Parmalat skandalı yaşanmadan önce bir zamanların düşük bütçeli takımı Parma, heyecan verici bir yükseliş yaşadı. Ve bu yükseliş bir adamın vizyonu ile başladı.
Bu yazı, The Guardian’dan Nicky Bandini’nin hazırlamış olduğu ve Parma’nın doksanlı yıllardaki çıkışını konu alan çalışmanın çevirisidir.
Herkes bu göz kamaştıran hikâyenin nasıl sona erdiğini biliyor. Parma, 1990 yılından 2004 yılına kadar İtalya’nın en rekabetçi takımlarından biri olarak anılıyordu. Geçen 14 sezonun tamamında Avrupa Kupalarına katılma hakkı kazanan Parma, bu aralıkta 4 kez Avrupa Kupası finaline kalarak da bu hikâyeyi taçlandırdı. Sonrasında kulübün ana sponsoru olan Parmalat, şimdiye dek bilinen en şaşırtıcı finansal dolandırıcılık skandalına imza atarak Parma’nın çöküşünü hazırladı.
Parma’nın bir anda unutulmaya niyeti yoktu. Kulüp teknik olarak batmıştı ancak adını değiştirerek varlığını sürdürmeye devam etti. Fakat kulübün borçları ve sözleşmeler aynen devam ediyordu. Dibe vuran Parma F.C’nin yerini alan Parma Calcio, en dipten yapılanarak selefinin yerini aldı ve yıllar sonra yeniden Serie A’ya yükselmeyi başardı.
Parma son Avrupa kupasını kazanmasının akabinde düşüşü başladı. Artık Icarus’un kanatlarındaki balmumu erimeye başlamıştı. Takip eden 10 yıl içerisinde rekabetçi bir takım olmayı başaramamışlardı. Son kez Avrupa kupalarına katılmaları bile Calciopoli skandalı nedeniyle Juventus, Fiorentina ve Lazio’nun almış olduğu cezalar neticesinde olmuştu. 2015 yılına gelindiğinde ise Parma iflas etti. Bu sefer Serie D’den başlamak zorunda kalacaklardı.
Yükselişi kadar düşüşü de hızlı olan Parma sansasyonel bir hikâye yazdı. Ancak bu hikayenin en az anlatılan kısmı, hikayenin başladığı yer. Bu hikaye aslında Parmalat’la değil, 1976 yılında kulübün başkalığını üstlenen Ernesto Ceresini adında bir adamla başladı.
O başkalığa geldiği dönemde Parma, İtalyan futbolunun üçüncü ligi olarak kabul edilen Serie C’de mücadele ediyordu. Kulüp tarihinde Serie B’ye dahi çıkamamışlardı. Daha çok beyzbol, voleybol ve bisiklet gibi sporlara ilgi duyan bir kasabanın takımı olan Parma’dan da daha fazlası beklenmiyordu zaten.
Parasını inşaat sektöründen kazanan yerel bir iş adamı olan Ceresini için Parma’yı özellikle eşinin vefatının ardından kafasını dağıtacak bir meşgale olarak satın aldığı bile söylenmektedir. Ancak 1985 yılında teknik direktörlük görevine Arrigo Sacchi’yi getirmesi kulübün dönüm noktası olacaktır. Eski bir ayakkabı satıcısı olan Arrigo, antrenörlük kariyerine Rimimi’yi Serie C’den Serie B’ye terfi ettirerek başlamıştı. Bunu gören Ceresini onu takımın başına getirmişti. Takımın başında başarılı sonuçlar alan Sacchi Parma’nın yükselişini başlatmıştı. Sacchi henüz ikinci yılında Coppa İtalia’da Milan’ı iki kez yenerek kendini büyük takımlara da göstermeye başladı.
Parma’nın bu yükselişi sonunda Sacchi, Milan’ın yolunu tutmuştu. İşte tam olarak bu noktada Parmalat işin içine dahil oldu. Parmalat önce kulübün ana sponsoru oldu sonrasında ise başkan Ceresini’den kulübün azınlık hissesini satın aldı. Şirket, olağan üstü bir başarı öyküsü olarak görülüyordu. Sadece 20 yıl içerisinde yerel bir süt işletmesinden küresel bir gıda markasına dönüşmüştü.
Parma kulübü de benzer bir yükseliş trendine girmek üzereydi. Sacchi sonrası Zdenek Zeman ve Gianpiero Vitali beklenen başarıyı gösteremedi. 1989 yılında Ceresini, Parma’yı vaat edilen topraklara taşıyacak adam olara tanımladığı Nevio Scala’yı teknik direktörlük görevine getirdi. Ceresini’nin bir rüyası vardı. O da Parma’yı Serie A’da görmekti.
Scala ilk sezonunda Parma’yı Serie A’ya taşıyamamıştı. O sezon dördüncü Cremonese’ye penaltılar ile kaybederek üst lige çıkma şansını kaybetti. Ancak Ceresini için bu yeterli değildi. Ani bir şekilde 1990 yılının şubat ayında kalp krizi geçirerek hayata veda eden Ceresini, kulübünün zirve yıllarını göremeyecekti.
O süreçte Parma büyük bir çöküntü yaşadı. O senenin ilk beş maçından yalnızca bir puan almışlardı ve Scala, onu göreve getiren kulüp sahibinin ölümünün ardından kulüpteki görev süresini bitirip bitiremeyeceği konusunda endişe duyuyordu. Gazeta di Parma ile yaptığı röportajda Scala, ‘Soyun odasında Fulvio (Ceresini’nin oğlu) ile devam etmek isteyip istemediğimi sorduğu bir toplantı hatırlıyorum. O şimdi başkandı ve kulüp hakkında endişeleri olursa beni rahatlıkla kovabilirdi. Ama o kovmak yerine düşündü. Babasıyla konuştuğumuz şeyleri hatırladı ve sözleşmemi uzattı. Bu durum o zamanın bütün sorunlarına rağmen önemli bir gelişme olduğunu anlayan oyuncular üzerinde olumlu bir etki bırakmıştı.’
Parma o sezon, sondan bir önceki hafta ezeli rakibi olan Reggiana’yı yenerek tarihinde ilk kez Serie A’ya yükseldi. O zaman bile önlerinde ne olduğunu hayal bile edemezlerdi. O yaz kulüpte önemli gelişmeler yaşandı. Fulvio Ceresini kulüpteki hissesinin çoğunluğunu ana sponsor olan Palmalat’a sattı. Parmalat ilk icraat olarak ise o yaz düzenlenen dünya kupasında gösterdikleri performansla dikkat çeken üç ismi transfer ettiler. Bunlar Brezilyalı kaleci Taffarel, Belçikalı savunma oyuncusu Georges Grün ve Tomas Brolin isimli genç bir İsveçliydi.
Parma Serie A’daki ilk sezonun belli bir antrenman tesisine bile sahip değildi. Oyuncular her sabah kulübün stadı olan Ennio Tardini’ye gelir ve otobüse binmeden önce stadyumun soyunma odalarında üstlerini değiştirirlerdi. Nitekim kulübün antrenman tesisleri de yoktu. Oyuncular bazen başka kulübün tesislerinde bazen kasabada bulunan arazi yamalarında bazense komşu kasabalarda çalışmalarını yapıyorlardı.
Belki de bu durum onların başarısında belirleyici bir faktördü. Bölgenin savcısı olan Luigi Apolloni: ‘Orada doğmuş halk parkının ortasında büyüyen bir ekipti. Bütün bir şehir arkasında yer aldı.’ Dedi.
Genç Brolin’in görevi belliydi. Scala’nın 3-5-1-1 sisteminde orta saha ve hücum hattını birbirine bağlayan oyuncu olacaktı. Brolin ilk sezonunda 7 gol attı ama enerjisi ve neşesiyle takıma daha fazlasını da veriyordu. Parma ön alanda oynuyordu ve o takımla birlikte duyulmaya başlanan kanat beki kavramı Serie A futbolunu da değiştirmeye başlıyordu.
İlk kez Serie A’ya çıktıkları o sezonu altıncı bitirdiler. O sezonu takip eden 1991-1992 sezonunda finalde Juventus’u mağlup ederek Coppa İtalia’yı kazandılar. Scala kazanılan bu kupanın başka bir dönüm noktası olabileceğini biliyordu. Scala, Corriere Della Sera’ya şu sözleri söylemişti. ‘Sadece Coppa Italia’yı kazanmadık. Büyük takımlara karşı en büyük darbemizi vurduk. Oyuncularımız burada kazanabileceğimizi anladılar ve rakip oyuncular da bunu gördü. Artık bizi bir taşra takımı olarak görmeyecekler.’
O yaz Parma hedeflerini büyütmüştü ve ilk hedef tarihlerinde ilk defa bir Avrupa kupası kazanmaktı. Bu doğrultuda o yaz takıma Asprilla dahil oldu. 1993 yılı kupa galipleri kupası finalinde Parma, Royal Antwerp ile karşılaştı. Melli ve Brolin’in harika oynadığı maçı kazanan Parma tarihinde ilk defa bir Avrupa kupası kaldırmış oldu.
O gün büyük bir zafer kazanan takımın 11’ine baktığımızda sansasyonel transferler bulunmuyordu. Melli, Apolloni, Marco Osio, Daniele Zoratto ve kaptan Lorenzo Minotti Serie B’den beri takımla birlikteydi. Hatta Melli ve Minotti finalde gol atan oyunculardı. Parmalat kulübün yükselişinde önemli bir yere sahipti ancak tek etken şirketi döktüğü para değildi.
Ancak bu durum takım sahiplerinin pek hoşuna gitmiyordu. Onlar para harcamak ve neticesinde tanınmak istiyorlardı. Ve kulübün pahalı transferler yaptığı döneme girildi. Parma 93-94 sezonuna Napoli’den Gianfranco Zola ve Udinese’den Nestor Sensini’yi 20 milyon İtalyan Lirası (Bugünkü Euro ile eşdeğer) karşılığında kadrosuna kattı. Parma o sezon Uefa süper kupa finalinde Milan’ı yenerek bu kupayı müzesine götürmesine karşın Kupa galipleri kupası finalinde Arsenal’e yenilerek kupayı kazanamadı.
Bu baş döndürücü yükseliş tüm hızıyla devam ediyordu. 94-95 sezonu başında Juventus’tan Dino Baggio kadroya katıldı. Baggio, o sezon ilk kez oynanan Uefa kupası finalinin her iki ayağında da eksi takımına gol atarak kupayı Parma’nın kazanmasında en önemli paya sahip olan oyuncu olmuştu. Avrupa futbolunun zirvesine çıkan Scala’nın takımı ilk 5 sezonda 4 kupa birden kazanmayı başarmıştı.
Kulübün kaynaklarını harcamayı gelenek haline getiren sahipler takip eden sezonlarda birçok yıldız oyuncuya imza attırdı. 1995 yılında o yılın Ballon d’Or ödülünü kazanan Hristo Stoichkov, Fabio Cannavaro ve Pippo İnzaghi ile birlikte takıma katıldı. Bir yıl sonra ise Hernán Crespo, Lilian Thuram ve Enrico Chiesa geldi. 1998’de Juan Sebastián Verón takıma dahil oldu. Bu sırada akademiden kendinden emin bir şekilde bir yıldız yükseliyordu. Gigi Buffon.
1999’da bir kez daha Uefa kupasını kazanan Parma, aynı zamanda Avrupa’nın en iyi 11’ine de sahipti. Kalede Buffon, savunmada Cannavaro, Thuram ve Sensini, ortada Veron, Baggio ve Boghossian yer alırken kanatlarda ise Paolo Vanoli ve Diego Fuser oynuyordu. Forvet ikilisinde ise Crespo ve Chiesa forma giyiyordu. O takım, çeyrek finalde Bordeaux’a 7 yarı finalde Atletico Madrid’e 5 finalde ise Marsilya’ya 3 gol atarak kupayı kaldırmıştı.
O sezon Alberto Melasani yönetiminde olan bu takım (Scala’nın 96’da ayrılmasıyla takımın başına geçti.) şimdiki adı Avrupa Ligi olan Uefa kupasını son kez kazanan Serie A takımı olma özelliğini hala sürdürüyor. Parma’nın son kupa zaferi ise 2002 yılında Coppa İtalia’yı kazanması oldu. Bu kupayı tarihlerinde üçüncü kez müzelerine götürmüşlerdi.
Takip eden yıllarda Parmalat’ın çöküşü Parma’nın çöküşünü hazırladı. 2003 yılında Parmalat skandalı patlak verdi ve binlerce insan işsiz kaldı. Bu skandalın sorumlusu kulüp personeli değildi ancak kulübün baş döndüren başarıları ve böyle muhteşem bir takımın var olmayan parayla toplandığı bilgisi kulübün itibarını zedelemişti. Belki bu yüzden Parma taraftarları hala pahalı transferler yerine Melli, Minotti ve Osio’yu daha çok özlüyor. Üstelik hayali olağanüstü bir gerçek olan kulüp sahibi Ernesto Ceresini’ye katılmak için de çok geç.
Bu Şubat, ölümünün yıldönümünden kısa bir süre sonra, Parma’nın Lazio’ya karşı oynadığı ve ev sahibi olduğu maçta taraftarlar tarafından açılan bir pankartta şöyle yazıyordu: ‘Ceresini, sonsuz başkan.’