Bugün, dünyayı değiştirmeye yardımcı olacağını umduğum bir şeyi, yalnızca küçük bir yolla olsa bile başlatıyorum. Ve umarım dünyadaki diğer futbolcular bu hedefte bana yardımcı olacaktır. Ama size bunu söylemeden önce, futbolun benim için ne anlam ifade ettiğini söylemeliyim. Bunu yapmak için asla unutmayacağım bir şeyle başlamalıyız.
Ceza alanına yapılan orta hala gözümün önünde. Thomas Müller’in kafasından sıçrayan topun Petr Čech üzerinden dönüp direğe çarpıp içeri girdiğini görebiliyorum ve sonra sesi hatırlıyorum. Düşündüğümü bile duyamadım … sadece saf bir elektrikti.
Bayern Münih, Münih’te 2012 Şampiyonlar Ligi Finali’nin 83.dakikasında takımım Chelsea karşısında 1-0 öne geçtiği golü attı. Daha önce böyle bir ses duymuş muydum bilmiyorum.
Birkaç saniye sonra, Bayern oyuncularının maçı kazandıklarını düşündükleri golü kutlamayı bırakmasını bekleyen Allianz Arena’nın orta yuvarlağında duruyordum. Takım arkadaşım Didier Drogba, oyunu tekrar başlatmak için bana doğru yürüdü. Didier asla başını eğmezdi- asla cesareti kırılmış gibi görünmezdi – ama şimdi öyle değildi. Ve nedenini anlayamadım. Finale kadar gelmek için çok uğraştık. Antrenörümüz birkaç ay önce görevden alındı, sonra son 16’da Napoli’yi geriden gelerek yendik, yarı finalde Camp Nou’da 10 kişi ayakta kaldık. Peki şimdi … ne olacaktı? Bitmiş miydi? Elimi Didier’in omzuna koydum ve “Bak, Didier.” dedim. Nerede olduğumuza bak. Lütfen, endişelenme. İnanmaya devam et … sadece inan. ”
Bazı nedenlerden ötürü bu maçı kazanacağımızı düşünmeye devam ettim. Oldukça sessiz bir insanım ve sanırım Didier onu devam etmesi için cesaretlendirdiğimi görünce kendini tutamadı ve gülümsedi.
“Tamam, Juan,” dedi. Haydi.
Çığlık çığlığa 50.000 Alman taraftar tarafından çevrelenmiştik ama sahada Didier ve ben sadece bir fırsata ihtiyacımız olduğunu biliyorduk. Ve beş dakika sonra, bir fırsat yakaladık. Bir köşe vuruşu kazandık. Topa yöneldim ve Didier de koşarak ön direğe geldi. Hatırlıyorsun değil mi?
Bence her Chelsea taraftarı Martin Tyler’ın haykırışını hatırlıyor.
“Drogbaaaaaaaaaaaaa! Şapkadan tavşanı yine çıkardılar! Chelsea, Şampiyonlar Ligi’nden öylece vazgeçmeyecek! ”
Beraberlik golünü attığımızda … Biliyordum. Penaltı vuruşlarına gittiğimizde bile biliyordum. Ve Didier son penaltıyı atmak için adım attığında, gol olacağından emindim. Bence topa vurduktan sonra yüzündeki ifade her şeyi açıklıyordu. Ağlamak mı yoksa gülmek mi istediğini bilmiyordu. Hepimiz gibi boğulmuştu.
Ve çılgınlık geçtiğinde hemen ailemi düşündüm. O gece her biri kalabalığın içindeydi: babam, annem, dedem, arkadaşlarım. Penaltıların, onlar için stresli olduğunu biliyordum özellikle de zavallı büyükannem için.
Daha sonra birisi bana çok endişelendiğini ve maçın sonuna kadar lavaboda saklanmak zorunda kaldığını söyledi.
Çığlık çığlığa 50.000 Alman taraftar tarafından çevrelenmiştik ama sahada Didier ve ben sadece bir fırsata ihtiyacımız olduğunu biliyorduk.
Şampiyonluğu kutlarken takım arkadaşlarıma göz gezdirdim ve futbolun güzelliğini gördüm. Çek Cumhuriyeti’nden kaleci. Sırbistan’dan bir savunma oyuncusu ve Brezilya’dan bir oyuncu. Gana, Nijerya, Portekiz, İspanya ve İngiltere’den orta saha oyuncuları. Ve tabii ki, Fildişi Sahilleri’nden inanılmaz bir forvet.
Farklı koşullardan, dünyanın dört bir yanından gelmiştik ve birçok farklı dil konuşuyorduk. Bazıları savaş sırasında büyümüştü. Bazıları yoksulluk içinde büyümüştü. Fakat biz hepimiz birlikte, Almanya’da Avrupa şampiyonu olarak duruyorduk.
Ortak bir hedef uğrunda çalışmak için dünyanın her yerinden bir araya gelmemiz, kupadan daha anlamlıydı. Bana göre bu dünyayı daha iyi hale getirecek bir şey bu.
Çok şanslıyım. Kuzey İspanya’da inanılmaz destekleyici bir ailede doğdum. Babam eski bir futbolcuydu – becerikli bir kanat oyuncusu. Benim gibi sol ayaklıydı ama daha hızlı olduğunu itiraf etmeliyim. Rakip futbolcuları çalımlamayı severdi. Eski maçlarının video kasetlerini Oviedo’daki evimizde izlediğimi hatırlıyorum. Onu futbol oynarken izlemek eğlenceli görünüyordu. Ben de futbolun benim için öyle olmasını istedim.Ve işler çocukluğumda benim için böyle idi- bu şekilde yetiştirildim. Babam futbolcu olmasına rağmen asla futbol oynamam için zorlanmadım. Annem ve babam -Juan ve Marta- ben ve kız kardeşim Paula’nın yaşamın bizlere sunduğu şeyleri tecrübe etmemizi istediler. İlk imzamı futbolda iyi olduğum için değil, genel kültür sorularını –genel akademik sorular gibi ama daha zorları- cevaplamakta iyi olduğum için verdim. 13 yaşındayken yaklaşık 200-300 soruyu cevaplamam gereken bölgesel bir yarışmaya gitmek için bir takıma seçildim. Kazandık ve ertesi gün okuldaki tüm küçük çocuklar bizim imzalarımızı istediler. Birkaç hafta sonra ekip olarak Avusturya, Almanya, Lihtenştayn ve İsviçre’ye gittik. Diğer ülkelerdeki insanların nasıl yaşadığını ilk defa bu gezide gördüm. Bu kadar genç yaşta bana dünyayla ilgili farklı bir bakış açısı kazandırdı. Ben her şeyi bilmiyordum ama daha fazlasını görmek istediğimi biliyordum. 15 yaşındayken futbol bana bu şansı verdi. Yerel bölge takımı Asturias ile çıktığım maç yeni bitmişti ve babam beni normalde olduğu gibi eve götürüyordu. Fakat bu sefer farklı bir yol izledik. Tek bir otomobilin park edildiği bir park yerindeydik. Bizi bekleyen bir adam vardı … ve ben onu tanıdım. O Real Madrid’in scout ekibinin başındakilerden biriydi. Onu birkaç maçımızda görmüştüm. Babam birkaç dakika onunla konuştuktan sonra arabaya geri döndü ve bana Madrid’in beni transfer etmek istediğini söyledi. Şaşkına dönmüştüm… Gerçekten ne düşüneceğimi bilmiyordum. Madrid? Real Madrid? Beni istiyor? Önümüzdeki birkaç günü ailemle konuşarak geçirdim. Annem ve babamın beni Madrid gibi büyük bir şehre göndermesi zordu, ancak ailemizde şöyle bir söz vardı : ‘’ Hayatta aynı şans iki kez ayağınıza gelmez’’
İlk imzamı futbolda iyi olduğum için değil, genel kültür sorularını –genel akademik sorular gibi ama daha zorları- cevaplamakta iyi olduğum için verdim.
O gün, benim için gelmişti ve bunun bir daha asla gelmeyeceğini biliyordum.
En büyük hayranım olan dedemle de konuştum. Annem ve babam meşgul olduğunda beni antrenmanlara ve maçlara o götürürdü. Maçlarımın da her birini izledi. Kalbimin sesini dinlememi ve profesyonel bir futbolcu olma hayalimin riskler gerektiğini söyledi.
İnsanlar futbol hakkında konuşurken genellikle para veya kupalar hakkında konuşurlar ama futbol aynı zamanda genç insanlara başka şeyler de sağlıyor. Gerçek hayat tecrübeleri…Ve bazen gerçek hayat zor.
Madrid gençlik akademisinde, yalnız yaşamayı ve haftalarca ailemden uzakta kalmayı öğrendim. Kendi başınızayken, kendinizle ilgili şeyler keşfediyorsunuz. Ailemin beni olduğum yere getirmek için ne kadar çok çalıştığını ve neleri feda ettiklerini düşündüm. Ve fark ettim ki onlara karşı sıkı çalışıp, şansımdan yararlanmak gibi bir sorumluluğum vardı. Fakat Madrid gibi bir kulüpte- ki o sırada Beckham, Figo, Zidane, Roberto Carlos ve diğerleri gibi oyuncular vardı – bunu yapmak zor olabilirdi.
2007 yazında Valencia ile sözleşme imzaladım. Keşke size orada geçirdiğim zamanın mükemmel olduğunu söyleyebilseydim ama değildi. Sanırım ilk sezonda teknik kadroyu üç kez değiştirdik. 30’larının ortalarında olan futbolcularla çevrilmiş 19 yaşında bir futbolcuydum. Ailem benim için endişeleniyordu özellikle de büyükbabam. Valencia’da birçok maça geldi. Ve orada olmadığı zaman televizyondan izlerdi. Kariyerimdeki hiçbir maçı kaçırmadı. Bir gece sıkıntılı bir anımda onu aradığımı hatırlıyorum ve bana ne dediğini asla unutmayacağım.
” Juan, futbol ve kariyerin, bana hayat veriyorlar. Seni izlediğim zaman çok gurur duyuyorum ve ümit doluyorum “dedi.
Bu konuşma beni ve futbola yaklaşımımı etkiledi. Kariyerimde yaptığım şey sadece benimle ilgili değildi. Bizimle ilgiliydi. Oynuyordum çünkü insanlara sadece gol atmaktan çok farklı yollarla mutlu ediyordum. Dedem bu düşüncenin vücut bulmuş haliydi ve bunu fark ettikten sonra bu düşünceyi daima zihnimde tuttuğumdan emin oldum.
Valencia’daki dört yılımı “yüksek lisans” olarak görüyorum, çünkü orada futbol sanatını öğrendim ve hayata dair değerli bir bakış açısı kazandım. Kariyerimde yaptığım şey sadece benimle ilgili değildi. Bizimle ilgiliydi. İngiltere’deki zamanım üniversiteden sonra gelen gerçek dünya gibiydi. Chelsea’de geçirdiğim zamanlar takımda iki kez yılın futbolcusu seçilmem ve Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu gibi muazzam olaylarla doluydu. Ama aynı zamanda bazı olumsuzluklar da vardı. Londra’daki üçüncü yıl zordu. Takımdan kesildim ve kendi yeteneğimi sorgulamaya başladım ama hiç kimseye öfkelenmedim. Ben böyle yetiştirilmedim. İlişkilere son derece önem veriyorum. Futbolda bu zor olabilir. Chelsea’den Manchester United’a gittiğimde kulüp hala aklımdaydı. Uygun bir ücret aldıklarından ve Londra’daki insanlarla bağlantımın devam edebileceğinden emin olmak istedim. Ve umarım bunu başarmışımdır. Ama şimdi Kırmızı Şeytan’ım. Ve başka yolu da olmazdı. Dünyada harika kulüpler ve Manchester United var. Bunun ne anlama geldiğini çok çabuk öğrendim. United ile ikinci sezonda Anfield’de Liverpool’a karşı bir röveşata golü attım ve bugün- takımım dünyanın neresinde olursa olsun – insanların neredeyse her zaman bana sorduğu ilk şey bu. İspanya’da küçük bir şehirden geliyorum, attığım golleri belki birkaç bin kişi görüyordu, şimdi insanlar Oviedo ya da Los Angeles’ta yaşıyor olsalar ya da Pekin ya da Melbourne’de de olsalar attığım golleri görüyorlar. United ailesi dünyanın her yerinde ve hemen hemen her gün futbolun dünyadaki insanları birleştirici gücünü hatırlatıyorum. United taraftarlarına duyduğum sevgi, Manchester’da yaşadığım her sene büyüdü. Onlara Liverpool’a karşı yaşattığım anlar gibi hatıralar verdiğim için mutluyum. Ancak şubat ayında Manchester halkının bana yardımına ihtiyaç duydum. Dedem – hala hiçbir profesyonel maçımı kaçırmamıştı- gerçekten çok hastaydı. Fransa’da bir Avrupa Ligi maçında Saint-Etienne’i 1-0 yendikten sonra otobüsteyken onunla yaptığım FaceTime görüşmesini hatırlıyorum. Sesi zayıftı … Onun mücadele ettiğini söyleyebilirim. Sözleri yavaş çıktı, ama o maçta Henrikh Mkhitaryan’a yaptığım asistin mükemmel olduğunu söyledi. Muhtemelen hayatımın en özel asistiydi. Çünkü dedemin gördüğü son asistti. Birkaç gün sonra vefat etti. Hayatında önemli bir şey olduğunda nerede olduğunu hatırlıyor musun? O maç ve eve dönüş yolundaki otobüs yolculuğu hakkında her şeyi hatırlıyorum. Umarım dedemi tekrar gördüğümde bunun hakkında konuşabiliriz. Kısa süre sonra cenazesine gitmek için İspanya’ya uçtum. Manchester’a geri dönüp telefonumu açtığımda, United taraftarlarının sosyal medyadaki tüm mesajlarını gördüm – ve bu benim için çok şey ifade etti. Keşke bana uzanan herkesi kucaklayabilmiş olsaydım. Oynadığımız bir sonraki maçı Southampton’a karşı kazandık. Ama sonra, biraz boşlukta hissettim… Zaferi paylaşacağım dedem yoktu. Futbolda ve hayatta en gurur duyduğum şeylerden biri, en büyük anılarımı ailemle paylaşmak. O an umutsuzca büyükbabamla konuşmak istedim fakat konuşamadım. Bunun yerine düşünmeye başladım. Futbolun bana verdiği her şeyi ve mirasımın ne olmasını istediğimi düşündüm. Sahip olduğum fırsatlarla ne kadar şanslı olduğumu biliyordum ve herkesin benim gibi bir ailesi olmadığını da. Daha önce hayır kurumlarıyla meşgul olduğum halde, daha fazla şey yapmak istediğimi biliyordum. Diğer çocukların sahip olduğum şansı yakalamasını sağlamak istiyorum. Bugün başlayarak, maaşımın %1’ini Common Goal isimli- ödüllü bir sivil toplum örgütü olan streetfootballworld tarafından işletiliyor – kolektif bir fona vereceğim. Tüm dünyadaki futbol yatırımlarını destekliyorlar. Bu eğer paylaşılırsa bu dünyayı değiştirebilecek küçük bir jesttir.Diğer futbolculardan, Common Goal XI’i oluşturmak için bana katılmalarını istiyorum. Birlikte, tüm futbol endüstrisi için ayrılmaz bir bütün olabilecek, paylaşılan değerlere dayanan sonsuza dek sürecek bir hareket yaratabiliriz.
Bu çabaya öncülük ediyorum fakat yalnız kalmak istemiyorum.
Futbolda öğrendiğim ilk derslerden biri, rüyalarınızı gerçekleştirmek için bir takıma ihtiyacınız var. Sahadaki bu mantra ile yaşıyoruz ancak bunu sosyal yaşantımızda yeterince görmüyoruz. Common Goal, futbolun topluma katkı sağlaması için ortaklaşa bir yol sunuyor. Futbolun küresel ölçekte uzun vadeli sosyal etki yaratması için en etkili ve sürdürülebilir yol budur. Futbolun bunu yapabilecek gücü var, ancak beraber hareket etmeliyiz.
Diğer çocukların sahip olduğum şansı yakalamasını sağlamak istiyorum.
Şimdi odağı oyuncuların katkılarıyla yapıyor ancak uzun vadeli hedef, topluluklarını spor yoluyla güçlendiren taban futbol hayır kurumları için tüm futbol endüstrisinin gelirlerinin %1’inin kilidini açmak.
Geçen ay, Hindistan’a Mumbai’ye böyle bir hayır işini görmek için seyahat ettim. Kentin hemen dışında bir gecekonduya gittik ve ilk başta yoksulluk seviyesini kavramak çok zor oldu. Hiçbir çocuğun böyle yaşamamalı. Şartları gören ruhum biraz çöküntüye uğradı.
Ama sonra civardaki çocuklarla etkileşime geçmeye başladık. Onların İngilizce harika değildi ve hepsinin futbolcu olduğumu bile bildiğinden emin değilim ancak şakalaşmalarla ve oyunla iletişime geçtik. Gülümsedim, gülümsediler. Koştum, koştular.
Yardım için orada olduğumuzu biliyorlardı ve havada bu elle tutulur enerji vardı. Ve bence, dedeme hayat verdiğim gibi- bu çocuklar bana hayat veriyorlardı. Bu yüzden şimdi diğer futbolcu arkadaşlarımı yardıma çağırmak istiyorum. Pek çok fırsata sahibiz çünkü çocuk oyunu oynuyoruz. Bir rüyayı yaşadığımız için çok şanslıyız. Bir araya gelelim ve her yerdeki çocuklara aynı ışığı ve sevinci yaşatmaya yardım edelim. Bunu yaparak, Common Goal’ün hedefinin gerçekleşmesi gerektiğini ve de gerçekleşeceğini -çünkü doğru olan bu- daha geniş futbol endüstrisine gösterebiliriz.
Kaynak: The Players’s Tribune
Çeviren: Ahmet Oğuzhan Kuru