Pencereden dışarı baktı ve onu izleyen biri olduğunu fark etti. Gecenin bir yarısıydı ve David Manchester’daki evinde yalnızdı. Aslında derin bir uykuya dalmıştı ama dışarıdan gelen ve köpeklerini havlama krizine sokan gürültü onu uyandırdı.
Adam evin karşısında dikiliyordu; kollarını bağlamış, kıpırtısız ve ifadesiz. Beckham da gözlerini adama dikti, ama adam istifini bozmadı. Dakikalarca… Nihayetinde “Ne istiyorsun?” diye bağırdı pencereden Beckham. Cevap yoktu, adam gözlerini dikmiş öylece bakmayı sürdürüyordu.
1998 yılında bu zamanlar Beckham İngiltere topraklarında en nefret edilen adamdı. Artık evinde bile güvende hissedemiyordu.
O tarihte 23 yaşında olan Beckham, birkaç hafta önce Dünya Kupası’ndan elendikleri Arjantin yenilgisinin tek müsebbibi olarak görülüyordu. Arjantin’li oyuncular maçtan sonra formalarını havada fırıl fırıl döndürüp kutlamalar eşliğinde takım otobüsleriyle stattan ayrılırken Beckham Geoffroy-Guichard Stadyumu’nun dışındaki otoparkta kendini kaybetmiş şekilde babasının kollarında hüngür hüngür ağlıyordu. Arjantin’i Dünya Kupası’nda Hollanda çeyrek finali bekliyordu. Beckham’ı ise hayatının en zor 12 ayı. David Beckham, İngiltere tarihinde hiçbir İngiliz oyuncunun karşılaşmadığı büyüklükte bir nefret kampanyasına maruz kalacaktı.
Nihayetinde, şimdi geriye dönük baktığımızda da gördüğümüz üzere, bu onun kendini tanımlamasını sağlayacak bir tecrübe oldu. O bir sene içerisinde kendisini ülkenin en hakir görülen adamından üç kupa sahibi bir kazanana dönüştürecekti…
Arjantin’le çıkılacak son 16 maçından bir gün önce, Beckham takım otobüsünün tuvaletinde neşe içinde hoplayıp zıplıyordu. Saint-Etienne yolunda nişanlısı Victoria’yla telefonda konuşmak için tuvalete girmişti. Victoria’nın bir müjdesi vardı; hamileydi! Bir çocukları olacaktı. Dünya Kupası’ndaki zorlu başlangıçtan sonra Beckham için taşlar yerine oturmaya başlamış gibi görünüyordu.
Manchester United’lı orta saha oyuncusu turnuvaya İngiltere’nin esas çocuğu olarak gidiyordu. Adidas onun yüzünü Dover’daki Beyaz Kayalıklara yansıtmış ve altına şöyle yazmıştı: “İngiltere Sizden Umutlu”. Beckham’ın kulübünde ve milli takımda gösterdiği performans, üstüne bir Baharat Kız’la nişanlanmış olması onu bir megastara dönüştürmüştü. Beckham bile olan biteni anlamaya çabalıyordu. “Geçen gün Victoria’nın evindeydim, postacı bir şey teslim etmek için kapıyı çaldı,” diyordu Beckham, 98 Dünya Kupası’ndan kısa bir süre önce FourFourTwo’ya verdiği röportajda. “Kapıya baktım ve adamın ağzı bir karış açık kaldı. ‘Hadi be! Sabahın köründe bir efsane göreceğime asla inanmazdım,” dedi. Bu adam normal değil, ben efsane falan değilim. Tüm bunları yaşadığıma hala inanamıyorum,” diyordu David.
Beckham Dünya Kupası’nda bir hafta önce Victoria’yla birlikte Elton John’ın French Riviera’daki evinde tatil yaparken daha da çok dikkat çekti ve Jean-Paul Gaultier tasarımı pareo-eteğe benzer bir kıyafetle (sarong) dışarı çıkınca daha da.
İngiltere’nin patronu Glenn Hoddle yıldız oyuncusunu çevreleyen medya sirkini gittikçe daha da umursamaz görünüyordu. Beckham eleme maçlarının tümünde forma giyen tek oyuncuydu ve fakat Hoddle Dünya Kupası’nın açılış maçında Tunus karşısında kadrosunu açıkladığında bombayı patlatıyordu. Beckham kadroda yoktu. “Turnuvaya odaklandığını düşünmüyorum,” demişti şaşkına dönmüş Beckham’a. “Böyle bir şeyi nasıl düşünebilirsin?” diye çıkışmıştı Beckham ona, şöhretin onu futbolculuk sorumluluklarından alıkoymadığında ısrarcıydı. Değişen bir şey olmadı. Üstelik Beckham maç önü basın toplantısına kendisinin katılacağını öğrendiğinde aklı daha da karıştı.
Maç kadrosu henüz basına açıklanmamıştı. “Herkes onun mutlu olmadığını görebiliyordu,” diye hatırlıyor Stuart Mathieson. Mathieson, Manchester United muhabiri olarak Manchester Evening News adına turnuvayı takip etmek için Dünya Kupası’na gelmişti. “Onu çok iyi tanıyordum. 1995’te ilk sezon öncesi kampımdaydım ve David oradaydı. O zaman onun hakkında pek bir şey bilmiyordum. Sadece takım otelinde bir sabah kahvaltıda yanına oturduğum yakışıklı bir delikanlıydı. Bir sonraki sezon küçük bir ödül almak için Manchester’daki Midland Hoteli’ndeydi. Tuvalete gittim anda bir dakika sonra yanımda dikilmiş ‘Ne demem gerekiyor Stuart?’ diyordu. Ben de ‘Yani sadece sana yardımcı olan herkese teşekkür et, onun gibi bir şeyler işte,’ dedim… Şimdi onun yaptığı konuşmalara, dahil olduğu şirketlere, reklam kampanyalarına bakıyorum da o günden bugüne geldiği nokta gerçekten dikkat çekici.”
“Fransa’daki o basın toplantısında onunla otururken David’in kendini çok iyi idare ettiğini düşündüm, ama Alex Ferguson’ın Beckham’ın medya önünde böyle bir durumda bırakıldığını öğrendiğinde çok rahatsız olacağını biliyordum.” Birkaç gün sonra Kırmızı Şeytanlar’ın patronu, ulusal bir gazetede yazdığı köşe yazısıyla İngiliz meslektaşını kınıyordu…
Beckham Romanya karşısında da yedek kulübesindeydi ama Kolombiya karşısında maça ilk onbirde başladı ve attığı frikik golüyle ülkesinin olası bir erken elenme riskini engelledi. Medyanın Beckham’ın kadroda olması yönündeki ısrarı sonrasında Beckham yeniden takımdaydı ve kahraman olarak övgülere boğuluyordu.
Ama Saint-Etienne’deki Arjantin maçında her şey değişti. Adidas’ın maç önü reklamında Beckham’ın resminin yanında “Bu akşamdan sonra İngiltere-Arjantin maçı bir oyuncunun ayağıyla ne yaptığıyla anılacak,” diyordu Diego Maradona’nın 1986’daki Tanrı’nın Eli’ne gönderme yaparak.
Adidas’ın bu maç önü reklam kampanyasındaki kehaneti doğru çıktı, ama beklenenden çok daha farklı bir biçimde… Üzücü ama Adidas haklı çıktı. Maçın ikinci yarısına iki dakika kala Diego Simeone’nin arkadan yaptığı müdahale sonrasında Beckham’ın sağ ayağıyla Simeone’ye yaptığı fevri hareket kırmızı kart görmesine ve devamında da İngiltere tarihinin utanç müzesinde yerini almasına sebep oldu.
“Sahada ne olacağını bilemem, kontrol edemem. 12 yaşımdan beri böyle oynuyorum ben,” demişti Beckham turnuvadan önce FFT’ye, Hoddle ve diğerlerinin onu uyardığı fevri hareketlerini değerlendirirken. Fakat bu kez daha henüz ağır adımlarla soyunma odasına giderken büyük bir pişmanlık hissediyordu. Maçı Baharat Kızlar’ın dünya turnesinde bir New York barında izleyen Victoria’yı arayarak teselli arıyordu. İngiltere penaltılarla dünya kupasının dışında kalırken Beckham da tünelin çıkışında duruyordu; o sırada sahada olsa İngiltere’nin ilk penaltıcılarından biri olacaktı.
Takım arkadaşlarının çoğu soyunma odasına geldiğinde Beckham’ı tuhaf bir sessizlikle karşıladı. Manchester United’dan takım arkadaşları Gary Neville ve Paul Scholes birkaç kısa teselli cümlesi kurdular. Sonra Tony Adams elini omzuna koydu. “Burada ne olduysa oldu, sen müthiş bir oyuncusun,” dedi Adams ona. “Bundan sonra daha güçlü olabilirsin.”
Olmalıydı da. İngiltere’nin elenmesinin ardından basın toplantısı odasında zehirli bir hava vardı. “İçeride ‘gidip şunu mahvedelim’ hissiyatını odanın herbir köşesinde hissedebiliyordun,” diye hatırlıyor Mathieson. “Bu turnuvalarda bulunmak önemlidir, gazetecilik özgeçmişinde İngiltere’nin Dünya Kupası finali olsun istersin. İnsanlar kendilerinden geçmişti. İngiliz gazetecilerin çoğu Beckham’ın turnuvayı mahvettiğini düşünüyordu. Manchester Evening News muhabiri olarak daha dengeli şeyler yazıyordum, bunun oyundan atılmak olduğunu düşünmüyordum. Ama sanırım başka bir yerde çalışıyor olsam ben de diğerleri gibi düşünürdüm. Çünkü bir günah keçisi aramaya yatkınız ve Beckham oradaydı.”
“Sonrasında röportaj alanında onun gelişini beklediğimi hatırlıyorum. Gary Neville kısa bir açıklama yapmıştı ve David’in konuşmak için durmayacağını düşündüğünü söylemişti. Nihayet David oradan geçti fakat durmadı, ki anlaşılabilir bir durum. Gözleri kızarmıştı ve içerde ağladığı her halinden belli oluyordu.”
Gazete manşetleri de onun daha iyi hissetmesini sağlamadı. Piers Morgan’ın Daily Mirror gazetesinin “10 kahraman aslan, bir aptal çocuk” manşetinden de durumu anlayabiliyorsunuz. İki gün sonra, tam sayfa ‘David Beckham dart tahtası’ bastılar; hedefte Beckham vardı ve etrafı sevilmeyen diğer insanlarla donatılmıştı; Arjantin’in Falklands Savaşı’ndaki lideri, hakem Kim Milton Nielsen… ve Jeremy Beadle.
Beckham, takımın Fransa’dan İngiliz topraklarına dönüşünden bir saati biraz aşkın bir süre sonra Victoria ile New York’ta buluşmak için Concorde ile uçacaktı. O bir saat bile Beckham’ın neyle karşı karşıya olduğuna dair fikir veriyordu; Heathrow Havaalanı’nda basın tarafından takip ediliyordu. “Ülkeni yüzüstü bırakmak nasıl bir duygu?” diye soruyordu bir muhabir. “Ne yaptığının farkında mısın?” Beckham yürümeyi sürdürüyordu.
Amerika’ya vardığında da paparazziler onu karşılamak için oradaydı. “Burası New York, burada böyle olmamalıydı diye düşündüm,” diye yazıyordu Beckham daha sonra otobiyografisinde. O güne kadar Beckham rahatça Birleşik Devletler’e gidip gelebiliyordu. Artık mümkün değildi.
Akabinde 11 günü Baharat Kızlar’ın Kuzey Amerika turnesinde onların turne otobüsünde Baharat Kızları’ı takip ederek geçirdiği için David doğruca Victoria’nın konser için hazırlandığı Madison Square Garden’a gitti. Oraya varalı henüz birkaç dakika olmuştu ki Popun Kraliçesi Madonna ile tanıştı. Becks için hayat hiç de sıkıcı değildi. Ama o da eve döndüğünde büyük bir nefret dalgasının onu beklediğinin farkındaydı.
Londra’nın güney doğusunda Pleasant Pheasant isimli mekanın müdavimleri turnuva için cansız manken bir maskot almışlardı. Gerçek insan boyutlarındaki maskotun altına Beckham’ınki gibi pareo-eteğe benzer bir kıyafet (sarong) giydirilmiş, üstüne ise sırtında ‘Beckham 7’ yazan bir İngiltere forması geçirilmişti… Başlangıçta Manchester United yıldızına bir saygı gösterisiydi, ama Arjantin maçının ardından işler terse döndü. Mekanın müdavimleri güya bir şaka olarak maskotu işletmenin dışındaki inşaat iskelesinde boynundan asıp sarkıtmaya karar verdi. Mekan sahibi şöyle diyordu; “Müşterilerim Britanya’daki herkesin hislerine tercüman oluyor.”
Kukla polis tarafından süratle kaldırıldı, ama bu kukla maskot olayı o yazın resmini açıkça ortaya koyuyor. Bu yaşananlar medya tarafından kışkırtılan ve gittikçe kontrol dışına çıkan olayların sembolüydü. Öyle ki muhabirler, gazeteciler Beckham’ın ailesinin evinin önüne kamp kurmuştu, hatta oturup çay kahve içebilmek için kaldırıma masa sandalye atmışlardı. Beckham Temmuz ortasında Heathrow’a geri döndüğünde yarım düzine polis onu korumak için kapıda bekliyordu. Victoria’nın turnesi devam ederken polis, Beckham’ın ailesini Greater Manchester’daki evde birlikte kalmaları için yüreklendiriyordu. Böylece Beckham evde yalnız olmayacaktı. Şüphelerinde haklı çıktılar: Beckham’a postayla mermiler gönderildi ve Beckham birçok ölüm tehdidi aldı.
Birkaç hafta sonra ailesi Londra’ya geri döndüğünde işte o yabancı evin dışında sessizce Beckham’ı dikizliyordu. Beckham polisi çağırdı, ama onlar gelene kadar adam ortadan kaybolmuştu.
Arjantin maçının ertesi sabah Beckham’ın telefonu çaldı, arayan Alex Ferguson’dı. “Endişelenme evlat,” diyordu ona, “Sen Manchester United oyuncususun. Arkandayız.”
Birçok insan İngiltere’nin Beckham’ı korumak için yeterince şey yapmadığına inanıyordu. Gary Neville federasyonu “lastik sandal yönetimleri için eleştiriyordu; senin üstünü çiziyorlar ve kendi işlerine bakıyorlar,” Beckham da daha sonra yaptığı açıklamada Hoddle’ın maç sonrası röportajlarında Arjantin mağlubiyetini onun üstüne yıkan açıklamalarının ülkedeki taşkınlığı beslediğini iddia ediyordu. Günler geçerken Hoddle oyuncusunu korumak için güçlü hamlelerde bulundu; hatta danışmanlık almaya ihtiyacı olduğunu belirtiyordu, inanç şifası olarak bilinen Eileen Drerwery’den alması daha iyi olurdu. Ama Beckham için artık olan olmuştu.
Manchester United’daysa işler farklı seyrediyordu; buradaki insanlar Beckham’a yapılanlara çok sinirlenmişti. Neville “Medya şaka gibiydi,” diye şikayet ediyordu. Ferguson da mutlu değildi. “Adam öldürse ya da vatana ihanet etse adı ancak bu kadar lekelenirdi,” diyordu sonraları. Beckham Premier Lig’den ayrılmak zorunda bırakılacağı ve İspanya’ya ya da İtalya’ya gitmek zorunda kalacağından korkmaya başlamışken kulüp Beckham’ın etrafında kenetleniyordu.
O dönemki United kadrosunun parçalarından biri olan defans oyuncusu Henning Berg “Hepimiz onu destekledik,” diyor Beckham’ın sezon öncesi United’ın antrenman tesisi The Cliff’e geri dönüşünü hatırlarken. “Herkes David’in bir insan olarak nasıl biri olduğunu biliyordu, o yüzden onun yanında normal davranmak ve ona yardımcı olmak çok kolaydı. Dünya Kupası’ndan önce de takım içinde çok seviliyordu ve sonra da böyle devam etti. O da diğerleriyle hiç konuşmayan büyük süper starlar gibi olsa işler farklı olabilirdi, ama o asla öyle biri olmadı. Ünlü olduğunda bile her zaman bizden biriydi, çok çalışıp elinden gelenin en iyisini yapıyordu.”
Birmingham karşısında sezon öncesi ilk hazırlık maçında United taraftarı Beckham’ın adına marşlar söylüyordu. Dünya Kupası’nı takip eden süreçte Beckham’a fazladan izin verilmiş ve Beckham Kırmızı Şeytanlar’ın formasıyla Dünya Kupası’ndan sonraki ilk maçına Norveç’te Valerenga karşısında çıkmıştı. Orada yaşayan United taraftarı onu bir kahraman gibi karşılamıştı. 1998-99 Premier Lig sezonunun açılış haftasındaysa Beckham dramatik bir son dakika golü ile Leicester karşısında bir puanı kurtarırken Old Trafford’da taraftarlar yeri göğü inletiyordu.
Stuart Mathieson “United taraftarı arasında her zaman büyük bir anti-İngiltere hissi olmuştur,” diye açıklıyor. “Onlar her zaman ülkeden önce kulüplerini destekler – bazen İngiltere’nin yıllardır onlara kötü davrandığına inanırlardı ve bu süreç meseleyi başka bir noktaya taşıdı. Taraftar iyice İngiltere karşıtı, Beckham yanlısı oldu. İnsanlar gerçekten Beckham’ın arkasındaydı.”
United onu medyanın spot ışıklarından da korudu. “Fergie çok korumacıydı, insanların onunla konuşmasına izin vermezdi,” diye hatırlıyor Mathieson. “O sezon ilerleyen haftalarda Beckham çıkıp konuşmaya başladı ama başlangıçta tam bir telsiz sessizliği vardı. Yaşananlar hakkında onunla konuşabildiğimi hatırlamıyorum. Her sabah Fergie’yi arardım ve onun da bu konu hakkında çok bir şey dediğini hatırlamıyorum. Sanırım bunun hakkında ne kadar az konuşulursa o kadar iyi olacağını düşünüyordu.”
United yine de Beckham’ı rakip taraftarların hışmından korumayı başaramadı. Wembley’deki August Charity Shield maçı esnasına Arsenal taraftarı üzerinde “Beckscum” yazılı bir pankart açtılar… United’in o sezon ilk deplasman maçıysa Upton Park’ta West Ham karşısındaydı. Maç fanzinlerinden birinin arka kapağında şu mesaj yer alıyordu “Affedilmezsin”.
West Ham’ın kötü namlı taraftar grubu Inter City Firm’in hedefi haline gelmemek için takım otobüsünü takip eden silahlı korumaların ona eşlik etmesi gerekmişti. “İnsanlar beni otoparkta bekliyordu; yüzlerce insan, öfkeleri yüzlerine yansımış,” diyordu Beckham daha sonra.
Protestolar 0-0’lık beraberlik süresince devam etti, top Beckham’a her geldiğinde Beckham yuhalanıyordu. Ev sahibi ekibin taraftarları hep birlikte “Beckham’dan nefret ediyoruz” ve “Ülkeni yüzüstü bıraktın” diye bağırıp marşlar söylüyordu. “Hala beni korkutan şu fotoğraf evde duruyor,” diyor Beckham. “Ben korner kullanmaya giderken kalabalıktaki insanların yüzlerindeki ifadeyi görebilirsiniz. ‘Sen bize Dünya Kupası’na mal olmuş boktan bir oyuncusun.’ değil bu bakış. Bunun çok ötesinde bir şeydi, ‘Elimizde olsa seni gebertirdik Beckham!’ der gibiydi.
Çekiçler’in orta saha oyuncusu Steve Lomas’ın da sahada Beckham’a sempati gösterdiğini söyleyemeyiz. Lomas sert bir müdahaleyle Beckham’ı yere serip sonra da başında durup ona bağırmaya başlamıştı. “Rakip takım onu tahrik etmeyi denedi,” diyor Berg Four Four Two’ya. “Medya bir şeyi büyük bir olay haline getirdiğinde taraflar da bundan etkileniyor ve rakipler de onu sahada yıldırmayı ve kendini kaybedecek noktaya getirmeyi deniyor. Ama David‘in aklı başındaydı. O maç futbolunu konuşturdu.”
United ikinci maçına çıkarken Beckham tacizlere yanıt vermiyordu. “O maçta Beckham hiç ürküp çekinmedi – her zaman olduğu gibi topu istiyordu,” diyor Mathieson. “Verdiği reaksiyon büyük bir cesaret göstergesiydi. Medya o maçı gerçekten çok abartmıştı ama o maçtan çıkarken şunu düşündüğümü hatırlıyorum: ‘O kadar da kötü olmadı.’ Beckham’ın başına gelip gelebilecek en kötüsü eğer buysa zorlanmadan bu sürecin üstesinden gelmeyi başaracaktır,’ diye düşündüm.”
Başardı da. Beckham kariyerinin en görkemli sezonlarından birini geçirdi. Kasım ayında Blackburn orta sahası Tim Sherwood’un oyundan atılmasına sebep olan kavgaya dahil olduktan sonra bir kez daha fırtınanın ortasında kalmış olmasına rağmen üstelik. Gazetelerin manşetinde “Beckham hala eskisi kadar fevri!” yazıyordu, Sherwood’un Old Trafford’da gerilimi artıran hareketlerini her nasılsa görmezden gelerek.
Beckham’ın olağanüstü performansı United’ı tarihi üçleme için tüm kulvarlarda yarışa sokmaya başlıyordu. Barcelona ile 3-3 biten maçta attığı alametifarikası frikik onlara büyük ihtimalle Şampiyonlar Ligi tarihinin en zorlu grubu olan ve Bayern Münih’in de yer aldığı gruptan çıkmalarında yardımcı oluyordu. Çeyrek finallerdeki rakipleri mi? Inter Milan ve Diego Simone.
Tüm gözler maç öncesindeki el sıkışma seremonisindeydi ki ortalık buz kesiyordu. Paul Scholes ve Jaap Stam bir olmuş Simeone’ye dik dik bakıyordu. Nihayetinde iki asist ve alınan 2-0’lık bir galibiyet geldi. Beckham övgüleri topluyordu – üstelik maç sonunda Simeone ile formaları değişmek için yanına da gitmişti.
Becks için mutlu geçen birkaç gündü: 24 saat içinde Londra’da ilk çocuğunun doğumunu görecekti. Bahisçiler bebeğin bir gün İngiltere Arjantin maçında oyundan atılacağı üzerinde 1’e 10.000 veren bahisler açıyordu.
Haftalar gelip geçtikçe üçleme rüyasına yaklaşıyorlardı. FA Cup yarı finalinde Arsenal’e karşı alınan galibiyet daha çok Ryan Giggs’in bireysel çabasıyla hatırlanır ama 25 metreden attığı golle United’ı öne geçiren golü atan Beckham’dı. 90 dakika sonunda yıldız orta saha, Villa Park stadından zafer sarhoşu taraftarların omuzlarında çıkıyordu. Saint-Etienne artık dünyalar kadar uzakta kalmıştı.
Şampiyonlar Ligi’nde yarı finalin ikinci maçında Juventus’a karşı alınan 2-0’lık galibiyette eşitliği bozup finali getiren Roy Keane’in golünde adrese teslim korneri kullanan da Beckham’dı. Premier Lig’in son maçında United’ın Arsenal’i şampiyonluğun dışına itmesi için Tottenham’ı evde yenmesi gerekiyordu ve maçı United’a çeviren Les Ferdinand’ın Düşler Tiyatrosu’nu sessizliğe boğan golünden sonra eşitliği bozan golü atan yine Beckham’dı.
Şampiyonlar Ligi finaline dört gün kala Fergie Becks’e FA Cup finali için dinlenmek isteyip istemediğini sormuştu. “İmkanı yok patron,” demişti Beckham ona. Nihayetinde United, Newcastle’ı 2-0 mağlup ediyordu.
“O sezon Beckham’ın çok büyük etkisi vardı,” diye hatırlıyor Berg. “İnsanlara kimsenin onu futbol oynamaktan ya da olabileceğinin en iyisi olmaktan alıkoyamayacağını kanıtlamak istiyordu.” Beckham Şampiyonlar Ligi finalinde Bayern Münih karşısında maça merkez orta sahada başlıyordu, cezalı Keane ve Scholes’un yokluğunda sağ kanattan merkeze kaydırılmıştı. Ferguson o akşam sonrasında onu ‘sahadaki en etkili orta saha oyuncusu’ olarak adlandıracaktı.
Ve onun iki usta işi köşe vuruşu tarihin akışını değiştirdi… Golden sonra kameralar Solksjaer’in meşhur dizleri üstünde kayma sevincine odaklanmışken Beckham halen korner direğinin oradaydı ve yerinde duramayan bir çocuk gibi zıplıyordu. Son düdükle birlikte kollarını neşe içinde büsbütün açmış Camp Nou çimlerini boydan boya koşuyordu.
Şampiyonlar Ligi’nde 1998-99 sezonunda 8 gol asisti yapan Beckham UEFA’nın Yılın Futbolcusu ödülüne layık bulundu. Birkaç ay sonra hem FIFA Dünyada Yılın En İyi Oyuncusu hem de Ballon d’Or oylamalarında Rivaldo’nun ardından resmi olarak gezegenin en iyi ikinci oyuncusu olarak seçildi.
“Eğer o sene Manchester United’da Beckham olmasaydı, United kazandıklarının yanına bile yaklaşamazdı,” diyerek bir gerçeği gözler önüne seriyor Mathieson. “Beckham olmazsa olmaz parçaydı.”
“Arjantin karşısında olanlar onun azmini güçlendirdi. Karakteri Saint-Etienne’deki o anda inşa edildi.”
Barcelona’da son düdüğün ardından takriben bir saat sonra Bekcham Avrupa Kupası’nı Camp Nou’dan çıkardı ve otoparka getirdi. Orada babasını gördü. 11 ay önce Saint-Etienne’de olduğu gibi. Kupayı yere bıraktı ve sarıldılar… İkisinin de aklında 11 ay önceki Arjantin maçının ertesi akşam vardı, her şeyin nasıl değiştiğini düşünüyorlardı.
Dünya Kupası’ndaki o kırmızı kart David Beckham’ı mahvedebilirdi. Ama aksine onu daha iyisine, mükemmelliğe teşvik etti.
Yunanistan karşısındaki unutulmaz frikiği sayesinde yakın zamanda tekrar İngiltere kaptanı ve ulusal kahraman olacaktı. Ama onu gerçekten tanımlayan 1998-99 sezonuydu.
“O sezon hem kabusu hem de rüyayı aynı anda yaşadım,” diyecekti sonra. “Sonunda rüya kazandı.”
Bu yazının orijinali Chris Flanagan tarafından Four Four Two UK için yazılmıştır. Çeviri metninin orijinalini Four Four Two UK-2018 Ağustos sayısında okuyabilirsiniz.