Kimmich’in hikayesi: Yükseliş

fcbhippo-largesixteentonine

Joshua Kimmich Alman futbolunun yeni yükselen değeri, genç jenerasyonun en önemli parçalarından biri. Bayern Munih ve Alman Milli takımının genç oyuncusu, yeteneklerini her geçen gün geliştirerek hem kulübü hem de ülkesi adına giderek daha önemli bir isim haline geliyor. Bayern’in son iki golünü onun attığını ve takımına bu gollerle 4 puan getirdiğini hatırlamakta fayda var. (Hamburg deplasmanında galibiyeti getiren 88. dakika golü ve Köln karşısında takımını öne geçiren ancak 3 puana yetmeyen gol)

Kimmich Dünya Kupası Elemelerinde Alman Milli Takım’ında yer alıyor. Forma giydiği iki maçın birinde gol atarak, diğerinde ise asist yaparak skora etki etmeyi de başardı. Ayrıca kulübündekinden farklı olarak milli takımda sağ bek oynamasına ve ancak 2. maçtan sonra formayı kapmasına rağmen Euro 2016’nın En İyi 11’ine de seçildi.

Aslına bakılırsa çok yönlü oyuncunun sahada pozisyon seçtiği söylenemez.  Ancelotti döneminde daha çok orta sahada izlediğimiz Kimmich’i, Guardiola döneminde ön liberodan stopere kadar birçok farklı pozisyonda da görmüştük.

Enerjisi, disiplini ve istikrarıyla göz dolduran oyuncunun hikayesini kendi ağzından dinleyelim.

1

The Players’ Tribune platformunda yayınlanan, Joshua Kimmich’in kendi ağzından aktarılan yazının orijinal hali için tıklayınız.

Gürültülü bir cam kırılma sesi duyuldu.

Hemen suçlu bakışlarla birbirimize baktık. Bir diğer kırık pencere.

Evin içinde, annem sesi gayet iyi tanıyordu. Bu noktada ne olduğunu veya nasıl olduğunu dahi sormadı. Sadece dışarıya çıkıp bize doğru baktı.

“Bu kez hanginiz yaptı?”

Black Forest ve eyaletin başkenti Stuttgart arasında kalan Bosingen isimli küçük bir Alman köyünde büyüdüm. Küçük derken, gerçekten de küçük bir köyü kastediyorum.  Köyümüzde 1700’den fazla insan yoktu. Ve hepimiz futbolu seviyorduk. Fakat etrafta biz çocukların futbol oynayabileceği yeteri kadar alan yoktu.

Bu da konuyu pencereye getiriyor.

Yaz ayları annemin sebzelerini mahvetme pahasına, ailemin bahçesine doluşmak anlamına geliyordu. Kışın ise evimizin önündeki sokağa taşınıyorduk. Gerçi pencereler hala güvende değildi.

Ailemin bahçesi futbolu öğrendiğim ve sevdiğim yer.  Sadece 4 veya 5 yaşındayken, önce sol sonra sağ ayağımla bana pas ve şut atmayı öğreten babamla bahçeye çıkardım. Biraz daha büyüdüğümde mahalleden daha büyük çocuklarla oynamaya başladım ve bahçemiz herkesin buluşup futbol oynadığı bir yere dönüştü.

7 yaşıma gelinceye kadar fazlasıyla çok pencere kırmıştık ve artık anne babama gına gelmişti. Bir gün eve geldim ve ön bahçede iki tane kale buldum. Yerel futbol takımının artık onlara ihtiyacı kalmamıştı ve ailem onları takımın elinden almıştı. Babam kaleleri, yolun karşısındaki kullanılmayan bir araziye dikti.

“Çocuklar oraya gidip futbol oynayın.”

2

Böylece kendi sahamızı kurmuştuk. Tüm saha sadece bize aitti. Her gün ve hafta sonları oraya çıkıp oynadık. Hatta kendi “stadyumumuz” için tribünler bile yaptık. Evinin inşasını yeni bitirmiş bir komşunun arda kalan bir sürü çerçöpü ve dışarıda bekleyen tahtaları vardı. Elbette hepsini aldık. Bölük pörçük, parçaları getirdik ve eğimli bir yığın oluşturduk. Ardından tahtaları boydan boya yerleştirdik ve adım adım yükselttik. Gelip bizi izlemek ve desteklemek isteyen insanların oturması için kendi eğreti tribünlerimizi yapmıştık. Profesyoneller gibi hissettik ki bu aslında tam olarak hepimizin hayaliydi.

Giderek büyüyen forma koleksiyonumdan –Zidane, Rosicky veya Schweinsteiger- bir formayı giyerek gerçek tribünlerle çevrili bir stadyumda oynadığımı hayal ederdim. Gözlerimi yumup profesyonel bir futbolcu olduğumu, arkasında Kimmich yazan bir forma giydiğimi ve taraftarların adıma tezahürat yaptığını görebilirdim.

Fakat o tezahüratlar, hatta hayal ürünü olanlar bile, bir gün durma noktasına geldi. Görünüşe göre köyümüzdeki herkes ben ve arkadaşlarım kadar futbol sevdalısı değildi. Ailem, köyden birinin araziyi satın aldığını ve sahamızın üzerine inşaat yapacağını söyledi. Şüphesiz küçük bir çocuk olarak sahanın nasıl sadece bize ait olmadığını anlamadım. Çok kızgın, çok üzgündüm. O arazi bizim sahamızdı. Tribünler bize aitti. Sahayı yatak odamın penceresinden görebiliyordum ve inşaat kamyonları geldiğinde izledim. İşçilerin tribünlerimizi yerle bir edişini ve sahamızı kazışlarını gördüm. Sahamızın yerini yapay bir göl ve bahçe almıştı.

İçler acısıydı.

Köyün diğer tarafında yaşayan büyük babam imdada yetişti. Evinin yakınında bir diğer kullanılmayan arazi vardı ve biz de kaleleri taşıyıp tekrar işe koyulduk. Bu kez küçük bir kulübe inşa ettik. Böylece havanın uygun olduğu hafta sonları, bütün gün futbol oynayabiliyor ve geceleri orada yatabiliyorduk. Bazı geceler barbekü partileri veriyor, sabahları da futbolla dolu yeni bir güne başlamadan önce kahvaltımızı ediyorduk.

Benim için önemli olan tek şey futboldu.  Arkadaşlarımla oynamadığımda yerel futbol kulübünün genç takımında antrenman yapıyor oluyordum. Bir gün bölgedeki en iyi takımlardan biri olan Stuttgart’ın genç takımıyla oynadık. Stuttgart birçok profesyonel futbolcunun kariyerlerine başladıkları kulüptü. Onlara karşı 3 gol attığım maçı 3-2 kazandık.

3

Fark edilmek için hiç de fena bir yol değil.

Fakat Stuttgart anne ve babama onlar için oynayabilir miyim diye sorduğunda hayır dediler. O zaman sadece 8 yaşındaydım ve bu haftanın birkaç günü gidiş geliş 2 saatlik bir yol demekti. Çok fazla hayal kırıklığına uğramamıştım. Çünkü zaten harika bir takımdaydım ve bir futbol akademisine çok erken katıldığınızda ne olabileceğini biliyordum. Köyümüzden bir başka çocuk 8 yaşındayken bir futbol akademisine katılmış ve birkaç yıl sonra ona yol vermişlerdi.

Ben sadece olduğum yerde kalmak ve gelişimimi sürdürmek istedim. Fakat bölgesel seçme takımlarda oynamaya başlamamla, önümüzdeki 3 yıl boyunca Stuttgart aileme baskı yapmayı sürdürdü. Hatta takımın tesislerini görmemiz için bizi davet ettiler.

Fakat ailem yerinden kıpırdamadı.

Babam “Eğer bizden bir şey istiyorlarsa o zaman onlar bize gelebilirler” dedi.

Sanırım babamın bu konudaki tutumunu kabul ettiler. Çünkü çok geçmeden Stuttgart takımından genç bir koç kapımızda belirdi. Bize teklifi birkaç gün düşünmemizi söylediyse de ailem o zamana kadar, kısa süre önce 5. Şampiyonluğunu kutlayan kulübe katılmamın en iyisi olduğuna karar vermişlerdi. Haftada birkaç sefer babamla birlikte Stuttgart’a gidiyorduk. 2 yıl sonra, gün be gün bu çok ağır geldi. Her sabah 7’de kalkıyor ve akşam 10’dan sonra eve geliyordum. Ev ödevlerimi arabada yapıyor veya derslerimi tekrar etmek için geç saatlere kadar ayakta kalıyordum. Bir şeylerin değişmesi gerekiyordu.

Ve sonra akademiye tam zamanlı olarak katılmam için teklif geldi.  Stuttgart bu teklifi her yıl sadece 18 oyuncuya yapıyordu ve ben onlardan biriydim. Fakat evden ayrılmam gerekiyordu. Ailemle bunu konuştuk ve onlar yine bunun benim için en iyisi olduğunu biliyorlardı. Eşyalarımı toplayıp arabaya yükledik ve akademiye doğru yola koyulduk. Annem beni kucakladığında gözyaşlarını tuttu. Sanırım onu ağlarken görmemi istemiyordu. Ben de babam ve kız kardeşimi kucaklarken aynını yapmaya çalıştım.

Bölgesel seçme takımımızdan tanıdığım bir çocuk daha benimle aynı zamanda akademiye katılmıştı. Akademideki en genç çocuklardık. Yalnızca 14 yaşındaydık. Etrafta gezinmeye ve her odanın kapısını çalıp kendimizi tanıtmaya karar verdik.

“Merhaba, ben Joshua!” Arkadaş canlısı görünmeye çalışıyor olsam da aslında ödüm kopuyordu.

Kısa süre içinde yerleştim ve akademinin en genci olmanın aslında ne anlama geldiğini fark ettim: Her öğünden sonra mutfağı ve masaları temizlemek. Benim için sorun değildi. Çünkü her gün yurtta takılmak ve derslere girmek dışında sadece futbol oynayabiliyordum. Gerçi 4 yıl ve akademide geçen birkaç sezondan sonra daha fazlasını istedim.  Sadece 18’imdeydim. Fakat 3. Ligde mücadele eden Stuttgart’ın ikinci takımında oynamaya hazır olduğumu hissediyordum.

Ancak kulüp benimle aynı fikirde değildi.

Antrenörler bana “Yeterince iyi değilsin, fiziğin yeterince güçlü değil.” dediler. Akademiyle bir yıl daha geçirmem gerektiğini de eklediler. Profesyonel takımlarda benimle aynı pozisyonda oynayan ve benden daha iyi olan oyuncular olduğunu söylediler.

“Onları geçip maçlarda oynaman için hiç şansın yok.”

4

Oysa ben kendimi kanıtlama şansı için hazır olduğumu biliyordum. Sahada neler yapabileceğimi kanıtlamak istiyordum. Eğer takım bana inanmıyorsa, inanacak bir tane bulmak istiyordum.

Sanırım şimdiye kadar öğrendiğim en büyük ders, bir futbolcu için en önemli olan şeyin ona inanan, ona güvenen bir teknik kadroyla çalışması olduğudur. Yıllar önce kapımıza gelip ailemi Stuttgart’a katılmam için ikna eden antrenörün RB Liepzig’e geçtiğini öğrendim.  Böylece takımla ve o zamanki Liepzig sportif direktörü,  Avrupa’nın en yenilikçi ve saygı duyulan isimlerinden olan Ralf Rangnick ile tanıştım. Ralf’in daha önce birçok genç yetenekle çalıştığını biliyordum. Orada oynamak evden daha da uzaklaşmak demek olsa da profesyonel futbol oynayabilmek için her şeyi yapmak istiyordum. Dolayısıyla, her zaman yaptığımız gibi, ailemle bunu konuştuk.

Ralf’in ve kulübün bana güvendiğini hissediyordum. “Bu şansa sahibim ve bunu değerlendirmeliyim.” diye düşündüm.

O günlerin, hayatımda geçirdiğim en zor zamanlar olduğu ortaya çıktı.

RB Liepzig’e katıldığımda hali hazımda bir kasık sakatlığıyla boğuşuyordum ve ne kadar sürede iyileşeceğimi bilmiyordum. Sonraki 4 ay boyunca sadece iyileşmeye odaklandığımdan dolayı takımla çalışamadım. Takımın geri kalanı birlikte antrenman yaparken, ben sadece antrenörümle bire bir çalışabiliyordum. Şehri bilmiyordum. Yeni takım arkadaşlarımı tanımıyordum. Bunun yerine, yalnızca bir televizyon, laptopum ve cep telefonumla bir otel odasında tek başıma ve ailemden 550 kilometre uzaktaydım. Sanırım her gün evi aradım.

Annem, istersem gelip birkaç hafta benimle kalabileceğini söyledi.

Çok yalnız hissetmeme rağmen bunu kendi başıma yapmam gerektiğini biliyordum. Neler yapabileceğimi göstermek için yeterince sağlıklı olmalıydım. Yavaş yavaş sahalara geri döndüm, takım arkadaşlarımı tanıdım. Birkaç ay ve birçok maç sonra Stuttgart’a karşı oynadım.

5

Maçı biz kazandık. O sahadan galibiyetle ayrılmak iyi hissettirdi. Aksini düşünen insanlara yeterince iyi olduğumu göstermiştim. 3. Ligde oynuyordum. Profesyonel bir futbolcu olmuştum.  O zamanlar her şeyin daha iyiye gidebileceğini düşünmemiştim.  Kulüpler 19 yaş altı Avrupa Şampiyonu olan takımın bir parçasıydım. Üstelik ikinci lige çıkmıştık.

Bunun üzerine geçen Ocak ayında menajerim aradı.

“Bayern Munih’in seni istediğini söylesem ne düşünürsün?”

Bekle biraz, ne?

“Hadi canım, bu mümkün değil.”

“Joshua, seni istiyorlar.”

Ona inanmadım. Bunu teknik direktörden duymak istediğimi söyledim.

Futbolun en büyük kulüplerden biri beni mi istiyordu? Birkaç hafta sonra, Bayern’in ofislerinden birindeki toplantı odasında Pep Guardiola’yla tanışmak için oturduğumda bunu kendisinden duydum.

Pep hakkında bildiğim her şey televizyonda izlediklerimden ibaretti. Çok gergindim ama o odaya girdiği anda güven hissettim. O an Bayern için oynamak istediğimi biliyordum. Pep benimle güçlü yanlarım ve zayıflıklarım üzerine konuştu. Farklı bir stilde oynamayı öğrenerek nasıl daha iyi bir oyuncu olacağım konusunda bana yardımcı olmak istediğini söyledi.

“Seni bu takımda istiyorum.” dedi.

MUNICH, GERMANY - MARCH 16:  Philipp Lahm (R) team captain of Muenchen celebrates victory with his team mate Joshua Kimmich after winning the UEFA Champions League Round of 16 Second Leg match between FC Bayern Muenchen and Juventus at Allianz Arena on March 16, 2016 in Munich, Germany.  (Photo by Alexander Hassenstein/Bongarts/Getty Images)
MUNICH, GERMANY – MARCH 16: Philipp Lahm (R) team captain of Muenchen celebrates victory with his team mate Joshua Kimmich after winning the UEFA Champions League Round of 16 Second Leg match between FC Bayern Muenchen and Juventus at Allianz Arena on March 16, 2016 in Munich, Germany. (Photo by Alexander Hassenstein/Bongarts/Getty Images)

Asla unutmayacağım bir andı.

Pep ve Bayern’in bende bir şey gördüğünü sezdim ve onlara yanılmadıklarını göstermek istedim.

Klişe olduğunu biliyorum ama geçen yıl bir rüyanın gerçek olması gibiydi. Yalnızca 21 yaşındayım ve her gün sahaya dünyanın en iyi futbolcularından bazılarıyla çıkıyorum. Dünya Kupası’nı, Avrupa Şampiyonasını, Şampiyonlar Ligi’ni kazananlar artık benim takım arkadaşlarım.

Elbette Allianz Arena’daki ilk maç öncesinde baskı altında ve gergindim. Ancak oraya Manual Neuer, Thomas Müller, Philipp Lahm, Jerome Boateng ve tüm bu adamlarla çıkmak doğrusu futbol oynamayı oldukça kolay hale getiriyor. Çünkü onlar tam orada, benim yanı başımdalar ve bana çok şey öğretiyorlar.

Ve sonra Bayern taraftarları var.

Her hafta 75 bin taraftar Allianz Arena’yı doldurur. Genç bir çocukken babamla beraber bir Bayern maçına gitmiştim. Daha önce hiç bu denli büyük bir stadyum görmemiştim. Her şey çok büyük ve gürültülüydü. 10 yıl sonra babam tekrar o tribünlerde benim Bayern için ilk maçıma çıkışımı izliyordu. Şampiyonlar ligi maçlarında ve lig kupasını kazanırken bu takımın bir parçası oldum ve bu inanılmazdı.

7

Bazen Bosingen’deki küçük stadımızda arkadaşlarımla oynadığım ve taraftarların adıma tezahürat yaptığını hayal ettiğim zamanları düşünürüm. Şimdi her şey çok daha büyük ve en vahşi düşlerimden bile çok daha farklı.

Yaz tatilinde eve geri döndüm. Herkes Fransa’da gerçekleşen Avrupa Şampiyonası’nda başardıklarımla çok gurur duyuyordu.  Hem benim hem de sanıyorum ki bir çok kişi için sürpriz bir şekilde, takım arkadaşım Jerome Boateng , Cristiano Ronaldo ve Antonio Griezmann gibi yıldızlar ile birlikte EURO 2016’nın En İyi 11’ine seçilmiştim.

Herkesin futbola deli olması, çocukların formalarla etrafta koşturması gibi bazı şeyler  o köyde hiçbir zaman değişmeyecek. Gerçi diğer bazı şeyler değişti. Sahamız ve küçük kulübemiz artık yok. Fakat kalelerden biri büyükbabamın kendi bahçesinin ve bunun için fazlasıyla yerinin olduğu evine geri getirildi.

Büyükbabam,  profesyonel bir futbolcu olma hayalleri kuran küçük kuzenim için kaleyi orada tutmaya devam ediyor.

Küçük kuzenim önce sol sonra sağ ayağıyla pas ve şut atmayı öğrenmek için orada çalışıyor. Ve bir Bayern Münih forması giyiyor. Arkasında Kimmich yazan bir tane.