Andres Iniesta’nın hakkında merak edilenleri yanıtladığı soru-cevap röportajını derleyip Türkçeye çevirdik. İyi okumalar.
Çocukken duvarınızda kimin resmi asılıydı?
Pep Guardiola ve Michael Laudrup. Benim idollerim onlardı, ikisinin de posterini asmıştım. Bir de Michael Jordan posteri vardı duvarda. Chicago Bulls’ta oynarken Jordan’a müthiş bir saygı ve hayranlık duyardım.
La Masia’ya girdiğinizde 12 yaşındaydınız, oradaki ilk günleriniz nasıldı?
O yaşta ailemden ayrılmış olmak gerçekten çok zordu. Küçük bir kasabadan gelmiştim. Fuentealbilla, Barcelona’dan bayağı uzaktı. O yaşta bizimki gibi küçük bir kasabadan Barcelona gibi devasa bir şehre gelmenin kolay olduğun söyleyemem. Ama ailem beni ziyarete gelirdi, antrenman-maç olmadığı zaman ben eve giderdim. Herkesten farklı değil yani aslında. Benden daha uzaktan gelen ve tatilde geri dönen çocuklar vardı. Tabii o zamanlar şimdiki gibi dünyanın dört bir yanından oyuncu gelmiyordu Barcelona alt yapısına.
Barça’ya ilk geldiğinizde “hiç futbolcuya benzemediğinizin” konuşulduğuna dair hikayeler var. Merkez orta saha oyuncusu olarak fiziğiniz sizi olumsuz etkiledi mi?
Hiçbir zaman uzun boylu biri değildim, o yüzden bunu hiç dezavantaj olarak görmedim. Kimse benden iki metre birini marke etmem istemeyecekti. Ben de daha yaratıcı olabileceğimi düşündüm. Rakibi geçmek için büyük ya da iri olmanıza gerek yoktu. Hem bazen küçük olmak avantaj sağlayabilir. Lionel Messi’ye dev diyemeyiz değil mi? Futbolu zeminde ve ayağınızla oynuyorsunuz, oyun yere yakın. Boyunuzun o kadar önemi yok.
Barcelona akademisinde yetişirken en çok şeyi kimden öğrendiniz?
A takıma girdiğimde Carles Puyol ve Victor Valdes çok yardımcı oldular. Pepe Reina da çok yardım etti. Ruben diye bir orta saha oyuncumuz vardı bir de. Ama daha ilk günümde A takıma katılacağımı söylediklerinde ben yine B takımının yanına gitmiştim. Niye öyle yaptım bilmiyorum. Luis Enrique kapıcıya beni A takımın soyunma odasına getirmesini söylemiş, soyunma odasına indim ve orada Luis Enrique beni diğer oyuncularla tanıştırdı. Enrique’nin o an benim kim olduğumu bildiğini bile sanmıyorum, ama o tecrübeli oyunculardandı – takımın kaptanlarındandı.
Genç bir oyuncu olarak Louis van Gaal’le çalışmak nasıldı?
Van Gaal modern oyunun gördüğü en önemli antrenörlerden biri. Ne istediğine dair net fikirleri var ve bunları çok açık bir şekilde ifade ediyor. İspanyolca ana dili olmamasına rağmen bana bunu hissettirebilmişti. Genç oyunculara güven duyuyordu. Sıkıntılı zamanlarda bile. Çoğu antrenör bunu yapmaz.
Geriye dönüp baktığınızda “İşte bu kırılma anıydı” dediğiniz bir an var mı?
A takımla antrenman yapacağım söylenmişti, ilk kez A takımın parçası olarak onlarla birlikte çalışacaktım. O an etrafıma bakarken “Vay herkes topu ne kadar hızlı çeviriyor” diye düşünüyordum kendi kendime. Esas fark buydu: sürat. Buna hemen ayak uydurmak kolay değil. Zaman alıyor. Oradaki şartlara adapte olmalı ve öğrenmelisin. Sonra soyunma odasında etrafında dünyaca ünlü oyuncular var, daha önce televizyonda görüp gazetelerde hakkında yazılanları okuduğun futbolcuları bir anda her gün görmeye ve onlarla arkadaş olmaya başlıyorsun.
Sonra, A takımla maçlara çıkmaya başladım ama çoğu zaman yedek kulübesindeydim. Xavi de öyleydi. Doğrudan takıma giren bir tek Messi’ydi. Başlarda 20 – 30 dakika oynamaya başladım. O zamanlarda hazır olduğunu sanıyorsun, ama aslında değilsin. Bunu fark ediyorsun. Genç bir oyuncuyu gelişmesini sağlamak için doğru yöntem buydu.
Frank Rijkaard 2000’lerin ortasında Barcelona’nın talihini değiştirmişti. Bunu nasıl yaptı, takımda neleri değiştirdi?
Çok şey. Çok şeyi değiştirdi. 2000’lerin başında Barça çok zor zamanlardan geçiyordu. Başkan değişmişti, eleştiriler ve protestolar vardı; takım 2000-2001 sezonunda Şampiyonlar Ligi’ne katılmayı bile Rivaldo’nun ligin son maçında Valencia karşısında hat-trick yapmasına borçluydu. Beş yılda beş antrenör gelmişti, ama sonra 2003’te Rijkaard geldi ve beraberinde Ronaldinho’yla Deco gibi oyuncuları getirdi. Van Gaal yönetimindeki Barcelona’da çok fazla sayıda Hollandalı oyuncu vardı ama Rijkaard sadece daha fazla Hollandalı getirmedi. Benim gibi, Xavi gibi, Puyol gibi altyapıdan oyuncularla Hollandalıları bir takım haline getirdi. Rijkaard hep “adım adım” derdi; adım adım gittik, bir anda tüm maçları kazanmaya başlamadık.
Rijkaard Barcelona’nın felsefesini anlamıştı. Futbolun insanlara keyif verecek şekilde oynanmasını istediğini söylüyordu bize hep. Takım iyi gidiyorsa insanların da mutlu olacağını biliyordu. Ben de artık daha çok oynuyordum, çoğunlukta oyuna sonradan giriyordum ama oynuyordum. 2005-2006 sezonunda Xavi sakatlanınca ilk onbirde daha çok çıkmaya başladım.
Ronaldinho çok iyi değil miydi? Bir de şu internette dolaşan acayip hikaye vardı; Ronaldinho hakikaten sizi gecenin üçünde arayıp Real Madrid’e gideceğini söyledi mi?
Hayır. Ronaldinho beni gece üçte hiç aramadı. Belki de o zamanlar arayacağı ilk insan ben olmadığımdandır. Ronnie bize göre tılsımlı gibiydi. Sürekli gülerdi, sürekli mutluydu ve futbola deli oluyordu. Onun için bu bir oyundan öte sanattı, o da bir sanatçı. Birlikte oynadığım diğer tüm futbolculardan farklıydı. Bazen antrenmanda ona bakar ve “Bunu nasıl yapıyor?” derdim. Sonra bir maçta da o antrenmanda yaptığının aynısını yaptı ve tüm dünya ona iyice hayran olmaya başladı.
Ronnie çok sevimli bir adam. Keşke o seviyede bizimle daha uzun süre kalsaydı. Ona dair tek keşkem bu. Sıradışı bir oyuncuydu. Bernabeu’da iki gol atmıştı ve buna rağmen maç sonunda Madrid taraftarı bile onu alkışlıyordu.
Messi’nin Barça’daki gelişimine şahitlik etmek nasıl bir şeydi? O süreci bize anlatabilir misiniz?
Leo’yu 13-14 yaşından beri izliyordum, gelişimini o günden bugüne dek takip ettim. Daha o zamanlar bile onun farklı bir seviyede olduğunu anlıyordunuz. O antrenmanları asla unutamam. Çok özel bir oyuncu. Her zaman topu ayağına isterdi; inanılmaz bir sürati ve rakibi çalımla geçme yeteneği vardı. Bunda ısrarcıydı da. Bazı genç oyuncular başarılı olmak için gerekli niteliklere sahiptir. Leo’nun taktik zekası da çok yüksekti ama fiziksel, taktiksel açıdan da gelişim kaydetmeyi sürdürmesi ve tecrübe kazanması gerekiyordu. O da öyle yaptı. Top ayağında değilken de maça etki etmeyi öğrenmesi gerekiyordu ve başardı – çünkü rakipler onun ne kadar tehlikeli olabileceğini biliyordu. Onun sırf orada olması bile savunmacıları tedirgin ediyordu ve tedirgin bir savunmacı hata yapmaya açıktır.
Sizce Messi gelmiş geçmiş en iyi oyuncu mu? Eğer öyleyse bunu ilk ne zaman düşündünüz?
Evet bence öyle. Leo bana göre gelmiş geçmiş en iyi oyuncu. Çünkü o en komple futbolcu ve bu kadar uzun zamandır en üst düzeyde bunu sürdürmeyi başarıyor. Onu her gün görüyordum; Pele, Maradona, Cruyff gibi ondan önceki efsaneleri her gün görmedim. Sorduğunuz ikinci soru için belirli bir andan bahsedemem ama her yıl bunu düşündüğüm onlarca an sayabilirim size.
Pep Guardiola Barcelona’yı nasıl değiştirdi? Futbolcu olarak sizin özelinizde sizin için neler yaptı?
Her şeyi değiştirdi ama ufak ufak. Mesela tandemdeki oyuncuların ikisinin de top ayaklarındayken aldığı pozisyonu değiştirdi: artık daha kenara doğru açılıyor ve ileri çıkıyorlardı. Böylece biz de daha hızlı hücum edebiliyorduk. Kaleci de artık hücumlarımızın bir parçası olmuştu; ki bu da bize sahada sayısal üstünlük sağlıyordu. Defansın önündeki pivot oyuncunun konumunu daha ileriye almıştı ve artık burada oynayan yeni bir oyuncumuz (Sergio Busquets) vardı.
Pep benim sahadaki alanlara başka bir gözle bakmamı sağladı – etrafımızda alan daraltıp sahadaki boşlukları kapatan rakip oyuncular varken ve önümüzde de rakibin ofsayt çizgisi alanımızı daraltırken boşluk bulmamız için daha yaratıcı olmamız gerekiyordu. Antrenmanlarda bunu çalışıyorduk: belli bir alanla sınırlıydık, bir noktadan sonrasına geçmemize izin yoktu. Pep her zaman bize avantaj sağlayacak yeni şeylerin arayışındaydı.
Pep’in başardığı bir başka şey; daha önde ve daha sıkı baskı yapmamızı sağlamasıydı. Bu da topu hemen geri kazanmak için daha çok çalışmamızı gerektiriyordu. Biz bir kere kendimizi bulduktan sonra takımlar bizi nasıl durduracaklarını bilmiyorlardı.
Ama şunu da hatırlamak lazım; Pep aslında zorlu bir başlangıç yapmıştı, lig başında maçları kazanamıyorduk. Numancia karşısındaki ilk maçındaki 1-0’lık mağlubiyet büyük bir şoktu. Numancia küçük bir kulüptü çünkü. Pep bizi biraraya topladı ve “Eğer bana güveniyorsanız, bugüne dek çalıştıklarımızı sahaya yansıtmayı başarırsanız kazanacağız” dedi. Ona güveniyorduk, dediğini yaptık ve kazandık. Diğer takımların Pep’in yaptıklarını taklit etmeye çalışması Pep’e bir saygı duruşu aslında, Pep oyunu geliştirip başka bir noktaya getirdi.
Guardiola’nın kulübe geldiği dönemin başlarında takım iyi sonuçlar almıyorken Pep’in odasına gidip Barcelona’nın onunla birlikte başarılı olacağına inandığınızı ve ona “Lütfen hiçbir şeyi değiştirmeyin” dediğinize dair bir rivayet var. Bu doğru mu?
Evet, doğru. Numancia maçından birkaç gün sonraydı. Pep baskı altındaydı, çünkü burası Barcelona ve burada her zaman ciddi bir baskı olur üzerinizde. Ben bu baskıyı 12 yaşımdan beri oyuncu olarak hissediyorum; ki antrenörseniz çok daha fazladır. İnsanlar ondan şüphe edip onu sorgulamaya başlamıştı bile. Kolay değildi ve Pep o dönem bunlara alışkın, tecrübeli bir antrenör değildi. Eğer o bundan etkilenirse futbolcular olarak biz de zarar görürdük.
Bir de bu sadece Pep’in kötü başlangıcıyla alakalı değildi, önceki sezonu da kötü bitirmiştik ve o sezon şampiyon olan Real Madrid’e 4-1 kaybetmiştik. Taraftar mutlu değildi, ama hiçbiri sezon öncesi nasıl hazırlandığımızı bilemezdi. Hazırlık kampında İskoçya’daydık. Biz ne yaptığımızı, lige nasıl hazırlandığımızı biliyorduk ve Pep’in çalışma şeklini bayağı beğeniyorduk. Pep’in bizim alışık olduğumuzun dışında çok daha açık bir stili vardı. Ne istediğini çok net anlayabiliyorduk ve bizimle iletişimi çok iyiydi. Neticede o an söyleyebileceğim hiçbir şeyi değiştirmeyip böyle devam etmesiydi.
Guardiola, Xavi’ye “Sen beni emekli edeceksin ama bu çocuk hepimizi gönderecek” demişti sizin için. Bunu duyduğunuzda ne düşündünüz?
Saygı duyduğunuz insanların sizin için böyle şeyler söylemesi çok güzel. Özellikle de böyle bir motivasyona ihtiyacınız varsa. Onlar benden büyüktüler ve onlara muazzam bir saygı duyuyordum. İkisi de tüm iltifatları hak ediyorlar.
Xavi’yle sahadaki ortaklığınız nasıldı? Bu denli bir iletişimi ve işbirliğini nasıl kurdunuz?
Bir anda olmadı tabii. Farklı yaş gruplarında olmamıza rağmen aynı sistemde her sezon aynı şeyler öğretilerek yetiştirildik. Barcelona’nın sisteminin avantajı burada. Tüm o zorlu çalışmalar, antrenmanlar ve antrenörlerimizin sözünü dinlememiz karşılığını veriyorı. Aynı şekilde düşünüyor, aynı şekilde antrenman yapıyorduk. Bana kalırsa aramızda bir sezi vardı. Kulübün sistemine inanıyorduk. Kahramanımız Pep Guardiola’ydı, onu deli gibi takip ediyorduk; onun gibi A takıma çıkıp Barcelona forması giymenin hayalini kuruyorduk. Bu gerçekleştirilmesi çok zor, büyük bir düş. Çoğu insan bu hayallerini gerçekleştiremedi, ama biz başardık.
Xavi’yle ben farklı oyuncularız. Ama bir sürü ortak noktamız var. Futbola dair benzer düşüncelerimiz var, aynı şekilde hissediyoruz ve birbirimizle iyi anlaşıyoruz. Xavi gayet sıradan, normal bir adam, sakin biri. Tam bir aile babası. Her açıdan birbirimizle çok iyi bir uyumumuz var.
İnsanların sizi hep “Xavi ve Iniesta” olarak beraber anmasından rahatsız mısınız? Onun yerine ayrı ayrı anılmayı ister miydiniz? Ya da niye “Iniesta ve Xavi” değil mesela, değil mi ama?
[Gülerek] İnsanların Iniesta ve Xavi dediklerini de duydum ama! Belki şundan olabilir; Xavi benden dört yaş büyük. Futbola benden önce başladı, Barcelona formasını benden önce giymeye başladı. Büyük ihtimalle bundan insanlar önce onun ismini söylüyor. Hem ne fark eder…
2009’daki Şampiyonlar Ligi finalinde uyluğunuzdaki sakatlığa rağmen oynamıştınız. Ne kadar zordu, çok acı duydunuz mu?
Çok fenaydı, müthiş bir acıydı. Bana şut çekmememi söylemişlerdi maçtan önce, sakatlığın nüksetmesinden çekiniyorlardı. Böyle bir durumda pervasız olamazsınız. Sahaya çıkmaya hazır değilsen iyiyim diyemezsin. Takım arkadaşlarına da kötülük etmiş olursun. Kendi açından da sakatlık nüksederse daha ciddi bir sakatlığın içinde de bulabilirsiniz kendini. Ama o maçtan önce oynayabilecek kadar iyiydim ve güçlü bir rakibe karşı iyi bir maç çıkardım. Manchester United maça daha iyi başlamıştı ve birkaç kez öne geçme şansı da yakaladılar ama Samuel Eto’o golü attıktan sonra rahatladık ve etkili şekilde pas yapmaya başladık. O sezon üç kupayı da kazandık, daha önce Barcelona’nın tarihinde böyle bir başarı yoktu.
2009-2011 yılları arasında sabahları uyandığınızda karşınıza çıkacak her takımı yenebileceğinizi düşünerek güne başlamak nasıl bir duyguydu?
Kendinize olan güveniniz inanılmaz yükseliyor, her gün antrenmana gitmek sizin için bir eğlence haline geliyor. Müthiş bir zevk duyuyorsunuz. Çok güçlü oyuncularımız vardı, çok güçlü bir antrenörümüz ve çok profesyonel bir teknik kadromuz vardı. Yıllardır muazzam işler ortaya koyuyorlardı. Zirve noktası şüphesiz Wembley’deki finaldi. O sahneyi ve rakipleri de düşündüğünüzde… Bana kalırsa Guardiola yönetimindeki en iyi maçımızdı. Gerçi 2010 Kasımında Madrid’i 5-0 yendiğimiz maç da olabilir şimdi düşününce.
Güney Afrika’daki 2010 Dünya Kupası’ndan önce depresyondan muzdarip olduğunuzu söylemiştiniz. Sizi nasıl etkilemişti o süreçte ve neden böyle bir şey yaşadığınızı, ilk nasıl başladığını hatırlıyor musunuz?
Hiçbir zaman niye olduğunu bilemezsiniz ama ciddi anlamda kötü hissediyordum. Kolay değildi. Şüphe içindeydim, güvensizdim. Kendimi korunmasız hissediyordum. Hayatımda bir şeylerin yolunda gitmediğini hissediyordum. O dönem gerçekten kendimi tekrar şarj etmem gerekiyordu. Bu konuda takım arkadaşlarımla konuşmadım ama kulüpteki doktorlarla durumu paylaştım, iyi ki de onlarla konuşmuşum. Böyle hissettiğiniz zamanlarda size yardımcı olmakta uzmanlaşmış insanlar var. Şanslıyım ki anlayışlı bir ailem vardı. Ve tabii futbol. Futbol vardı. Kafamı boşaltmam ve kendimi eğlendirmem için iyi bir yoldu. Yavaş yavaş tekrar iyi hissetmeye başladım ve geçti.
İspanya 2008, 2010 ve 2012’deki turnuvaları kazandıktan sonra 2014 Dünya Kupası’nda yanlış giden neydi?
İstisnai bir durum gibi gözüküyor. Tabii tüm bunları kazanmak kolay değil. Her şeyin yolunda gitmesi gerekiyor. İspanya örneğinde 2016 ve 2018’de gördüğümüz gibi bu çok zor bir iş. Bu sorunun tek çözümü kazanmak ama zaten yapması en zor şey de bu. 2014’te Brezilya’da iyi değildik, bir şeyler doğru gitmiyordu ve böyle zamanlarda herhangi bir takımın sizi yenebileceğinin dersini aldık.
Barcelona formasıyla son maçınıza çıktıktan sonra Camp Nou’nun çimlerine çıkıp sahanın ortasında bir başınıza oturduğunuzda aklınızdan neler geçiyordu?
Hatıralar. Geçmişe dair düşünceler. O sahada yaşanmış güzel anlar. Camp Nou, benim en sevdiğim stad. Eşi benzeri yok. Sahada oynarken en yukarıyı zar zor görüyorsunuz. O kadar uzun zamandır ordaydım ki… O stadın hayatımda çok büyük bir yeri vardı. Barcelona formasıyla son maçıma çıktığımı biliyordum. O anın artık geldiğinin farkındaydım ve veda etmek benim için kolay olmayacaktı. O anı hakkınca yaşayabilmek için kendime biraz zaman tanımak istedim; o neşe ve üzüntüyü aynı anda yaşıyordum orada otururken.
Bir gün antrenörlük yapmayı düşünüyor musunuz? Barcelona’yı çalıştırmak ister misiniz mesela? Xavi’yle birlikte belki?
Hala aktif futbolcuyum ve eğer vücudum izin verirse 40 yaşına kadar oynamak istediğimi daha önce de söyledim. Ama sanırım futbolu bıraktıktan sonra antrenörlük yapmak istiyorum. Sahada olamıyorsam en azından ona yakın olayım.
Bu yazı, Four Four Two dergisinin Mart 2020 sayısında yayımlanan Iniesta soru-cevap röportajının Türkçe çeviri metnidir.