Dünya futbol tarihinin en hatırda kalır futbol ekollerinden biri hiç şüphesiz ‘Sihirli Macarlardı.’ Altın Takım olarak anılan 1950-56 arasındaki Macaristan Milli Takımı kadrosu, tarihin gördüğü en uyumlu takımlardan biriydi. Uyumlarının yanı sıra futbola kazandırdıkları yeniliklerle hem Avrupa’da hem dünyada futbolun gelişmesine de önemli katkılarda bulunmuşlardı.[1] 1952 yılında Helsinki’de Olimpiyat şampiyonu olan kadro Londra’da İngilizlere 6 gol atmış ve bu maç Avrupa’da İngiliz futbolunun hegemonyasının resmi olarak kırıldığı maç olmuştu. 1954 Dünya Kupasını ise ellerinden son anda kaçırsalar da herkes belki de gelecek bir 5 seneye daha Macarların hükmedeceğini düşünüyordu. Ancak tarihte planlananlarla gerçekleşenlerin birbirine karşı gelmek gibi can sıkıcı bir huyu vardı.
1956 Budapeşte ayaklanması
1956 yılının 23 Ekim’inde grev yapan işçilerle dayanışmak maksadıyla dilekçe vermek isteyen kalabalık bir grup Teknik Üniversite öğrencisine halktan da katılım olunca akşama doğru yıllardır biriken öfke sokağa taşınmıştı. İki yüz binden fazla insan biraz da Polonya’da Sovyet destekçisi partinin seçimleri kaybetmesinden cesaret bularak, ‘Serbest Seçim’, ‘Basın Özgürlüğü’ ve Sovyetler Birliği’nden bağımsız bir Macaristan talep ediyorlardı. Protestoların büyümesinden korkan hükümet polise protestonun ne pahasına olursa olsun dağıtılması emrini verdi. Polis göstericileri dağıtamayınca, silahsız sivil halkın üzerine ateş açtı. Öfke giderek büyümüş olaylar önü alınamaz bir hale gelmişti. Ordunun bir kısmının da protestoculardan yana tavır almasıyla silahlanan halk ilerleyen günlerde şehirdeki Sovyet Birlikleri’ni püskürtmeyi başarmıştı. Yeni kurulan hükümet Sovyetlerden bağımsız, dünyaya açık bir Macaristan hayali kurarken çok geçmeden yeni Sovyet birlikleri Budapeşte’yi işgal etti. Kanlı çatışmalarda 2500’den fazla Macar ve 700 Sovyet askeri ölürken Macaristan’ın özgürlük hayalleri uzun süreli rafa kalkmıştı.
Bütün bunlar yaşanırken Budapeşte’den sağlıklı haber almak oldukça zordu çünkü Batılı basın şehirde, ‘İş Birlikçi’, ‘Karşı Devrimci’, ‘Ajan’ olarak görülüyordu. Şehirde yayın yapan Özgür Avrupa Radyosu’nun yayınlarının da engellenmesiyle içeriden haber almak neredeyse imkansızlaşmıştı. Ancak ayaklanmanın bastırılmasının ilk günlerinden birinde Avusturyalı bir gazetecinin haberi dünya futbolunu yasa boğmuştu. ‘Direnişçilerin işgalci Sovyet Birlikleri ile girdiği çatışmada, Macar Milli Futbol Takımı kaptanı Ferenc Puskas tiranlığa karşı savaştığı barikatta hayatını kaybetti.’ Haber Avrupa’da o kadar büyük bir yankı uyandırmıştı ki Manchester Guardian gazetesi Puskas’ın ölüm haberini ilk sayfadan ‘Sonsuz Bir Üzüntü’ başlığıyla duyurmuştu. 24 saat içerisinde Puskas’ın ölmediği aslında Macaristan’da bile olmadığı anlaşıldı. Bilbao ile deplasmanda oynadıkları maçtan sonra Macaristan’ın işgal edilmesi sebebiyle ülkesine dönmemiş Viyana’da iltica etmişti. 1958 yılında Real Madrid ile anlaşan efsane forvet, Santiago Bernabeu’da ilk maçına çıkarken “De Entre Los Muertos” (Ölümden Dönüş) pankartı açıldı. 1981’e kadar ülkesine dönemeyen Puskas ancak doksanlı yıllarda kalıcı olarak ülkesine dönebildi.
Puskas ölmemişti ölmemesine ama bu yanlış haber Doğu Almanya’da bir grup Abitur[2] öğrencisinin hayatını değiştirecekti. Duvarın inşa edilmesine henüz 5 yıl vardı ve Doğu Almanya’da lise okuyan iki arkadaş fırsat buldukça Batı Berlin’e geçmeyi ve sinemaya gitmeyi oldukça seviyorlardı. Yine bir yolculuklarında filmden önce sinema perdesinde gördükleri Budapeşte Ayaklanması karşısında heyecanlanmışlardı. Ertesi sabah bütün sınıf arkadaşlarına ayaklanmadan bahsediyorlardı. Sosyalizmle yönetilen Doğu Almanya’da ayaklanma ile alakalı haber almak yasal olarak imkansızdı. Sınıf arkadaşları Paul’un yaşlı amcası Edgar’ın evindeki eski radyo Batı radyolarını çekiyordu. Okul çıkışı gittiklerinde radyoda yüzlerce öğrencinin öldürüldüğünü ve ölenler arasında Puskas’ın da yer aldığını duydular. Avrupa’nın birçok yerinde hayatlarını kaybedenler için 1 dakika sessiz kalınıyordu. Sabah sınıfta Puskas’ında ölenler arasında olduğunu söyleyerek ikna ettikleri arkadaşlarıyla 2 dakika konuşmama kararı aldılar ancak öğretmenin okul yönetimine şikâyeti üzerine olay Eğitim Bakanlığı tarafından soruşturulmaya başlandı. Öğrenciler kendi aralarında konuşup sessiz protestonun siyasi bir tepki amacı gütmediğini yalnızca Puskas’ın hayatını kaybetmesinin yasını tutmak için sustuklarını söylediler ama gözden kaçırdıkları bir şey vardı. Puskas’ın öldüğü haberi yalnızca Batı’da yayınlanmıştı ve normal şartlar altında Doğu Almanya’da okuyan bir lise öğrencisinin bu bilgiye erişim imkânı yoktu.[3] Puskas hayattaydı hayatta olmasına ama bu bir avuç lise öğrencisinin hayatı bir daha aynı olmamak üzere değişmişti.
[1] Ayrıntılı bilgi için bkz: Futbol Taktikleri Tarihi, Macar Bağlantısı syf, 149-166 / İthaki Yayınları
[2] Abitur (kısaca Abi), Alman ortaöğretim sisteminde eyalete göre 12 veya 13 yıl eğitim ve son sınıfta yapılan beş ayrı merkezi sınav sonrasında ulaşılabilen en yüksek lise diplomasıdır.
[3] Hikayenin devamını merak edenler, Das schweigende Klassenzimmer (The Silent Revolution) filmini izleyebilirler.