Röportaj | TÜFAD Başkanı İsmail Dilber – Liderlik yapabilme sanatı

Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği (TÜFAD) Başkanı İsmail Dilber, Futbol Akademi yazarlarından Uğur Aktan ve Akın Karadeniz’in sorularını cevapladı. Ülkemizde futbol antrenörlüğü ve eğitimine ilişkin detayları paylaşan Dilber, genç antrenör adaylarına da önemli öğütler verdi.

1997 yılından bu yana Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği (TÜFAD) başkanlığını yürütüyorsunuz. Bu konuda büyük bir istikrara sahipsiniz ama aynı istikrarın Türk futbolunda karşılık bulduğunu göremiyoruz. Türkiye hem Süper Lig, hem de TFF 1. Lig seviyesinde Avrupa’nın en fazla teknik direktör değişikliği yaşanan futbol ülkelerinden biri konumunda. Bu noktada kulüplerde teknik adamlara gerekli zamanın tanındığını düşünüyor musunuz?

Bunu Süper Lig ve TFF 1. Lig olarak ikiye ayırarak incelemek daha doğru olur. Alt ligde maalesef çok anlamsız durumlarla karşılaşabiliyoruz. Alt ligde akla mantığa sığmayacak kararlar alındığını görüyoruz. Süper Lig’e geldiğimizde teknik direktör deneyimlerinin beş büyük lig seviyesinden çok da yukarıda olmadığını görüyoruz. TFF 1. Lig’deki aşırı durumu Süper Lig için söyleyemeyiz. Evet Süper Lig’de bu sayı fazla ama bu durum futbol ülkesi dediğimiz beş büyük ligde de çok farklı değil. Manchester United ve Arsenal’e bakalım, Alex Ferguson ve Arsene Wenger ayrıldıktan sonra kısa sürede çok sayıda teknik adam değişikliği yaptılar. Bu işin doğası gereği takım iyi gitmediğinde ayrılıklar normal. Ligden düşmemeye oynayan takımlar işler kötü gittiğinde hemen hoca değiştiriyor. Şampiyonluğa oynayan takımlar hedeften uzaklaştıklarını hissettiği anda hoca değiştiriyor. Başarısızlık varsa ayrılık ihtimali dünyanın her yerinde var. Bunun yanında antrenör kaynaklı ayrılıkları da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Nasıl ki başarılı oyuncular daha iyi teklifler doğrultusunda takımlarından ayrılıyorsa başarılı teknik direktörler de kulüplerinde devam mı etmeli yoksa daha iyi teklifleri mi değerlendirmeli bu soru da önemli. Hepimizin gönlünden geçen başarılı teknik direktörlerimizin yurt dışında Türk futbolunu temsil etmesi. Yurt dışına ne kadar çok antrenör yollarsak o kadar karlıyız.

Daha önce söyleşi yaptığımız teknik adamlar ülkemizdeki eğitimin oldukça kaliteli olduğunu ifade etmişti. Bu işin içinde uzun zamandır bulunan biri olarak siz de aynı fikirde misiniz? Ligimizde de genelde yerli teknik adamların daha başarılı olduğunu düşündüğümüzde ülkemizdeki antrenörlük seviyesini nasıl buluyorsunuz?

UEFA’nın 90’ların sonunda uygulamaya soktuğu JIRA eğitim sistemini uyguluyoruz. UEFA’ya bağlı bütün ülkeler bunu uyguluyor, dolayısıyla ülkemizdeki PRO lisans veya A lisansın İspanya ya da İtalya’daki PRO lisans ya da A lisansa oranla hiçbir farkı yok. Yalnız bu noktada geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Gérard Houllier’in çok güzel bir sözü var. Antalya’da yaptığımız seminerde, “Herkes herkesin bildiğini biliyorsa o eğitim iyi bir eğitim değildir” demişti. Herkes kendi ülkesinde JIRA’nın standartları içerisinde kendi eğitim sistemini özelleştirip geliştirmeli. Bizim de hedefimiz bu yönde. Eğer bunu başarabilirsek Almanya, İspanya ve Belçika gibi ülkelerle yarışabiliriz. UEFA’dan aldığımız bilgilere kendi bilgilerimizi de katarak Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) eğitim dairesiyle beraber en iyi antrenörleri yetiştirmek için var gücümüzle çalışıyoruz. Bu noktada kurslara katılan antrenörlerimizin de kendilerini geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Lider olmak iki kitap okumakla olunacak kadar kolay bir konu değil. Bunun için yola çıkan birinin kendini her anlamda geliştirmiş olması gerekiyor. Eğitim açısından iyi bir yoldayız gibi görünüyor ama daha iyi olmalıyız çünkü yarıştığımız ülkeler futbol ekonomisi anlamında çok üst düzey ülkeler.

Ülkemizde profesyonel takımlarda dahi altyapı hocalarının maaşı hem Avrupa’daki meslektaşlarına hem de A takımlarda görev yapan meslektaşlarına nispeten çok daha düşük seviyede. Bu konu hakkında sıklıkla, “Ayda dört bin lira kazanan antrenör evini mi geçindirsin, Messi mi yetiştirsin?” eleştirileri yapılıyor. Türk futbolunun bu problemi aşması için ne yapması gerekiyor?

Bunu tartışacak hiçbir tarafımız yok. Antrenörlerin geçim derdinin olmaması gerekiyor yalnız bunu A takımı çalıştıran teknik direktörle kıyaslamamamız lazım. Burada A takım hocasını işin içine katarsak hata yaparız çünkü Juventus, Tottenham, Arsenal gibi takımlarda da A takım hocaları altyapı hocalarından fazla kazanıyor ama söylemek istediğinizi anlayabiliyorum. Altyapı hocasının aklının parada olmaması gerekiyor. Bunun için de kendisini tatmin edecek ölçüde standart bir ücret alması şart. Bunu konuşurken altyapıların bütçesine de değinmek gerekiyor. Ülkemizde altyapılara ne kadar bütçe ayrılıyor bunun üzerine kafa yormamız gerekiyor. Altyapıların A takımlardan bağımsız kendine özel bir bütçesi olmalı ve altyapı antrenörleri de bu bütçe doğrultusunda maaş almalı. Altyapı hocalarının aklının sadece sahada ve birlikte çalıştığı çocuklarda olması gerekiyor. Hoca bir taraftan maaşı bir taraftan dolmuşu beklerse bundan verim alamayız. Bayern Münih’te de A takım hocası altyapı hocasından yüksek maaş alıyor ama oradaki altyapı hocasının bir geçim derdi yok ve aklını sadece sahaya verebiliyor.

Türk futbolunda hemen her kulübün büyük ekonomik krizlerle boğuştuğunuz görüyoruz. Bu noktada çıkış için tek yol altyapılara yönelip futbolcu yetiştirmek ve özellikle yurt dışındaki pazara ihraç etmek gibi görünüyor ama büyük takımlarımızın üretimden çok tüketim tarafına eğildiğini görüyoruz. Genç ve yerli oyuncuların en az süre bulduğu futbol ülkelerinden biri Türkiye. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, gençlerimizin süre bulamamasının nedenleri nedir?

Kulüplerimiz Avrupa kupalarında yarışabilmek, o kulvarlarda mücadele edebilmek için yabancı oyuncuların transferine oldukça yüksek bedeller ödüyor ama Avrupa’da başarı gelmeyince yaptığımız transferler borçlanma olarak geri dönüyor. Avrupa’da başarı gelirse bunun maliyetini bir nebze karşılayabiliyoruz ama başarı gelmezse tamamen borçlanıyoruz. Bu borcu karşılamak için tekrar borç yapıyoruz ve bir bataklığa sürükleniyoruz. Yaz aylarında transfer, kış aylarında transfer derken sürekli çok önemli bedeller harcanıyor. Kulüplerimizin bu konuda biraz daha istikrarlı olması gerekiyor. Bir arada 2-3 senedir oynadıkları için iyi bir uyum yakalayan ve bu doğrultuda futbol oynayan bir takım göremiyoruz. Maalesef genelde toplama takımlarla yarışıyoruz ve bu toplama takımlar için de her zaman, “Takım henüz yeni. İyi futbol için zamana ihtiyaç var” mazeretiyle karşılaşıyoruz ancak bu doğrultuda verilen zaman da 2-3 ay sonra yeniden başlayacak transfer döneminde 4-5 yeni oyuncunun transferiyle sonuçlanıyor ve bir kez daha aynı döngüye giriyoruz. Bu döngü yüzünden Türk futbolu borç batağının içine girmiş durumda ve zamanı çok kötü kullanıyoruz. Bu döngüde istikrar mümkün değil ve başarının tek yolunun transferden geçtiğine inanılıyor. Hal böyle olunca altyapılarımızda yetişen değerlerin yüzüne bakmıyoruz ve hiçbirinden haberdar değiliz. Altyapıdaki çocukları görme ihtimalimiz dahi yok çünkü o çocukları alıp takıma koyacak cesaretimiz yok. Tek yol transfer zannediliyor ve böyle olunca da batıyoruz. Bazen zaman zaman mecburiyetten oynayan çocuklar görüyoruz. Transfer tahtası kapanan takımlar son çare olarak bu çocuklara yöneliyor ve çocuklarımız da bu fırsatları iyi değerlendiriyor. Buna en güncel örnek Bursaspor. Geçmişe döndüğümüzde Eskişehirspor, Ankaragücü, Bucaspor gibi takımların da bu yoldan geçtiğini görüyoruz. Gençlere inanmak ve yola onlarla devam etmek lazım. Buna izin vermeyenlere de direnç göstermemiz gerekiyor. Bu direnci gösteremezsek bu döngü böyle devam eder.

Türkiye’de U21 Ligi’nin kapatılmasıyla birçok genç oyuncu açıkta kaldı. TFF’nin Süper Lig’deki takımlara alt liglerde mücadele edecek B Takım kurma hakkı tanımasına ilişkin proje de alt liglerdeki takımların kabul etmemesi nedeniyle gerçekleşmedi. Siz bu proje hakkında ne düşünüyorsunuz? Genç oyuncuların bu atmosferi yaşaması sizce nasıl olurdu?

Real Madrid’in, 3. Lig’de mücadele eden bir takımı var. İspanya bu uygulamayı gerçekleştiriyor. Almanya ve Hollanda’da bu sistemi görüyoruz. Bunu gerçekleştirebilecek mali güce sahip takımlarımıza bu iznin verilmesi gerekiyor. Alt ligde mücadele edecek takımlara ayrı bir bütçe oluşturulmalı ve bu takımlar oyuncu yetiştirme misyonuyla yola devam etmeli. Bu takım yetiştireceği oyunculardan bazılarını Süper Lig’deki ana takıma bazılarını da diğer takımlarımıza gönderir ve bu şekilde kalite yükselir. Takımların altyapısındaki 20 oyuncunun da A takıma yükselecek hali yok. Çok iyi olan 3-4 oyuncu A takıma alınır, geri kalanlar da farklı takımlara yönelir. Bu sistemin önünü açmamız gerekiyor. Real Madrid’in 3. Lig’deki takımında oynayan herkes Real Madrid forması giymeyecek ama İspanya liglerinde oynamaya devam edecekler. Türkiye’de de bunun örneklerini gördük. İrfan Can Kahveci çok genç yaşta Gençlerbirliği’nin alt liglerdeki pilot takımında oynayarak kendini hazırladı. Kulüpler profesyonel anlamda bir B takım kurabilecek maliyeti karşılamaya hazırsa sistemin kesinlikle bunun önünü açması gerekiyor. Bunun tartışılacak hiçbir tarafı yok. Bu proje hem ülkemize, hem de diğer takımlara çok faydalı olacaktır. Hedef ülke futbolunu en iyi noktaya taşımaksa bu yola girmeliyiz. Başka bir kurtuluş yolumuz yok.

Bu arada Türk futbolu devrim niteliğinde bir gelişmenin eşiğinde. Taslak aşamasındaki yeni spor yasası birçok değişikliği beraberinde getirecek. Yeni yasa tasarısı hakkındaki gelişmeleri takip edebildiniz mi? İçeriğiyle ilgili düşünceleriniz ya da beklentileriniz nedir?

Süreci takip ediyorum ama resmiyet kazanmadan konuşmak çok doğru değil çünkü yasa henüz taslak aşamasında. Şu anda anonim şirketi olarak yönetilen Göztepe, Başakşehir, Kasımpaşa gibi kulüplerimiz var. Büyük kulüplerimiz bu yönetim tarzına nasıl geçebilir bunu değerlendirmek gerek. Dernek statüsünde yönetilen kulüplerde yöneticilerin borçları üstlenmemesi Türk futbolu adına bir problem gibi görünüyor. Mevcut borçlardan nasıl kurtuluruz öncelikle bunun yolunu bulmamız gerekiyor. Sonrasında herkesin sorumlulukları çerçevesinde hareket etmesi lazım. UEFA nasıl Finansal Fair Play kriterlerine dikkat ediyorsa federasyonumuzun da bunu uygulaması gerek. Herkes kendi sorumluluklarını yerine getirirse zaten bir problem kalmayacak ama önceliğimiz borçları sıfırlamak olmalı. Bu noktada önemli olan kurallara uymak ve uymayanlara gerekli yaptırımları uygulamak. Kuralları esnetmeden, çiğnetmeden uygulamamız gerekiyor. Bu konuda gerekirse acımasız olmalıyız ve herkes üzerine düşeni yapmalı.

Türkiye son yıllarda yurt dışına çok sayıda oyuncu ihraç etmeye başladı. Cengiz Ünder, Çağlar Söyüncü, Merih Demiral gibi gençlerimiz Türk futbolunu Avrupa’da çok başarılı şekilde temsil ederek hepimizi gururlandırıyor. Bu noktada Türk antrenörlerin yurt dışında takım çalıştırma konusunda geri planda kaldığını görüyoruz. Bu konudaki eksiğimiz sizce nedir? Yakın zamanda yurt dışına antrenör ihraç etmeye başlayabilir miyiz?

Yurt dışında çalışan neredeyse hiç hocamız yok bu konuda maalesef başarılı değiliz. Bunun yolunun biraz lobiden ve ekonomiden geçtiğini düşünüyorum. Dünyanın dört bir yanında çalışan Portekizli ve İspanyol antrenör var. Ben antrenörlerimizin yabancı meslektaşlarından daha az bilgili olduğunu düşünmüyorum ama farklı futbol ülkelerinin güçlü lobileri belirleyici olabiliyor. Kulüplerimiz başarılı olursa, Türk futbolu başarılı olursa herkes gözünü buraya çevirir. Bugün Lille takımında üç Türk oyuncunun oynaması hepimizi gururlandırıyor. Kulüplerimizin Avrupa’da başarılı olmaları halinde Türk teknik direktörlerin de yurt dışında görev almaya başlayacağına inanıyorum. Menajerlik ilişkileri ve ülkelerin futbolda yakaladığı başarılar bu konuda maalesef çok belirleyici oluyor.

Uzun yıllardır futbolun içinde olan bir insan ve TÜFAD başkanı olarak genç antrenör adaylarına ne gibi önerilerde bulunursunuz?

Antrenörlerimizin ve antrenör adaylarımızın araştırmacı olması şart. Araştırmacı olmayınca bu işlerde yavan kalıyorsunuz. Kurslardaki bilgiler bir ışık olabilir ama bunu geliştirmek sizlerin elinizde. Kendi hayatını, aileni sevk ve idare ederken bir oyuncu grubunu da sevk ve idare etmek durumundasınız ve kendinizi buna göre yetiştirmelisiniz. Takımınız sizin aileniz oluyor ve bunu idare etmeye çalışırken karşınıza toplum çıkıyor. Bununla baş etmek istiyorsanız yine kendinizi geliştirmek zorundasınız. Sonraki aşamada sizin gibi yetişen insanlar yani rakipleriniz çıkıyor ve onları yenebilmek için yine kendinizi geliştirmeniz gerekiyor. Hayatınız boyunca felsefeniz kendinizi her gün bir önceki güne göre daha fazla geliştirmek olmalı. İnsanları doğru bildiğinizi düşündüğünüz konularda sizin düşüncelerinize inandırıp ikna etmek kolay bir iş değil ama bunu başarmalısınız. Bu engin bir hayat tecrübesinin içerisinde liderlik yapabilme yeteneğidir. Sizin başınızda bulunan milyarlık başkanları etkileyebilmek hiç kolay bir iş değil ve bu olağanüstü zor işi başarmak için kendinizi geliştirmek zorundasınız yani kursa gittim antrenör oldum diye bir şey kesinlikle yok. Bu o kadar kolay bir şey değil. Toplumun, şehrin, oyuncunun, takımın liderisiniz ve büyük bir yük altındasınız. İnsan yetiştirmenin okulu ya da kursu yok. Kursta sadece teknik bilgiler alırsınız. İşin geri kalan kısmı sizin hayat felsefenizle, karakterinizle ve çalışmanızla ilgili. Antrenörler oyunculardan maça karakterleriyle ağırlık koymasını bekliyor ama peki ya senin karakterin? Senin oyun, bilgi, yetişme karakterin ne olacak? Bunların hepsi bir bütün. Bunlar için kavga vermeli ve bunlar için seferber olmalıyız. Bütün bunlar çalışarak elde edilecek şeyler. Birilerinin yardımıyla bir noktaya gelenlerin hiçbir zaman o geldikleri konumda kalamayıp her defasında kaybolduğuna şahit oluyoruz ama senin yeteneğin varsa çalışıp hepsini geçersin ve bunu da yapan çok sayıda arkadaşımız var.

Türkiye Futbol Federasyonu pandemiden dolayı antrenörlük kursu konusunda yeni başvuruları henüz açmadı. Bu konuda özellikle antrenör olmak isteyen gençlerin yoğun bir talebi olduğunu da biliyoruz. Başvuruların yeniden açılacağı tarih netleşti mi?

Antrenörlük kursları şu an Avrupa’nın neredeyse hiçbir yerinde açık değil. Futbolun cazibe merkezi taraftarlar ama maçlara taraftar bile alamıyoruz. Şu an pandemide hayatta kalma mücadelesi veriyoruz ve önceliğimiz bu. Çocuklarımızı, torunlarımızı koruyabildiğimiz kadar korumamız gerekiyor. TFF yetkilileri gerçekten de ellerinden geleni yapıyor ve bu süreçte onlara destek olmamız gerekiyor.