Fransızlar dahil kimse ilk iki maçtaki rahat oyunu takımlarından ummuyordu. Ribery’yi kaybetmiş, genç, deneyimsiz ve son yıllarda arka arkaya gurur kırıcı skorlar alarak kupalara veda etmiş bir ülke futbolu vardı.
2006 finalinden sonra düşüşe geçen Fransız Milli Takımı Deschamp ile 2014’te sonunda yükselişe geçmiş gözüküyor.
İlk maçında Honduras’ı rahat geçen ve maçta kendini sıkmayan ancak bizleri sıkkınlıkla izleyeceğimiz rahat dakikalara sürükleyen Fransızlar 2. maçta İsviçre karşısında idi.
İsviçre, deneyimli ve üst düzey liglerde top koşturan oyunculara sahip olmasının yanında bir de Hitzfeld faktörü ile turnuvaya geldi.
Maça şok bir sakatlık ile başladı İsviçre. Bu sakatlık maçın daha başında belki de kırılma anı oluyordu takım adına. Djourou-Senderos ikilisi kalan dakikalarda kalelerinde gördükleri gollerin çoğunun sorumluluğunu taşıyacaklardı. Kaleci Benaglio’da kötü sonucun sorumlularından biri olarak ön planda idi. Ayakta kalan tek isim Shaqiri idi İsviçre’de.
Aslında Fransızlar dahil bizler de bu denli farklı bir maç beklemiyorduk. Kadro dizilişlerine baktığımızda ilk maçta yedek soyunan ve Fransa kadrosunun en golcü oyuncusu olarak turnuvaya katılan Giroud ileri uçta Benzema ile birlikte yer alıyordu. Deschamp’ın bu dizilişi maçı “kesinlikle kazanmak” üzerine planlanmış bir hareketti.
İsviçre ise Ekvador maçında vasat gözüken oyuncularının yerine maçı çeviren Mehmedi ve Seferoviç’e ilk11’de şans verdi.
Maçın henüz ilk yarısında 3-0’lık üstünlüğü kuran Fransızlar şu ana kadar Almanlar ile birlikte en oturmuş ve en net futbol oynayan takımlar. Yüzdeli ve dikine paslar, top rakipteyken özellikle Matuidi-Sissoko ikilisi önderliğinde yaptıkları topa baskı ve savunmada ayakta kalışları, rakipler için ciddi anlamda zorlu bir takım haline getiriyor Fransızları. Daha az pas ile sonuca odaklı oynayıp, top rakipteyken sürekli koşan, basan ve hareket halindeki savunma düşüncesi turnuvada az gördüğüm özelliklerden birisi ve bunu Fransa sahada çok iyi uyguluyor.
İsviçre bu gruptan bir şekilde çıkar. Rakiplere bakınca bunu çok rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Aslında 5-0 geriye düştükleri anlarda dahi maçı bırakmayıp 5-2’ye taşımaları ve son saniyeye kadar durmaksızın oynamaları bile bence fark yiyen bir takım için saygı duyulması gereken bir özellik. Bunu ilk maçta son dakikada attıkları golde de yaşatmışlardı bize. Defansta yaptıkları hatalar olmasa çok daha zevkli bir futbol izleyebilirdik.
Minik bir sitem de bizlerden hakeme gelsin. Benzema’nın son anda attığı golü “maçı bitirdim ben” diyerek vermemesi üzücüydü futbol adına. Enfes bir vuruş ile ağlara gönderdiği top geçerlik kazanmadı belki Benzema’nın ancak bizlere daha bu tarz şık goller izletecek gibi görünüyor. Diğer Real Madrid oyuncularının (Başta Ronaldo ve İspanyollar) döküldüğü turnuvada, Ancelotti’nin “gönderilebilir” gördüğü Benzema’nın parlaması da çok güzel bir mesaj niteliği taşıyor şuana kadar.
’98 Dünya Kupasın’da fırtına gibi esen, finalde Brezilya’yı 3 golle mağlup eden Fransa, sanki şu iki maçta geri dönmüş gibi hissettirdi bana. 2 maçta atılan 8 gol, oynanılan müthiş futbol ile “98 Ruhu” turnuvaya tat katmaya devam edecek gibi gözüküyor.