aktarılan tecrübeler, kaliteli futbol eğitiminin alınması veya futbol camiasındaki faydalı bağlantılar gösterilebilir.

Babalarının izinden giden futbolcuların yüzleşmeleri gereken en temel meydan okuma ise, kendi miraslarıdır. Kariyerlerinin hikayesi çoğu zaman soyadlarının gölgesinde mi kaldılar, yoksa ailenin futbol mirasına katkı yapabildiler mi sorusu üzerinden şekillenir. Bazıları formasının arkasında yazan ismin ekmeğini yiyerek ortalama bir kariyeri sürdürmeye razı olurken, bazıları soyadlarının gölgesinden sıyrılarak kendi yollarını çizmenin peşindedir. İkinci yolu seçenlerin işi diğerlerinden daha zordur. Hele de futbolun en büyüklerinin soyundan geliyorlarsa…

Babalarını hayranlıkla izlediğimiz, kendileri yeni yeni futbol sahnesine adım atan bir neslin bazı temsilcilerinden biraz bahsedelim istiyorum. Onların yeni yeni filizlenen kariyerleri, babalarının ünü nedeniyle şimdiden ilgi çekiyor.

Enzo Fernandez – Zidane’nın Oğlu

Zidane şu sıralar Real Madrid’in başında kazandığı kupalarla, “Futbolculuğundan daha da iyi bir teknik adam olabilir mi?” sorusu üzerinden adeta kendine meydan okuyor. Oğulları ise yine Real Madrid bünyesinde kariyerlerine yön vermeye çalışıyor. En büyük oğlu Enzo, artık A takımlar seviyesinde forma giyecek seviyeye geldi. Kendisine forma veren ilk ismin babası Zidane olması ise kaşların kalkmasına sebep oldu.

1

4 oğlunun da farklı kategorilerde de olsa babalarının yönettiği kulüpte oynuyor olmalarının, medyanın Zidane futbol hanedanlığına dair ilgisini pekiştirdiği ve insanların merakını uyandırdığı da bir gerçek. Mirasyedi mi oldukları yoksa sahip oldukları yeteneklerle mi bulundukları yeri hak ettikleri sorusu sık sık akılları kurcalıyor.

Aslında Enzo nihai kıyaslamadan olabildiğince kaçındığını belirtmek istercesine formasının arkasında Zidane değil, Enzo ismini taşıyor. Buna rağmen onun maçını anlatan herhangi bir spikerin bu detayı aktarmaması düşünülemez.  Zidane’nin ismi anıldığı an, izleyenlerin onda babasının yeteneğinin izlerini araması da neredeyse bir refleks oluveriyor. Adını “Prens” lakaplı Uruguaylı yıldız oyuncu Enzo Francescoli’den alması da genç oyuncunun pek işini kolaylaştırmıyor olmalı. Genç Enzo’yu izleyen futbol severlerin gözleri, ister istemez adaşının zarif top tekniğini de arıyor olabilir.

Enzo, 1995 Fransa doğumlu. 2006 yılında İspanyol pasaportu da almış ve davet aldığı takdirde her iki milli takımı da seçebilme hakkına sahip. Büyükbabası ve annesinin köklerinden dolayı Cezayir milli takımı da seçenekler arasında bulunuyor. 2004 yılından beri Real Madrid altyapı sistemi içerisinde yer alan Enzo, 2009 yılında İspanya U-15 milli takım formasını bir maç terlettikten sonra, Fransa futbol federasyonuna geçiş yapmış ve 2014 yılında 2 kez Fransa U-19 takımı adına sahaya çıkmış.

Enzo iki ayağını da kullanabilen bir oyuncu olarak orta sahada hücuma yönelik her pozisyonda forma giyebiliyor. İlk kez 2011 yılında, Mourinho döneminde A takımla antrenmanlara çıkan oyuncu, 2014’den beri Real Madrid’in alt takımı Castilla’da forma giyiyor. Ayrıca 2015 yılında beri takımın kaptanlarından biri. A takımla ilk maçına bir Kupa Del Rey mücadelesinin ikinci yarısında, babası tarafından oyuna sürülerek çıkan Enzo, attığı golle onu mahcup etmedi. Ancak 22 yaşına gelmesine rağmen kariyerinde yalnızca bir A takım maçı olması, artık kuşun yuvadan uçma vaktinin geldiğine işaret ediyor. Enzo futbol tarihinde kendi adıyla anılmak istiyorsa çok yakında babasının gölgesinden uzakta yolunu çizmeye başlamalı. Şunu da eklemek gerek ki, Zidane gibi nadide bir yeteneğin bir jenerasyon sonra tekrarlamasını beklemek de biraz acımasızca olur.

Mattheus Oliveira – Bebeto’nun Oğlu

Bebeto 1994 Dünya Kupası’nda Hollanda’ya attığı gol sonrası yaptığı sevinçle oğlunun dünyaya gelişini kutlamıştı. O çocuk büyüdü, babası gibi futbolcu oldu. Mattheus Oliveira artık Sporting Lizbon kulübünde forma giyecek ve umut vadeden bir isim olarak gösteriliyor. Flamengo altyapısı çıkışlı oyuncu, 2015 yılının başından beri Portekiz kulübü Estorilde sessiz sedasız kariyerini sürdürüyordu. Henüz sezon bitmeden Sporting Lizbon ile anlaşma sağlayarak gündeme gelen Oliveria, orta sahanın her yerinde forma giyebiliyor. 4 kez Brezilya U-20 milli takımı forması giyen genç oyuncunun, Estoril takımıyla çıktığı 60 maçta 6 gol 12 asisti bulunuyor. Sporting Lizbon gibi oyuncuların gelişimlerini tamamlayıp, daha büyük kulüplere geçiş için basamak olabilen bir takımda yapacaklarıyla kariyerini ilerletebilir. Babası gibi milli bir efsaneye dönüşmesini beklemek için ise ortada henüz yeterince ibare yok. Ancak Sporting’de geçireceği iki üç yıl içerisinde kariyerini çok başka bir seviyeye taşıyabilir.

2

Küçük bir dipnot olarak; Bebeto’yla birlikte kundak sevincine ortak olan Mazinho’nun oğullarının da babalarının yolunu takip ederek futbolcu olduğunu ve çoktan kendilerini üst seviyede kanıtladıklarını belirtmek isterim. Thiago Alcantara Barcelona ve Bayern Munih’de kendi yolunu çizerken; kardeşi Rafael Alcantara (Rafinha) da Barcelona forması giyiyor. Bu ikilinin kuzenleri de 2015 yılında Benfica’dan Valencia’ya transfer olan Rodrigo’dan başkası değil.

Ianis Hagi – Hagi’nin Oğlu

Hagi sahibi olduğu Viitorul ile bu sezon Romanya şampiyonluğuna uzandı. Oğlu Ianis ise İtalya’da yeteneklerini geliştirmekle meşgul. 1998 İstanbul doğumlu olan Ianis, İtalya macerası öncesi babasının kanatlarının altında futbol oynuyordu. Babasının takımı Viitorul’dan Fiorentina’ya transfer olan genç oyuncu, geçtiğimiz yılı daha çok alt takımlarında oynayarak geçirdi. Ligde sadece 2 maçta toplam 48 dakika forma bulabilen Ianis de babası gibi hücuma yönelik bir orta saha oyuncusu. Modern futbolun gereği olarak kanatlarda da görev alabiliyor. Tekniği yüksek ve potansiyel vadeden bir isim olarak gösteriliyor. 2015 yılında Romanya’da Yılın Genç Oyuncusu seçildiğini de ekleyelim.

Babası Hagi de oğlu hakkında övgü dolu sözler sarf ediyor. Oğlunun kendisinden daha yetenekli olduğunu iddia eden efsane isim, onun bir gün Romanya milli takımına kaptanı olacağından oldukça emin görünüyor.  Zaten Viitorul yıllarında henüz daha reşit olmadan onu A takım kaptanı olarak sahaya sürerek alışılmadık bir karara imza atmıştı. Hem Viitorul hem de Ianis’in, Hagi’nin yeni futbol projeleri olduğu söylenebilir. Hagi de yıllardır oğluna her gün Cruyff’un videolarını izlettiğini ve futbolunu geliştirmek için özel olarak çalıştıklarını ifade ediyor.

 

 

 

39 maçta Viitorul formasını giyen Ianis, bu süreçte 4 gol 2 asistlik bir performans göstermişti. Bu performansı ona şimdilik Romanya 21 Yaş Altı formasını getirse de, Fiorentina veya gelişimini sürdürmesi için kiralık gönderileceği bir kulüpte düzenli forma giymesi halinde milli formaya yakın olduğu söylenebilir. Dost, ahbap, menajer ilişkileriyle sık sık gündeme gelen Romanya futbolunda, babasının da oğlunu milli takıma aldırmak için kulis yapması olası. Zaten Ianis’in Fiorentina transferinde de Romanya futbolunun bir diğer önemli ismi Adrian Mutu’nun adı geçmişti.

Ünal Aysal döneminde Galatasaray’ın da gündemine geldiği konuşulan genç Hagi’nin Türkiye pasaportu da bulunuyor. Gerek babasının ülkemizdeki itibarı ve bağlantıları, gerekse vatandaşlık durumu dolayısıyla kariyerinin bir döneminde yolunun Türkiye’ye düşmesi ihtimali bulunuyor. Ne de olsa babasının Galatasaray’ın başında olduğu dönem Türkiye’de yaşamışlığı ve Galatasaray’ın antrenman sahalarının tozunu yutmuşluğu da var. Geleceğin ne getireceğini kim bilebilir?

Giovanni Simeone – Diego Simeone’nin Oğlu

Giovanni, babası Diego’nun Atletico Madrid’de oynadığı 1995 yılında dünyaya geldi. Babasının kariyerini takip ederek genç yaşlarında İtalya’da bulunduktan sonra İspanya’ya geri döndü. 2008 yılında ülkesi Arjantin’de yaşamaya başladı ve babasının takımın başına geçtiği River Plate’in altyapısına katıldı. 2013 yılında A takıma yükselen Giovanni, potansiyelli bir golcü olarak kendini göstermeye başladı. 2015-2016 sezonunu Banfield’da kiralık olarak geçirdi ve bu süreçte çıktığı 29 maçta attığı 12 golle dikkatleri üzerine çekti. 2016 Rio Olimpiyatları’nda Arjantin kadrosunda yer alarak şimdiden 3 kez milli formayı giydi bile. 20 yaş altı seviyesinde milli takım karnesi ise oldukça etkileyici. 12 maçta 10 golü bulunan Giovanni, Arjantin’in 2015 Güney Amerika 20 Yaş Altı Şampiyonası’nda kupaya uzanmasını sağlayan isimlerin başındaydı. Ayrıca turnuvanın en çok gol atan ismi olmuştu.

Arjantin’in yeni nesil futbolcularının en yeteneklileri arasında gösterilen Giovanni için somut adımı atan Genoa oldu. Böylece bir zamanlar babasının da futbolculuk kariyerinde yolunun düştüğü İtalya’ya geçiş yaptı. Ailesinin kökleri itibariyle de çok uzak olmadığı bu ülkenin futboluna çabuk alışan Giovanni, geçtiğimiz sezonu 36 maçta 13 gol 2 asistlik bir performansla takımın en skoreri olarak tamamladı. Juventus karşısında 3-1 galip geldikleri maçta yaptığı duble ise onu manşetlere taşımıştı. Maçtan sonra babasının 16 yıl önce Juventus’a attığı gol hatırlatılarak kendisini onunla kıyaslaması istendiğinde cevabı net oldu: “Ben sadece Giovanni’yim, sürekli futbolunu geliştirmek isteyen bir adam.”

3

Yine de oyun tarzıyla ilgili olarak saha içerisindeki hırsı ve enerjisiyle biraz babasını andırdığını söyleyebiliriz. Babasının Atletico’daki hücum oyuncularına aşıladığı çalışkanlığın izlerini onda da görebilmek mümkün. Hatta oyununu geliştirmesi için babasının Falcao’yu örnek gösterdiğini de açıklamıştı. Hızı, topsuz koşuları ve fiziği onu İtalyan futboluna uygun bir golcü haline getiriyor. Tekniği ve bitiriciliği de son derece makul seviyede. Ancak bir üst seviyeye çıkması için gelişmesi gerektiği de eklemek gerekiyor.

Avrupa futbolundaki ilk yılında geçer not alan genç Simeone, şimdiden İtalya’nın büyük kulüplerinin radarına girdi bile. Konu İtalya’da transfer olunca Juventus isminin gündeme gelmesi neredeyse kaçınılmaz oluyor. Giovanni’nin hem milli takımda hem de Juventus’da Higuain’in veliahdı olabilmesi ihtimalinden bahsedilebilir. Arjantin ve Juventus formaları altında kurulacak bir Dybala-Giovanni ortaklığının dünya futboluna kazandıracakları ise heyecan uyandırıyor.

Justin Kluivert – Patrick Kluivert’in Oğlu

Uefa Kupası Finali’nin bitimiyle üzüntü yaşayan Ajaxlıları teselli etmeye gittiğinde Justin Kluivert’ın yanına sokulup “Bir yıl daha ve birlikte tarih yazacağız.” demişti Mourinho. Sadece bu cümle bile aslında Justin Kluivert’dan beklentilerin ne derece yüksek olduğunu gözler önüne seriyor. Ajax bir futbolcu fabrikası ve bu yıl gencecik kadrolarıyla Avrupa’nın en büyük ikinci kupasında finali gördüler. Justin de tıpkı babası gibi Ajax tedrisatından geçmiş bir yetenek. Hatta ikilinin yolları 2016 yılında Ajax’ın altyapısında kesişmişti. Patrick Kluivert, oğlunun da formasını giydiği 19 yaş altı takımının başına getirilmiş ancak çok geçmeden Psg’den gelen futbol direktörlüğü teklifi nedeniyle görevinden ayrılmıştı.

Manchester United's Portuguese manager J

Her iki kanatta da forma giyebilen Justin, Ajax ile ilk resmi maçına 15 Ocak 2017 tarihinde çıktı. İlk golünü attığında ise takvimler 19 Mart tarihini gösteriyordu ve babasının son kariyer golünün üzerinden tam 10 yıl 1 gün geçmişti. Baba oğul arasında hayali bir tür devir teslim töreni yaşandığı söylenebilir. Profesyonel futbola adım attığı sezonu, genellikle sonradan oyuna dahil edilen bir oyuncu olarak, ligde 14 maçta 2 gol 4 asist ve Uefa Kupası’nda 6 maçta 1 asistle tamamladı. 90 dakikanın tümünde sahada kaldığı ligin son iki hafta maçlarındaki performansı ise 1 gol 3 asist oldu. Daha fazlası için hazır olduğunu teknik ekibe göstermek ister gibiydi.

Justin, dünyaca ünlü bir futbolcunun oğlu olmak konusunda kendini rahat hissettiğini belirtiyor. Bir röportajında “Soyadımı taşımaktan gurur duyuyorum” demiş ve eklemişti: “Amacım onu daha da ünlü yapmak ve şu an bunu yapıyorum zaten.” Aynı zamanda formasında taşıdığı ismin fazlasıyla ilgi çektiğinin ve kendisinden beklentileri arttırdığının da bilincinde. Yine de futbol oynarken bu baskıyı hissetmediğini düşünüyor. Hatta 2. kez ehliyeti sınavına girmesi gerektiğinde bile daha çok gerildiğini söylüyor. Aynı röportajın devamında Justin, kendi oyun stilini babasınınkiyle kıyaslıyor. Kendisinin daha küçük, daha hızlı ve hareketli olduğunu, oynadığı pozisyonla da bağlantılı olarak sahada daha az bencil davrandığını vurguluyor. Onun için asist yapmak da en az gol atmak kadar kıymetli ve takım oyuncusu olmayı önemsiyor.

Milli takımın tüm alt yaş kategorilerinde forma giyen Justin, şimdilik 19 yaş altı takımının oyuncusu. Ancak bir değişim süreci içine giren Hollanda’da Sneijder ve Robben gibi efsanelerden bayrağı teslim alacak gençler arasında gösteriliyor. 1999 doğumlu oyuncunun önünde henüz uzun bir yol olsa da Ajax’da daha fazla forma giyerek parlayacağı bir sezonun ardından transfer piyasasının gözdelerinden olacağına inanmamız için yeterince nedenimiz var. Şimdiden Mourinho’yu etkilemiş olması bile yeterince umut vadediyor.

Federico Di Francesco – Eusebio Di Francesco’nun Oğlu.

Eusebio, 90’lı yıllarda İtalya’da oynayan bir orta saha oyuncusuydu. Onu 1997 ve 2001 arasındaki Roma yıllarından hatırlayanlar olacaktır. Kariyerini noktaladıktan sonra alt liglerden başlayarak teknik direktörlük macerasına atıldı. Sassuolo ile kendini kanıtladı. İtalya’ya yeni ayak basan eski Sevilla sportif direktörü Monchi’nin gelecek sezonda Roma’yı yönetmesi için ilk tercihi oldu.

5

Oğlu Federico da babası gibi futbolcu oldu. 2010 yılında babasının teknik direktörü olduğu Pescara’nın genç takımındaydı. Babası takımdan ayrıldıktan sonra 2013 yılında ilk profesyonel maçına çıktı. Daha sonra yolu Parma’ya düşen Federico, İtalya’nın karman çorman alt liglerinde oradan oraya sürüklendi. Parma’nın iflasının ardından serbest kalan genç oyuncuya, babasının ilk teknik direktörlük macerasını yaşadığı Virtus Lanciano takımı bir şans verdi. Bu şansı iyi değerlendiren Federico, 36 maçta 8 gol 5 asistlik performansıyla Serie A takımlarının dikkatini çekti. Yeni adresi Bologna oldu. Sezonu lig ve kupada çıktığı toplam 27 maçta 5 gol 4 asistle tamamlayan kanat oyuncusu için bu seviyede kalıcı olmak ve kendini geliştirmek artık mümkün görünüyor. 2016 yılı itibariyle İtalya 21 yaş altı takımının da bir parçası olan Federico, 6 maçta 3 golle kendini gösterdi.

Babası Eusebio, çalışkan yapısıyla hatırlanan bir isimdi. Orta sahanın merkezinde veya kanatlarda forma giydiğinde bitmeyen enerjisi, dayanıklılığı, çok yönlülüğü ve liderlik özellikleri ön plana çıkıyordu. Oğlu Federico ise daha hücumcu bir yapıya sahip.  Her iki kanatta da forma giyebiliyor ancak daha çok sağ kanadı tercih ettiği söylenebilir. Kısa, hızlı ve çevik bir yapısı var. İtalya milli takımının gelecek planlamasındaki rolü, önümüzdeki 1-2 yıl içerisinde büyük ölçüde belli olacaktır.

Federico Chiesa – Enrico Chiesa’nın Oğlu

Enrico Chiesa 90’lı yıllardan 2000’lerin başlarına kadar ülkesi İtalya’da top koşturan bir futbolcuydu. Milli takıma kadar yükselip 1996 Avrupa Şampiyonası ve 1998 Dünya Kupası kadrolarında yer almayı başaran Enrico, özellikle Parma’dan Fiorentina’ya transferi ile ses getirmişti. Oğlu Federico da kariyerine Fiorentina’da yön veriyor. Babası gibi bir santrafor değil ancak modern futbolun gereği olarak hücumun neredeyse her bölgesinde görev alabilecek yetenek setine sahip;  teknik, hızlı ve çalışkan.

6

1997 doğumlu genç oyuncu bu sezon Fiorentina formasını 34 kez giydi ve 4 gol 3 asistlik katkı verdi. Genellikle sağ kanatta izlediğimiz Federico, bu formuyla İtalya milli takımının da kapısını aralamayı başardı. İlk milli maçına geçtiğimiz günlerde San Marino ile oynanan dostluk maçında çıktı ve 62 dakika sahada kalarak ilk gol pasını da verdi. Yükselişini sürdürürse babasının kariyerini gölgede bırakabilir. Federico için şimdiki hedef, gelişimini sürdürüp 2018 Dünya Kupası kadrosunda yer alabilmek olacaktır. İtalya güçlü bir jenerasyon oluşturuyor ve Chiesa da bu projeye kendine yer edinecekmiş gibi duruyor.

Jonathan Klinsmann – Jurgen Klinsmann’ın Oğlu

Jurgen gibi bir golcünün oğlu olan Jonathan, futbol sahasında babasından oldukça ayrı düşmüş. O bir kaleci ve şimdilerde eğitimini sürdürdüğü Berkeley Üniversitesi’nin futbol takımında kariyerini sürdürüyor. Avrupa’daki futbol kültürünün aksine, Amerika’da bir üniversite takımında oynamak size alt yaş kategorilerinde milli formayı getirebiliyor.

7

Jonathan da Amerika 20 Yaş Altı takımının kalesini koruyor. 2017 CONCACAF 20 Yaş Altı Şampiyonası’nda altın eldiven ödülünü kazanan genç file bekçisi, turnuvanın ardından 20 Yaş Altı Dünya Kupası’na hazırlanmak için babasının eski takımı Stuttgart ve ardından Premier Lig ekibi Everton ile kampa girdi. Milli takım kampında son hazırlıklarını tamamlayan genç kaleci, U-20 Dünya Kupası’nda kaleye geçti. Uzatmalara giden Çeyrek Final maçında Venezuela’ya yenilen ABD evinin yolunu tutsa da bu yıl yer aldığı iki turnuvanın Jonathan’a büyük tecrübe olduğu kesin. Jonathan, Tim Howard’ın izinden gidip geleceğin A milli takım kalecisi olması beklenen bir isim. Howard da 1999 U-20 Dünya Kupası’nda kaleyi korumuş. Ardından 2006, 2010 ve 2014 Dünya Kupaları’nda boy göstermişti. Jonathan Klinsmann’ın Amerika kıtasının futbol sistemi içerisinde neler yapacağı veya rotasını Avrupa’ya mı çevireceği ise merak konusu.