Rafael Nadal’ı anlatmanın pek çok yolu var. Onun için burada uzun bir yaşayan en büyük sporculardan biri tiradı atmak yerine “Kim olduğunu çok iyi biliyoruz” klişesine sığınacağım. Çünkü kim olduğunu çok iyi biliyoruz. Burada anlatacaklarım ise Nadal’ın kim olduğundan çok, zamanında başka bir şey olma ihtimaliyle alakalı. Olabilirmiş.
Evet, toprağı daha çok seviyor ama çime de sandığımızdan daha yakınmış Rafa. Bahsettiğim çim ise Wimbledon çimi değil. Aklınıza gelen ilk haliyle yeşil saha yani bizim çim.
Plak gıcırtısı eşliğinde filmi geri sardığımızda Nadal ailesinin sportif yönüyle karşılaşıyoruz. Amcalarından biri olan Toni Nadal, 3 yaşında ona ilk raketini hediye ederek efsaneyi başlatan kişi, hocası. Bir diğer amcası ise Miguel Ángel Nadal; Mallorca, Barcelona ve İspanya Milli Takımı formalarını terletmiş büyük bir futbolcu.
Buradan baktığımızda Rafael Nadal’ın muhtaç olduğu sportif kudretin damarlarında mevcut olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.
Miguel Ángel Nadal ─ The Beast
Bugünlerde ondan Nadal’ın amcası diye bahsedilse de öncesinde Rafael’den onun yeğeni olarak bahsediliyordu.
Futbola Mallorca’da başlayan Miguel Ángel Nadal, Mallorca formasıyla ilk maçına Barcelona karşısında Camp Nou’da çıktı. Bu onun Camp Nou’ya ilk çıkışı olmadı. Miguel Ángel Nadal’ın hikayesi sonrasında transfer olduğu Barcelona ile birlikte özel bir noktaya erişti çünkü Barcelona’nın başında Johan Cruyff vardı ve Johan Cruyff o sıralarda futbolu kökünden değiştirmekle meşguldü.
1991-92’de Cruyff’un rüya takımının parçalarından biri olan Miguel Ángel Nadal, Barcelona formasıyla toplamda 297 maça çıktı. Hem arka dörtlüde hem de defansif orta sahada kullanılabilmesiyle Cruyff’un taktiksel esnekliği için önemli bir taştı. İyi bir savunmacıydı.
61 kez İspanya Milli Takım formasını giyen Miguel Ángel Nadal, ’96 Avrupa Şampiyonası’nda eşine az rastlanır bir olayın da baş rolündeydi. Euro 96 çeyrek finalinde İspanya, İngiltere karşısındaydı. Wembley’de normal süresi 0-0 biten maçın galibini penaltı atışları belirleyecekti. İspanya adına 4. penaltıyı kullanan Nadal, Seaman’ı geçemedi ve tur atlayan taraf İngiltere oldu. Bu durum ender görülen bir doğa olayıydı… Çünkü bilirsiniz… İngilizler… Penaltı atamazlar.
Milli takımdaki bu dramatik olay elbette Miguel Ángel Nadal’ın kariyerine gölge düşürecek değildi. Kulüp kariyeri gayet parlaktı hatta Manchester United’a transferi söz konusuydu. Hatta Wembley’deki kötü anısına rağmen United’a gitmeye yakın olduğunu söylüyor Angel ancak bu transfer gerçekleşmedi. Barça’da kaldı, yıllar geçti ve evine; Mallorca’ya döndü. Biz de hikayenin öznesine, Rafael Nadal’a dönelim.
Rafael Nadal ve futbol ilişkisine baktığımızda burada henüz değinmediğimiz önemli ve büyük bir mesele daha var: Los Blancos, Los Galacticos ya da halk arasında bilinen haliyle Real Madrid.
Nadal’ın Real Madrid tutkusu, “Belki bir gün başkan olurum” diyebileceği bir seviyede. Bu tutkuyu belki de kariyerinin en özel anlarından birinde, 2022 Roland Garros’da, Real Madrid’in oynayacağı Şampiyonlar Ligi finaliyle alakalı ilginç soruya verdiği cevaptan bile anlamak mümkün.
28 Mayıs Cumartesi gününe denk gelen Real Madrid – Liverpool Şampiyonlar Ligi finali Paris’te oynanacaktı. Nadal da Roland Garros için Paris’teydi ve şanslıydı ki o güne kendi maçı denk gelmemişti. Bunu yakalayan bir muhabir Nadal’a “Cumartesi günü oynamamak için bir talepte bulundun mu?” sorusunu sormaktan çekinmedi. Nadal’ın cevabı da hazırdı “Buraya her şeyden çok Roland Garros’u oynamak için geldim. Fakat maç biletim de hazır.”
Elbette Nadal böyle bir talepte bulunacak değildi ancak onu Real Madrid’i izlerken gördüğümüzde muhabirin bu soruyu neden sorduğunu anlamak da daha kolay oluyor. Bileti tabii ki de hazırdı.
Nihayetinde Real Madrid, Paris’te 14. Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırırken Rafael Nadal da Paris’te 14. Roland Garros kupasını kaldırıyordu. 14, güzel sayı.
Hikayenin ailevi tarafına döndüğümüzde peş peşe bahsettiğim durumlar güzel bir kontrast yaratıyor: Barcelona efsanesi amca ve fanatik Real Madridli yeğen.
Miguel Ángel Nadal, Barcelona’ya gidene kadar “Real Madridliydik” diyor Nadal ailesi. O Mallorca’ya döndüğünde tekrar beyazları çekmişler. Tabii aradaki uzun Barcelona macerası, küçük Rafael’in Barcelona forması giymekten kaçamamasıyla sonuçlanmış. Bence yakışmış. Bence.
Barcelona formasıyla gördüğümüz fanatik Real Madridli çocuğun yarattığı tek kontrast bu değil. Belki de dünyanın en iyi solağı dediğimiz Rafael Nadal aslında solak değil. Amcası Toni Nadal, tenisteki doğal avantajı dolayısıyla onu oyunda solak yetiştirmiş. Çok da iyi yapmış. Hatta Roger Federer de bu durumu Rafael Nadal bir yere imza atarken fark etmiş. Bir ters köşe de saha dışında gelmiş yani. Tabii konumuz bu değil, konumuza dönelim.
Yol ayrımı demiştik… Futbol ve tenis… Miguel Ángel Nadal ve Toni Nadal… Yol ayrımı diyorum çünkü 12 yaşındaki Rafael hem futbolda hem de teniste gelecek vadeden bir gençti. Futbolda forvet oynuyordu, yetenekliydi. Teniste de temastan kaçınmayan bir forvet oyuncusu gibi fizik temelli bir profili vardı. Güçlüydü. Tenis topuyla yaptıklarını zaten biliyoruz, diğerine de şöyle bir bakmak lazım.
“Tenisi seçtim çünkü daha iyiydim” diyerek durumu özetliyor aslında Rafael, üzerine bir şey eklemek zor. Bir topun peşinden koşan 22 kişiden biri olmak yerine amcası Toni Nadal’ın ona 3 yaşında verdiği raketi seçmiş diyebiliriz. Topu ağlarla buluşturmak yerine topu ağların üstünden geçirmeyi seçmiş. Biraz daha romantize edersek Real Madrid’in beyazlarını çekmek yerine Wimbledon’da beyazları çekmeyi seçmiş. Yakışmış. Diğeri de yakışırmış.
Paralel evrenlerin birinde yaşanmakta olan forvet Rafael Nadal’ın futbol kariyeri için burada bir tek cümle kurabiliyoruz… Oradan golleri olabilirdi. “Nereden” sorusunun ise Nadal için pek fark edeceğini düşünmüyorum, her zaman yaptığı gibi, nereden gerekiyorsa oradan vururdu çünkü.