Röportaj | Teknik direktör Mehmet Ak ile Türk futbolunun sorunları üzerine

Ülkemizde futbol adına konuşulan sorunlar genelde yüzeysel olarak Süper Lig odaklı oluyor. Futbol Akademi ailesi olarak bunu daha derinlemesine incelemek adına Süper Lig, Azerbaycan 1. ligi, 2.lig ve 3. lig gibi çok çeşitli klasmanlarda teknik adamlık yapmış Mehmet Ak ile futbolumuzun yönetimsel, altyapısal ve kurallar bazındaki eksikliklerini konuştuk. Vakit kaybetmeden bu sohbeti sizinle paylaşıyorum.

Yanılmıyorsam antrenörlük hayatınıza 2006 yılında başladınız. Üst seviye futbolcu geçmişiniz de olmadı. Bunun size yarattığı avantajlar ve dezavantajlar nedir?

Antrenörlüğe 2002 yılında başladım. Akdeniz Üniversitesinde okurken Antalyaspor PAF takımında oynama şansım oldu. Daha öncelerinde de amatör takımlarda futbol oynadım. Üst düzey liglerde futbol oynamış olmanın antrenör olmakla uzaktan yakından alakası yok öncelikle bunu belirteyim. Futbolculuk geçmişi olması sahadaki oyuncularınızla empati yapabilmek açısından bazı avantajlar getiriyor tabi ki ancak teknik adam olmak adına kendiniz yetiştirmezseniz bu tek başına hiçbir şey ifade etmez. En başında zaten bir diplomanız olması gerekli, belli eğitimlerden geçmelisiniz. Ülkemizde ne yazık ki bu sertifikalar olmadan takım çalıştırılabiliyor ancak bu yanlış bir uygulama. Ben belki üst düzey liglerde forma giymedim ama toplamda 9 sene lisanslı futbolcu olarak oynadım. Açıkçası sahaya yabancı birisi değilim. Üst düzeyde futbolcu olmadım ama üst düzey liglerde antrenörlük yaparak, üst düzey eğitimler alarak bu açığı kapattığımı söyleyebilirim. 2004 yılında Şekerspor’da önemli bir oluşum içerisinde yer aldım. Burada yardımcı antrenörlük, alt yapı sorumluluğu gibi birçok pozisyonda çalıştım. Bu süreçte kendimi geliştirmek için yüksek lisans da yaptım. UEFA’nın eğitimlerine katıldım. Devamında 3 farklı dönemde, 2 farklı takımda yurtdışında çalışma şansı buldum. Ülkemizde teknik direktör ve yardımcı antrenör olarak birçok takımda çalıştım. Türkiye’nin bence futbola yön veren insanlarıyla; özellikle Metin Türel, Tamer Güney, Özkan Sümer gibi üç futbol profesörüyle çalışma şansım oldu. Geriye dönüp baktığımda sayısız takımda 18 senede birçok tecrübe biriktirdim. Ülkemizde UEFA Pro Lisansını en genç yaşta alan teknik adamım. Dolayısıyla bu açıdan bakarsak futbol oynamış olsam şu an bu lisansları almamış olacaktım. Olaya böyle bakmak lazım, bir yerden fedakarlık yapıp başka yerlerden kazanım sağlayabilirsiniz. Ama maalesef ülkemizde talimat karışıklığından dolayı lisansında, teknik adamlığında bir değeri kalmadı. Nasıl Zidane B lisansı ile İspanya’da takım çalıştıramadıysa ülkemizde de bu uygulanmalı. Futbol oynayıp, onun ekonomik gücünü kazanıp sonrasında da bu kazanımla çok farklı noktalarda lisans sahibi olmadan çalışmak çok adil değil. Biliyorsunuz 2008-2010 yılları arasında B lisansından A lisansa geçebilmek için 3 sene alt yapılarda çalışma zorunluluğu getirildi. Sonrasında belli pozisyondaki kişiler bunu kaldırdı. Artık lisanslar o kadar kolay verilmeye başlandı ki belli sayıda profesyonel maça çıkmış eski futbolcular bunu kolaylıkla alıyor. Biz kimsenin lisans almasına veya haksızlığa uğramasını istemeyiz tabi ki ancak ülkemizde şu problem var, lisansımızın mesleğimizin değeri yok. Bir takımda futbol oynayan bir insanın 3 ay sonra o kulübe teknik direktör olduğunu görüyoruz. Düzenin böyle olduğu bir futbol kültüründe başarı ve istikrardan söz etmek mümkün değil. Öyle kanunlar getirmeliyiz ki birilerinin canının yanması lazım. Benim canım yanacaksa da razıyım. Yeter ki Türk futbolu gelişsin. Bunun takipçisi olmazsak ülke futbolunun gideceği nokta kaos ve çıkmazdan öteye geçmeyecek.

Örneğin İtalya’ya baktığımızda Sarri, Conte, Gasperini, Gattuso vb. birçok teknik adamın alt liglerde takım çalıştırdıktan sonra Serie A seviyesinde takım çalıştırdıklarını görüyoruz. Ülkemizde ise başarılı olsa da, olmasa da aynı teknik adamlar dönüşümlü şekilde görev alıyor. Ligler arasında sanki bir duvar varmış gibi; ne başarılı olan yükselebiliyor, ne de başarısız olanın iş bulamama gibi bir durumu söz konusu. Durumun bizde bu şekilde işlemesinin nedeni sizce nedir?

Buna ek olarak yurt dışında, futbolu bırakan kariyerli oyuncular alt yapılarda görev aldıktan sonra bu seviyede görev alabildiler. UEFA Pro Lisansı almak için İsviçre’ye gittiğimizde, birkaç yıl önce Şampiyonlar Ligi’nde izlediğimiz oyuncularla birlikte eğitim aldık. Hepsi alt yapılarda çalışıyorlardı. Hemen futbolu bırakıp teknik adam sorumluluğu verilecek bir sistemleri yok. Bizde de bu böyle olmalı. Antrenörleri ve diplomaları daha değerli kılmamız gerekli. Saydığın birçok isim de dediğin gibi alt kademelerde önce antrenörlüğü öğrenereki, bu alanda pişerek üst seviyelere geliyorlar. Bunu sağlamamız lazım. Bu sayede futbolumuzda bir düzen oturacaktır. Aksi halde “Bugün futbolu bırakayım, yarın teknik adam olayım.” düşüncesi eğitimin önemini ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla da diplomayı değersizleştiriyor. TFF sezon başında talimat yayınladı “Kimse kimsenin diplomasını kullanarak görev yapamaz.” şeklinde. Ancak ne denetim var, ne de bu kurala uyan.

Peki sizce TFF tarafından verilen lisans eğitimleri yeterli ve kaliteli mi?

Şu anda federasyonun verdiği eğitimler üst düzeyde diyebilirim. Yücel Uyar vardı bu kursların başında. Onun dönemine kadar olan kısmı çok iyi biliyorum. Aldığım eğitimlerden de bildiğim için Dünya standartlarında eğitim verildiğini söyleyebilirim. Hatta İsviçre’ye pro lisans için gittiğimizde orada en iyi ülke seçildik ve federasyona teşekkür yazısı gönderildi. Ama şöyle bir durum var, herkesin günün sonunda katıldığı kursun lisansını elde etmesi gibi bir durum söz konusu. Sınav var fakat bu sınavın bir zorlayıcılığı ya da değerlendiriciliği yok. Belki bu konu üzerinde düzenlemeler yapılanabilir. Ancak eğitimin içeriği konusunda yeterli olduğumuzu söyleyebilirim.

Peki futbolcular ya da antrenörler ancak bir lisans aldıktan sonra bu görevlere getirilebiliyorken, bu sporu yöneten insanlarda aranan tek kriterin iş adamı olmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Mesela son çalıştığınız kulüpte çok yüksek puan ortalamanız olmasına rağmen yönetimle anlaşmazlıklarınız oldu. Bu tarz yönetimlerin futbolun gelişmesini engellediğini düşünüyor musunuz?

Anlaşmazlık demeyelim buna. Açık açık benim son çalıştığım kulüpte işime son verildi. Ve ben bunun nedenini hala bilmiyorum. Antrenmandayken, liderlik maçına çıkacakken, pandemi süresince 17 oyuncusunun corona testi pozitif çıkmışken sözleşmem tek taraflı fesih edildi. Bir yerde teknik adamın görevinin son verilmesi için açıkçası başarısız olması lazım. Bu konuyla ilgili durumu açıklayacak bir kelime bile bulamıyorum. Maalesef paranın olduğu yerde başka hiçbir şeyin(liyakat, tecrübe, bilgi vs.) önemi kalmıyor. Yöneticilik konusundaki kriterlerin ne olduğunu açıkçası bilmiyorum. Bu konuda bir talimat var mı onu da bilmiyorum. Karşındakinin istediği gibi davranır ve o şekilde bir yol belirlersen belki görev süren uzayacak ama bunun yanlış olduğunu biliyorsun. Başarısız olmamak için karşı çıktığında ise çok kolay şekilde kovuluyorsun. Bizim bavulumuz her zaman hazır. En kolay gönderilecek kişi bizleriz. Bazen sözleşmenin karşılığını alamıyorsun, mahkemelerle uğraşıyorsun. Bence bu konuda genel bir düzenlemeye ihtiyaç var. Teknik adam ve futbolcu sözleşmelerinden yönetici yeterliliğine kadar çok kapsamlı şekilde yeni kararlar alınmalı. Bunu da açıkçası dört gözle bekliyorum.

Alt liglerde de, Süper Lig’de de çalışma şansınız oldu. Bu ligler arasında oynanan oyun ve kalite açısından ne tarz farklılıklar var?

Esas fark imkanlar diyebilirim. Tesis, antrenman sahası, stadyum, fitness salonu… Esas farklılıklar buradan başlıyor. Süper lig ve TFF 1.lig dışındaki takımların hiçbir geliri yok. Bu takımlar kısmen federasyondan gelen paralar, şehrin belediyeleri ya da iş adamları tarafından gelen yardımlara bağlı. Üst liglere çıkıldığında tabi ki yetenek, antrenman sayısı, profesyonel yaşantı kendini gösteriyor. Alt liglerde ise çoğunlukla antrenman sahan ve fitness salonu yok. Otobüse binip 40 dakika antrenman sahasına gidiyorsun. Bu ortamda ne kadar verimli antrenman yapılabilir ki? Bazı kulüplerde ise Süper Lig standartlarında tesisler var. Buralarda çalışmak tabi ki daha kolay. Tesis ve saha bakımından kulüplerin bu yapılarını düzeltip onları belli bir kurumsal hafızaya kavuşturursanız aradaki geçişler daha kolay olacaktır. Bugün her kulübe fitness salonu, tesis yanında antrenman sahası zorunluluğu getirilmeli. Bu şartları sağlayamayacak bir kulübün profesyonel ligde olmasının da anlamı yok. Bu durumda futbolu geliştirme şansın da yok. Bu ortamda antrenörlerin de enerjisi tüketiliyor. Futbol dışında birçok sorunla uğraşmak zorunda kalıyorsun. TFF 3. Lig’de 64 kulüp var. Tesis bakımından yeterli olan takım sayısı ise 20’yi geçmez.

Kendinizi güncel tutmak için izlediğiniz özel teknik adamlar ya da takımlar var mı? Avrupa’da ya da Türkiye’de beğendiğiniz takımlar var mı?

Futbol bilimden yararlanmak zorunda. Her geçen gün saha içindeki performans verileri değişiyor. Koşu mesafeleri, sprint sayıları, top kazanma kaybetme oranları ve buna ayak uydurabilecek oyunun hızı değişiyor. Oyunu hızına yetişebilmek için kendinizi güncel tutmanız gerekiyor. Ancak az önce değindiğim nedenlerden dolayı bunu yapabilmek çok zor. Saha bulamayıp antrenman yapamadığımız zamanlar oluyor. Bu olayın farklı bir boyutu. Ancak sürekli bu düzenin içinde değişen teknolojinin eşliğinde futbolun nereye doğru evrileceği ile ilgili kendimizi geliştirmek zorundayız. Bu konularda bilgi alışverişinde bulunduğumuz hocalar tabi ki var. Ancak Klopp ya da Guardiola gibi üst düzey isimleri örnek almak çok doğru olmuyor. Oradaki imkanlarla, oyuncu profilleriyle bizim yapımız arasında uçurum var. Onlara öykünerek bir oyun tercih etmeye çalışırsak başarısız oluruz. Oyunun 3 farklı temeli vardır. Savunma, hücum ve geçiş. Futbolda hücum ya da savunma prensipleri en üst düzeyden en alta kadar değişmez. Burada bizim işimiz ise bu prensipleri kendi takımınızdaki oyuncuların özelliklerine göre sahaya aktarmak. Bunu kimi Salah ile yapar, kimisi de 3. ligdeki alt seviye bir oyuncuyla yapar. Buna bilimsel veriler ve antrenman metodlarını entegre ettiğin zaman çok farklı bir durum ortaya çıkıyor. Manchester City 2 sezon önce puan rekoru kırarken bu sezon kötü durumda mesela. Olaya şöyle bakmak lazım: Takım yapısı, oyun kültürü ve oyuncu özelliği senin antrenörlük becerilerinle birleşince ortaya bir şey çıkarıyor. Ama sen tek başına bir şeyler denediğinde takım yapısı ya da futbol iklimi buna uygun değilse istediğin kadar bilgili ve özverili ol, başarı sağlayamıyorsun. 3. Lig’de oyuncuların alması gereken öğünde dahi sıkıntı yaşayan kulüpler var. Burada üst düzey teknik adamların oynattığı oyunları ne kadar uygulayabilirsin. Futbolun değişmeyen kanunları var. Hakem düdüğü çaldıktan sonra bu sahada uygulanıyor. Ancak oraya gelene kadar binlerce farklı değişken var.

Futbolun belli prensipleri vardır. Ancak her teknik adam farklı oyun tercihlerinde bulunur. Ön alan baskısı ya da derinde savunma gibi. Topa sahip olma oyunu ya da direk hızlı geçiş oyunları gibi. Siz gittiğiniz takımlarda idealist şekilde kendi anlayışınızı oturtmaya mı çalışırsınız? Yoksa takımın yapısına göre daha pragmatist mi yaklaşırsınız?

Mesela son görev çalıştığım Adıyamanspor’da geriden oyun kuran, topa sahip olan, topu kaybettiğinde karşı pres ile geri alan bir anlayış oturtmaya çalıştık. Her maçta 12 farklı duran top organizasyonu çalıştık. Nitekim atılan gollerin %72,5’luk kısmını bu şekilde attık. Futbolun temel bir konusu var: Savunmada disiplin, hücumda özgürlük. Topu kaybettiğin anda geçiş başlar. Bu geçişi sağlayacak oyuncu özelliğine sahip olmak lazım. Açıkçası benim idolüm Tamer Güney’di. Onun tedrisatından geçmiş olarak konuşuyorum. Topu kaybedince disiplinli bir şekilde bütün takım topun arkasında olacağı bir anlayışla sahada olman gerekir. Bunun içinde yüksek dayanıklılık ve etkili antrenman yapısı lazım. Örneğin Adıyamanspor’da, Cafercan savunma yönü zayıf ancak hücum konusunda yaratıcı bir oyuncu. Diğer oyuncuların biraz daha fazla efor sarf etmeleri ile onun savunma açığını kapatıp hücumda daha etkili bir yapı oluşturabilirsiniz. Ya da bunun yerine daha dinamik ama hücum yetenekleri kısıtlı bir takım oluşturabilirsiniz. Burada da daha çok mekanik düzende işleyen bir sistem kurman gerekir.Uzun lafın kısası, takım yapısını antrenörlük becerilerinle birleştirmek gerekiyor.

Alt yapılarda da çalıştınız. Sizin yaşadığınız tecrübeler ışığında ne gibi problemler gözlemlediniz?

A takımda nasıl tesis problemi varsa, doğal olarak alt yapılarda da var. Bunun dışında alt yapıda yetişen oyuncuların yeterli maç sayıları yok. Avrupa’da ki oyuncular bir sezonda 35-40 maç yaparken, bizim futbolcularımız 8-10 maçla yılı tamamlıyor. Aynı şekilde yeterli antrenmanlarımız da yetersiz. Avrupa’da alt yapı oyuncuları yılda 600-700 saat antrenman yaparken bizde bu sayı 150-200 saat. Futbolun altın çağı dediğimiz dönemler 6-8, 8-10, 12-14, 14-16 yaş aralıklarıdır. Bizde genelde 13, 14, 15 yaşlarından sonra futbola başlandığı için futbolcular temel futbol eğitimini kaçırıyor. Biyomotor yetileri, beyin gelişimi, sosyal gelişim, fiziksel gelişim, psikolojik gelişim, sürat, esneklik, koordinasyon, çeviklik, aerobik dayanımların ve teknik temellerin 6-8, 8-10 ve 10- 12 yaş gruplarında atıldığını düşünürsek, Avrupa’da ki oyuncularda belli seviyede karşı karşıya geldiğimizde geride kalmamız doğal. Onlardaki altyapı eğitimi 12-13 yıl sürüyorken bizde sadece 4-5 yıl sürüyor. Arada 8 yıllık büyük bir fark var. Doğal olarak nu dönemde kaçırılan şeyler de belli bir noktadan sonra karşımıza performans farkı olarak geliyor.