Endüstrinin her alanında yakalanan “başarı”, markanın pozitif olarak algılanmasına, tercih edilmesine ve pozitif anlamda konuşulmasına olanak sağlar.
Günümüzde, tüm dünyada yıllık olarak 700 Milyar USD ortalamasındaki bütçesi ile dünyanın en önemli 10 endüstrisinden biri haline gelen spor dünyasında da, sporcuların saha içerisinde gösterdikleri “başarı” onların saha dışında da görünürlüklerini arttırırken, isimleri daha fazla konuşulmaya başlanıp, markalar tarafından daha fazla talep görmeye başlıyorlar. İşte bu sürecin doğru yönetimi sporcuya marka değeri anlamında ayrıcalıklar sağlıyor.
Peki bir sporcu marka yönetimine neden ihtiyaç duyar? Bu soruya dört başlık altında cevap verilebilir.
- Strateji belirlemek
- İletişimi yönetebilmek
- Sponsorluk ve işbirliği süreçlerini kontrol edebilmek
- Kendisine her alanda destek olup, yol gösterecek kişiyi bulabilmek
Tek tek bu başlıklara baktığımızda strateji belirlemek bir anlamda sporcunun şimdiki zamanda var olan marka algısını yönetmek ve aynı zamanda geleceğini çizmektir. Burada sporcunun kim olduğunu anlamak ve oyun hayatı bittikten sonra kim olmak istediğini bilmek en önemli yol göstericidir. İletişimi yönetebilmek dediğimizde ise aklımıza ilk olarak bugün sosyal medya geliyor. 7 gün, 24 saat yaşayan bir alanda sporcunun hem interaktif hem de bir o kadar kontrollü olması gerekir. Doğru ama gerçekçi bir iletişim dili kurmak, sosyal medya özelinde sporcunun markasına uygun kampanyalar tasarlamak günümüzün vazgeçilmezleri arasındadır. Tabii, başarılı ve konuşulan bir sporcu talep edilen bir markadır. Bu talebi de diğer markalar, sponsorluk ya da işbirliği ile iletişim kampanyalarında kullanmak isterler. Marka yönetimi burada kazan kazan stratejisine dayalı olarak sporcunun ve işbirliğine giren markanın en maksimum verimi bu çalışmalardan alabilmesi için doğru yönetimi sporcu adına yapar. Bu üç başlıktan farklı olarak marka yönetimi bir yol göstericiliktir. Özellikle performansa dayalı bir iş yapan sporcular duygusal ve düşünsel açıdan ani yükselişler ya da düşüşler yaşayabilirler. Burada marka yönetimi bir çözüm aracı görevini üstlenir. Bazen koç olur, bazen dost olur, bazense düşman olur ve sporcunun markasına rehberlik yaparak, markanın yaşanan süreçten etkilenmesini engeller.
2018 yılı sonunda Forbes tarafından açıklanan verilere baktığımızda, bugün marka değerleri kapsamında yaptıkları sponsorluk ve reklam sözleşmeleri ile dünyanın en çok kazanan 3 sporcusu arasında 65 Milyon USD ile Roger Federer ilk sırada gelirken, onu 52 Milyon USD ile LeBron James, 47 Milyon USD ile Cristiano Ronaldo takip ediyor. Tenis, basketbol ve futbol gibi farklı 3 branş içerisinde yer alan bu sporcuların markalaşmaları sayesinde sağladıkları yıllık gelir, günümüzde birçok büyük işletmenin yıllık bazda kazançlarının bile çok ve çok üstünde yer alıyor. Tabii ki sahada tam performans göstermeye çalışan bu sporcular, aktif spor hayatları ve sonrasında da ekonomik ve iletişim anlamında aynı kuvvetli etkiyi yaratmak ve devam ettirmek için uzun yıllardır marka yönetim ekipleri ile çalışmaya devam ediyorlar.
LeBron James denince aklımıza tabii ki yetenek, başarılarla dolu bir spor hayatı ve kazandığı birçok ödül geliyordur ama saha dışına çıktığında bu büyük adam, markasını 3 farklı isme emanet ediyor. Maverick Carter ( fotoğrafta yer alan kişi ), Randy Mims ve Rich Paul isimleri, bu büyük adamın arkasına saklanmış ama onu basketboldan sonraki hayata hazırlayan ekibi oluşturuyorlar. LeBron James bugün bir sporcu ama yarın bir iş adamı olmaya hazırlanıyor. Bugün sahada gösterdiği başarıyı, yarın iş yaşantısında da gösterebilmesi için bu ekip onun adına şimdiden oluşabilecek işbirliklerini, karşılarına çıkabilecek uzun dönemli fırsatları değerlendiriyor ve LeBron’un markasını buna bağlı olarak yönetiyorlar.
Roger Federer, kortların ekselansı uzun yıllar NIKE markası ile sahada yer aldı. 37 yaşına geldiğinde ise yıllardan beri devam eden sözleşmesini bir kenara koyup, Japon markası olan UNIQLO ile 10 yıllık bir sözleşmeye imza attı. Bu 10 yıl ekonomik anlamda 300 Milyon USD’ye denk geliyor ama maddi getiri kadar, 37 yaşına gelmiş bir sporcunun 10 yıl daha yeni bir marka ile anlaşması, markasının globalleşmesi için bir Uzakdoğu markası ile işbirliğine gitmesi ve Federer isminin Amerika ve Avrupa kadar Uzakdoğu ülkelerinde de konuşturmaya başlaması ve kariyerin son dönemlerinde kendisine yeni bir pazar yaratması, bence doğru marka yönetimlerinden biridir. Bu bir gelecek yönetimi ve kariyer planlaması hamlesidir.
Portekiz Yönetim ve Pazarlama Enstitüsü Başkanı Daniel Sa, bundan iki yıl önce yaptığı bir açıklamada, Portekiz’in dünyada tanınan en büyük ürün ve markasının Ronaldo olduğunu belirtmişti. CR7 markasının oluşumu, tekstilden turizme kadar uzanan bir yelpazede iş dünyasına girişi spor hayatı sonrasında da, kendisinin gündemde kalıp özellikle sporcu markalaşması konusunda dünyanın en önemli örneklerinden biri olmaya devam etmesini sağlayacak.
Branş ve kazanılan miktarlar farketmeksizin, sporcuların toplumda rolü her geçen gün büyüyor. Milyonlara hitap etmek ya da binlerce takipçisi olan bir sporcunun hedefi öncelikle her zaman aynı; Sahada Başarılı Olmak…Başarıya odaklı yaşarken, her sporcunun hitap ettiği bir kitle mevcut. Bu kitleye ulaşmak için sporcunun kendi kendine markasını yönetmesi hem zor, hem de zaman bulamayacağı bir süreçtir. Artık yalnızca sporcu olmak, spor endüstrisinin kabul ettiği bir süreç değildir. Spor endüstrisi artık çok yönlü sporcular aramaktadır. Sahada başarılı olurken, sosyal medyasını doğru yöneten, spor ekonomisinin büyümesi için doğru marka işbirlikleri sağlayan, aktif sporculuk sonrası marka kuvvetini yaptığı spora yansıtabilen sporcular günümüzün doğru modelleridir. Bundan dolayı profesyonel sporcular doğru marka yöneticileri ile kariyer ve marka yönetimlerini gerçekleştirmelidir.
Konuk yazar: Burak Yeşilcan