Maç Analizi | Kayserispor – Beşiktaş

Süper Lig’in 15. haftası. Kayserispor Beşiktaş’ı ağırlıyor. Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi’nde grubunu 14 puanla bitirmiş. Son maçtan önce grup liderliğini garantilemiş, kuradan çıkacak rakibini bekliyor. Kayserispor, 14 hafta sonunda Beşiktaş’la aynı puanda: 26. Ligde kapanan rakipleri açamayan, hücum alternatifleri geliştirip kendini ve rakibi şaşırtamayan bir Beşiktaş izliyoruz. Kayserispor ise sağlam defans yapan, hızlı hücuma çıkan sıkı bir takım olarak dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış. Maçın sonucunda puan eşitliği bozulmuyor; Kayserispor neredeyse bir yarısını 10 kişi oynadığı maçta Beşiktaş’a yenilmiyor. Tıpkı Akhisar, Malatya ve diğerleri gibi…

 

Modern futbol

Futbol üzerine düşünürken üzerinde durduğum şeylerden biri, bu oyunun bir kişinin topu alıp kaleye gittiği, diğerlerinin peşinden onu takip ettiği oyundan birbirine pas verme oyununa nasıl dönüştüğüydü. Tarihsel olarak değil, psikolojik olarak. Top ayağında kaleye giden o oyuncular buna nasıl ikna oldu? Sonra bir daha dokunmak yasakmışcasına, voleybol oynar gibi tek pasa futbolcuların nasıl kani olduğunu düşündüm. Çünkü oyun hızlanıyor, top paylaşılıyor ve üstüne üstlük iki pas arasındaki süre kısalıyor. Sahaya ne kadar iyi yerleşir ve fakat bunu hareket halindeyken devam ettirebilir ve ne kadar hızlı pas yapabilirsen o kadar mağlup edilemez oluyorsun. Bu da takımla bir bütün olarak oynamayı ve bazı özelliklerini törpülemeni, kendini değiştirmeni talep ediyor. Tam da bu noktada görülüyor ki, bazı oyuncular topun ayaklarından alınmasına o kadar da gönüllü değil…

Futbolda hızın ve topu paylaşmanın rakibi nasıl ekarte edeceği görüldükten sonra takımlar, pas yapmaya başladı. Yıllar geçtikçe bu pas bağlantılarına katılan oyuncu sayısı ve hızı arttı. Yavaşça pas bağlantıları hücumculardan gerilemeye ve günümüz itibariyle stoperleri de içine alarak kalecilere kadar gelmeye başladı. Bir takım ne kadar hızlı top çevirirse; çevirebilirse, rakip için savunabilmesi o kadar güç oluyor. Çünkü böylece oyuncularının bireysel meziyetlerinin yanı sıra “sahayı” kullanmaya başlamış oluyorsun. Ki saha önemlidir…

Maç 90 dakika. Top oyunda yaklaşık 60 dakika kalıyor ve bir oyuncu topa ortalama 3 dakika dokunuyor. Bu yüzden bazı oyuncular modern futbolun geri kalan 57 dakikasındaki “topsuz oyun” ve 1 saniye seviyesine inmiş hızlı paslarına tepki olarak topu tutabildiğince ayaklarında tutmaya çalışıyorlar. Onu istedikleri yerde alıp istedikleri şekilde kullanma talebindeler. Üstelik çok çalışıyorlar, formdalar ve yapmayı düşündükleri şeyin peşinde ısrarcılar.

 

Bir oyuncu neden bu arkadaşı topu kaptırdığında yedek kulübesine dönüp kollarını açar?

Quaresma, Beşiktaş’ın artık simge oyuncularından. Tarih altın harflerle onu da yazacak. Ama kabul etmek lazım ki bu sezon Beşiktaş’ın Süper Lig macerasında, Quaresma’yı merkezine alan futbolunda ciddi bir sorun var. Son iki sezonun fiyakalı şampiyonuna karşı takımlar ne yapmaları gerektiğini çözdü. Farkındaysanız Beşiktaş yenilmiyor. 15 maçta 7galibiyet alırken 6 beraberlik ve 2 mağlubiyet aldı. Beşiktaş’ın sorunu, rakiplerini yenememesi. Çünkü artık Beşiktaş’ın oyununu çözen rakipler bloklar halinde kale cephelerini kapatıyor ve topu Beşiktaş’ın kanatlarına yönlendiriyor. Planlar dahilindeki bir çeşitleme olarak büyük katkı verebilecek kanat ortaları, mecburiyete dönüşünce; önlem alan rakip için savunulması kolay bir hal alıyor.

Kayserispor-Beşiktaş

Beşiktaş’ın her lig maçı artık birbirinin aynısı olmaya başladı. Beşiktaş’la ilgili maç yazısı yazmak da bu yüzden nihayetinde bir “Beşiktaş’ın sorunları” yazısına dönüşüyor. Çünkü sürekli aynı şey oluyor: Beşiktaş’ın rakipleri aynı şeyi yapıyor ve sonuçta istediklerini alıyor.

Beşiktaş bu maçta da diğer lig maçlarında olduğu gibi topa fazlasıyla sahip olan takımdı. Kırmızı karttan önce de sonra da, siyah beyazlı ekibin topa sahip olma oranı %60’dan fazla.

Ancak Kayserispor’un neredeyse tamamını 10 kişi oynadığı ikinci yarıda, Beşiktaş’ın sadece iki isabetli şutu var. Onlar da uzaktan denemeler:

Maçın yine aynı bölümünde, Beşiktaş’ın ceza sahasına isabetli tek anahtar pası var:

Beşiktaş’ın rakip savunmayı aşamadığının en net göstergesi.

Kayserispor rakibe baskıyı iyi yapan, savunmada alanı iyi daraltan agresif bir takım. Beşiktaş karşısında da 44 pas arası yapmayı başardılar. Bu sayı Beşiktaş’ın kazandığı topların neredeyse iki katı.

Kayserispor bu topları; tehlikeyi önlemek, topu ve Beşiktaş’ı kaleden uzaklaştırmak ve hızlı hücum şansı yakalamak için kullandı. Sahada fiziken bir kişi fazla rakibinden 1 puan almayı da başardı.

Beşiktaş’ın sorunu nedir?

Beşiktaş bu sezon ligde 15 maçta 23 gol atabildi. Ve bu istatistik ilk 8deki takımlar içinde, Kayserispor’la birlikte, en kötüsü. Beşiktaş’ın kapanan rakiplere karşı gol bulmak konusunda çok ciddi bir sıkıntısı var. Peki bu neden kaynaklanıyor ve neden çözülemiyor? Beşiktaş nasıl oluyor da sahanın tehlikeli alanlarını tehlike yaratacak şekilde kullanmaktan uzak? Son 10 dakikada gördük ki, Şenol Güneş ne yapması, en azından denemesi gerektiğini biliyor: Peki neden yapılmıyor?

İlk sorun, bu yazının girizgahına sebep olan Quaresma. Çok fazla top kaybı yapıp bir o kadar pozisyonu yok eden Quaresma; alan oyununu, hücum sürekliliğini ve arkasındaki bekin oyununu da bozuyor. Üstelik artık ortaları verimsiz, çünkü rakipler ne yapacağını biliyor. Beşiktaş’ın kullanması gereken son çizgiye Gökhan inemiyor ve Quaresma da Gökhan aşağı yukarı taç çizgisine yakın benzer yerlerde topla buluşmaya çalışıyor. Biri savunma arkasından çizgiye inmeye çalıştığında da diğeri onu görmüyor ya da vermiyor. Böylece sahanın Beşiktaş için sağ tarafının son kısmı, kullanım dışı hale geliyor. Halbuki burdan içeri çevrilen toplarda Beşiktaş da az gol bulmadı. Beşiktaşlı oyuncuların, Fabregas’ın ve aşağıda göreceğimiz üzere Orkan Çınar’ın oynadığı alanlara, oyunu taşıması gerekiyor.

Fabregas Şampiyonlar Ligi maçında, savunmasıyla nam salmış bir diğer takım Atletico savunmasının arasında.

Fabregas görselinde olduğu gibi, kapanan takımlara karşı bek ya da orta sahadan birinin çizgiye inip rakip savunma dengesini bozması gerekir. Maçın son 10 dakikasında Tosic’le, Leipzig maçında Orkan Çınar’la gördük ki; bunun denenmesi fark yaratıyor. Peki neden maç planında bu şekilde çizgiye inişler planlanmıyor? Evet Babel yay çevresinde topu aldığında çok tehlikeli, evet şutu var ama tek meziyeti bu mu? Ya da Adriano evet sahanın altın alanını iyi kullanıyor, evet oyunu iyi yönlendiriyor ama hiç mi çizgiye inmez?

Aynı şekilde Gökhan Gönül de çizgiye inemiyor. Genelde Quaresma’yla yan yana da önlü arkalılar. Quaresma’nın savunmaya dönmemesi ya da Gökhan’ın koşularına pasla yanıt vermemesi, yukarıda bahsettiğim gibi, işleri bu noktaya getirmiş olabilir. Ama sonuçta Beşiktaş’ın sağ kanadına baktığımızda da çizgide bir Quaresma ve oralarda bir Gökhan Gönül görülüyor. Ya bu ikili birbiriyle anlaşamıyor ya da ikisinden biri plana uymuyor.

Quaresma’nın rakip oyuncuları üzerine çekerek açtığı alanın bir işlevi olmalı.

Günümüz futbolunda, Quaresma o çizgide duracaksa açılan o alanın bir işe yaraması lazım. Sadece bir kanattan orta yapılacak diye kafa vurma potansiyelindeki oyuncuların ceza sahasına girmesi gibi “sürekli bir plan” olamaz, işlemez. Quaresma’nın çizgide top aldığı zaman üstüne çektiği bekle rakip savunmada açılan alana girecek, burayı kullanacak bir oyuncu yoksa; Quaresma’nın çizgide durmasının da bir getirisi yok. Çünkü ne top onun ayağındayken ne de ters kanattan ona dönüldüğünde “alan üzerine” bir kullanım görüyoruz. “Bireysel meziyet gösterisi” bekliyoruz. Başlangıçta anlattığım gibi, artık günümüz futbolunda; ligimizde de bunu işletemezsiniz.

Quaresma’ya yükleniyoruz ama Gökhan niye işaretli alana değil de ters tarafa gitmeyi deniyor? Quaresma topu o tarafa çektiği için mi? Her halükarda Beşiktaş’ın sağ kanadında bir şeyler aksıyor.

İkinci sorun, yine girizgahta bahsettiğim oyun ve pas hızı sorunu. Bunun neticesinde Beşiktaşlı oyuncular, rakip yarı alanı genişletip savunma bloklarını açmayı başaramıyor. Dribling üzerinden adamını eksiltip boş alan yaratan ya da yakalayan oyuncu yok gibi. Ceza sahası etrafında Beşiktaşlı oyuncular driblinge teşebbüs etmiyor.

Kapalı savunmaları açmak için yapılacak iki temel şey var, ikisi de aynı amaçtan çıkıyor: Rakibin savunması konsantrasyonunu ve dengesini bozmak. 1. Topu son çizgiye indirmek 2. Driblingle adam eksiltmek. Bir de ters toplar var. Yoksa belirli bir pas hızında aynı pasları yapa yapa hentbolvari bir oyunla ceza sahası içine girmeden maçı kazanamazsınız. Rakip zaten bunu istiyor. Rakibin savunma bloğunu ve dikkatlerini dağıtabilmek için onları şaşırtmalısınız. Onları şaşırtmak için de önce kendinizi aşmalısınız. Siz sürekli topu döndürüp sonunda bir top cambazına bırakırsanız rakibin dengesini bozamazsınız; doğaçlamaya güvenmek bir “plan” olamaz.

Leipzig maçında Orkan’ın attığı gibi enfes bir çalım üzerinden son çizgiye inip en uzaktaki Lens’e pası aktarmadan o savunmayı nasıl dağıtabilirsiniz?

Beşiktaşlı oyuncular topu ayaklarına bekliyor. Topsuz oyunda Beşiktaş hücumcularının hareketliliği oldukça düşük. Bu da ayağa paslar ve ezbere oyunlara sebep oluyor. Kayserispor gibi sıkı savunması ile kapanan agresif takımlara karşı oyun da netice de üretilemiyor.

Beşiktaş’ın isabetli pas hızı ve atak aksiyonlarındaki sürati, Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalmış bir takım için oldukça düşük. Beşiktaş’ın kapalı savunmaları aşabilmesi için daha hızlı pas yapabilmesi gerekiyor. Porto ve Leipzig karşısındaki isabetli pas hızı da 14 civarında ancak Şampiyonlar Ligi’nden farklı olarak, topu size bırakan rakibe karşı daha hızlı pas yapabilmesiniz. Yoksa kapanan rakip savunmayı dengesiz yakalayamazsınız.

Üçüncü sorun, Beşiktaş’ın Messi-Alba gibi, z ekseninde bir hücum-pas opsiyonu yaratamamış olması. Tolgay ve bazen Oğuzhan bunu deniyor ama ya isabetsiz oluyor ya da sonuç getirmiyor. Beşiktaşlı oyuncuların pasları artık bildik ve önlem alınması kolay. Bunun üzerine orta yapmak dışında başka bir hava kanalı bulamadılar. Halbuki savunma arkasına başka türlü geçebilmek mümkün. Beşiktaş Süper Lig’de analog teknolojide kalmış gibi hücum ediyor. Çözümleri dünya futbolunda mevcut, kapanan takımların için açılması için yapılacak şeyler var; ama yapılamıyor. Beşiktaş sırrı çözülmüş, oyun hızı ve daha önemlisi iştahı düşmüş “2014 sonrası İspanya” gibi.

Oğuzhan bahsettiğim paslardan birini deniyor ama Kayserili oyuncu topu kafayla uzaklaştırıyor. Beşiktaş’ın bunları daha fazla çalışması ve daha çok denemesi gerekiyor.

Yukarıda belirttiğim gibi, Beşiktaş’ın sahanın tehlikeli alanlarında dribling teşebbüsü dahi yok. Kapanan bir savunmayı dağıtıp alan açabilmek için adam eksiltmeye ve denge bozmaya ihtiyaç var. Beşiktaş bunu denemiyor bile.

Beşiktaş’ın bu bölgede hücum etmesi ve son hamlelerini burdan şekillendirmesi gerekiyor. Ama Beşiktaş’ın sahanın altın alanlarını layıkıyla kullanamadığı, son çizgiye inemediği gibi ceza sahasının önündeki bölümü de topu sadece sağdan sola dolaştırırken aktarma merkezi muamelesi yapıyor. Halbuki geçtiğimiz sezonlarda pas oyunu oynayan Beşiktaş’ta, Oğuzhan’ın buralardan çıkardığı çok net asistleri olurdu. İşte bunları tekrar yapabilmek için rakibi açtıktan sonra Oğuzhan’a ordan pası çıkartacak alanı açmak gerekiyor; o kadar pası yaptıktan sonra Quaresma’nın orta yapması değil. Ortalar birinci plan değil, top cepheden dikine ceza sahasına gönderilemediğinde bir alternatif plan olmalı. Ama Beşiktaş bu bölgeyi yeterince iştahla zorlamadan ortaya yöneliyor. Dribling denemiyor, savunma düzenini dağıtacak hareketli oyunlar üretemiyor. Lig maçlarında çabucak çözüme gitmek istiyor. Bu da konuyu Beşiktaş özelinde psikolojik faktöre getiriyor.

Psikoloji ya da iştah: Beşiktaş 10 kişi kalan Kayseri karşısında neden tempoyu artıramıyor?

Beşiktaş çok büyük bir arenada, çok büyük işler yapıyor. Şampiyonlar Ligi’nde Türkiye ve Türk kulüpleri adına rekorları darmaduman etmiş bir takımdan bahsediyoruz. Bu takım 14 puanla ve son maça rotasyonlu kadrosuyla çıkabilecek bir lüksle grupları lider bitirdi. Ancak bunun bir bedeli var. Fiziki koşullardan kaynaklı “Şampiyonlar Ligi dönüşü” sendroumundan bahsetmiyorum. Çünkü Kayseri maçında oynayan oyuncuların çoğu Almanya’ya gitmedi dahi. Ortada mental bir dikkat dağınıklığı var. Beşiktaş çok büyük işler başardığı “Avrupa sahnesi” sınırlarından Türkiye’ye dönüş yaptığında bir an önce maçı bitirip gitmek istiyor. Çünkü son iki sezonda bu ligi zaten kazandı, Avrupa’nın büyük takımlarına diz çöktürüyor, Avrupa dolaylarında adına bir marka inşa ediyor; oyuncular dünya çapında tanınır ya da tekrar hatırlanır oldu. Buralar artık onlara hedeften çok halledip gitsek hissi veriyor. Bu da 10 kişi kalmış rakip karşısında tempoyu artıramamanın, heyecanı yükseltememenin sebebini açıklıyor: Çünkü heyecan duymuyorlar. Böyle bir maçta 10 kişi kalan rakip, “Bir şekilde kazanırız” rahatlığıyla başka bir his getiriyor sahadaki Beşiktaşlı oyunculara. Halihazırda maç başında hemen atıp bitirelim psikolojisiyle sahaya çıkan bir takımdan bahsediyorum. Maçın başında kaçan net pozisyonlardan sonra Oğuzhan’ın oynudan düşmesi ve takımın pozisyonların devamını getirememesi de bu yüzden.

İşte bu noktada da rotasyon meselesi gündeme geliyor. Cenk’in bu maçtaki tepkisi, Leipzig maçı ve Ziraat Türkiye Kupası’ndaki Malatya maçı üzerinden bir soru takılıyor akıllara. Madem öyle neden Şampiyonlar Ligi’nde oynayan oyunculardan başkaları oynamıyor lig maçlarında? Neden ligde başarıya aç, farklı özellikleri haiz, rakiplerin alışık olmadığı ve kendini göstermeye muhtaç oyuncular oynatılmıyor?

Bunun bir sebebi olmalı. Ama bilmiyoruz. Belki oyuncular için bahsettiğim psikolojik durum, teknik kadro ve Şenol Güneş için de geçerlidir.

Son: Takım içi rekabet

Şenol Güneş maç sonunda kapanan rakiplerini ve kapanmalarını eleştiriyor. Doğru, ama haftalardır bunu yapan rakiplere bir çözüm de üretebilmiş olmak gerekmez miydi? Rakipler sürekli aynı şekilde kapanıyor, Beşiktaş da istikrarlı olarak aynı oyunu oynamaya devam ediyor. Evet sahada Malatya ve Akhisar maçlarına göre kısmi farklılıklar görülüyor ama sonuç değişmiyor.

Şenol Güneş’in Leipzig maçı öncesi söylediği çok güzel bir şey var: “Hepsinden önce kendi oyunumuzu oynamak istiyoruz.” Beşiktaş’ın kendi oyunu artık çok katılaşmış ve kalıplaşmış olabilir mi? Artık bu oyunu biraz esnetmek, ona yeni dokunuşlar katma vakti gelmiştir belki.

Belki de işe psikolojiden başlamak gerekiyor. İki şampiyonluk kazanan kadronun lig için tekrar “uyarılması” gerekli. Bu uyaranların anahtarı da takım içi gerçekçi bir rekabette gizli. Şenol Güneş’in şampiyonluk konuşmasında dediği gibi: “Rakiplerimize de teşekkür ederiz. Onlar bizi zorlamasa biz de kendimizi geliştiremezdik.” Aynı şey “takım içinde, oyuncular için de” geçerli değil mi?