Soyunma odasında olup bitenler teknik direktörü işinden edebilir. Hiç şüpheniz olmasın. Özellikle takımdaki daha tecrübeli oyuncular; kaptanlar ya da uzun süredir takımda olanlar. Kendilerine saygı duyulmasını istiyorlar, takımı kontrol etmek istiyorlar.
Oyuncu olarak birçok kez böyle ortamlarda bulundum ve şimdi antrenör olarak en büyük korkum bu; kadroyu idare etmek. 30 oyuncunun her birini mutlu etmek imkansız. Sadece 11’i oynayabilir ve diğerleri artık senin gibi düşünmez.
Fakat futbolcu olarak şunu öğrendim; oynamayanların da o takım içerisinde kendilerini önemli hissetmesi lazım. Şimdi bunu sağlama görevi bende.
Arjantin’in altın madalya kazandığı 2004 Atina Olimpiyatları’nda Marcelo Bielsa gibi bir antrenörüm olduğu için çok şanslıydım. Onunla ilgili size yüzlerce anekdot anlatabilirim. Onun futbol çılgınlığı, fanatik taraftarlardan farksız.
Futbolcu olarak onun yanındayken bu spora nasıl deli olduğunu anlıyorsunuz. Futbolla yaşıyor ve tek düşündüğü şey futbol; oyuncularının daha iyi olmasını sağlamak. Her zaman söylemişimdir Bielsa’ya on üzerinden altılık bir oyuncu verin, onu sekiz ya da dokuza çıkarır. İnanılmaz.
Bir diğer mesele, sizinle konuşurken ne kadar içten olduğu. Oyuncular onu bu yüzden bu kadar çok şey seviyor; iyi bir şey de kötü bir şey de söylese size yaklaşımı o kadar dürüst ki! Üç gol attığım bir maç hatırlıyorum. Çok mutluydum ama soyunma odasına indiğimizde o aksi fikirdeydi. “Bugün felakettin.” Neden? Hiçbir şey anlamamıştım. Ama onun futbol görüşüne göre asıl olan işin savunma kısmında ne yaptığımdı. Ya da ne yapmadığım. Mesela takım arkadaşlarıma yardım etmemiştim.
Futbola beş yaşında Parque Chas’tayken başladım. Buenos Aires’teki oldukça mütevazı bir takımdı. İlk antrenörüm Gabriel Rodriguez’den çok şey öğrendim; mesela antrenörün bir çocuğa nasıl davranması gerektiğini onda gördüm. Onun öğretme biçimine bayılıyordum.
River Plate’te ilk kez beni sahaya sürense Ramon Diaz’dı. Tam bir motivasyon ustasıydı. Onunla inanılmaz zaman geçirdim. 16 yaşındaydım ve ilk takıma girmek için daha kat etmem gereken çok yol vardı. Sezonun bitmesine sadece birkaç hafta kalmıştı ve A takımın üç forveti sakatlanmıştı. Kadroda iki hücumcu kalmıştı. Diaz, Gimnasia de Jujuy maçına başka bir forvet daha kadroya almak istedi. Ben üçüncü ligde oynuyordum ve bazen onlarla birlikte antrenmana çıkıyordum, ama böyle bir şey olacağı aklımın ucundan geçmezdi. Maçtan önceki son antrenman henüz bitmişti ve soyunma odasına indiğimde tahtada adımı gördüm. Oradan geçerken adınızı görünce başta inanmıyorsun. Başka bir nedeni var herhalde diyorsun. Ama adım ordaydı, seçilen oyuncular arasındaydım. Her şey orada başladı.
Yedek kulübesindeydim. Daha ilk yarıda bir forvet oyuncumuz sakatlandı. Sahada yalnızca bir forvet kalmıştı ve antrenör ikinci yarı beni oyuna almaya karar verdi. Çok gergin olduğumu hatırlıyorum ama sahaya çıktığım an tüm gerginliğim geçti. Çünkü Diaz bana şöyle demişti: “Rahat ol, senin bir sorumluluğun yok. Sorumluluk sahadaki tecrübelilerde.” O an söylenebilecek en doğru sözlerdi bunlar. Asla unutmam. Üzerimden tüm o yükü aldı. Bana bunları söylememiş olsa sahada çok büyük bir sorumluluk hissedebilirdim. Ama onun söyledikleri tüm gerginliğimi götürdü; sahaya çıktım ve golü attım.
Avrupa’da oynarken Benfica’da Jorge Jesus’la birlikte müthiş günler geçirdim. Jorge Jesus; Fabio Coentrao, Pablo Aimar, Angel di Maria gibi etkileyici bir jenerasyonun gerçekten gelişmesini sağlamış bir menajerdi. Saydığım bu olağanüstü futbolculara kendine has o tılsımını geçirmişti. İyi oynayan bir takım istiyordu ve bunu başarmak için çok çalıştı.
Jorge’yle antrenmanlarımızın ilk yarım saati topla oynayarak geçiyordu. Karşımızda rakip savunma olmadan analitik çalışmalar yapıyorduk. Böylece onun istediği o mekaniği öğrenmeye başladık. Jorge oyunculara çok büyük bir özgürlük alanı tanırdı ama aynı zamanda çok da talepkardı. Benim forvetin birkaç metre gerisinde yardımcı forvet olarak konumlanmamın takıma daha fazla opsiyon yarattığını fark etmişti. Böyle harika bir futbol oynayan bir takımda olmaktan gerçekten büyük keyif alıyordum. Her oyuncu böyle bir takımda oynamak ister. Bu çok büyük bir keyif.
Ama eğer kariyerim boyunca çalıştığım antrenörlerden en çok hangisine benzemek isterdin diye sorarsanız en çok Jose Pekerman gibi olmak isterdim. O işini çok sakin bir yerden algılayan, çok sakin çalışan bir antrenör. Bunu oyuncularına da geçirdi ve böylece zor durumlarda alabileceği en iyi performansı aldı. 2001’de U-20 Dünya KUpası’nda onunla birlikteydim, 2006 Dünya Kupası’nda da.
Jose kendine çok güvenen biridir. Sizinle konuşur. Olup biteni, ne düşündüğünü size açıklar. Sesini yükselttiği çok nadirdir. Antrenman açısından da ideal bir antrenördü; oyuncuların psikolojisi üzerine çalışırdı ve bu bize kendimizi iyi hissettirirdi. Mesela kamplarda hep birlikte yemek yerdik, bizi birbirimize yakın olmamız için hep teşvik ederdi.
Babmı kaybettiğimde de antenörüm oydu. Yardımları için ona her zaman minnettar kalacağım. O dönem Carles Rexach ve Barcelona’daki herkese de müteşekkirim; çok zor günler geçiriyordum ve hepsi bana çok yardımcı oldular.
Her futbolcunun bir gün yaşayacağı zorluk, jübile. Her an bu kararı almaya hazır olmanız gerektiğini söylerlerdi ki doğruymuş. Daha önce bunları yaşamış arkadaşlarım bana jübile konusunda iyi düşünmemi öğütlemişti. Eğer hala oynamaya devam edebileceğini hissediyorsan işler karışabilir. Bana şöyle demişlerdi: “Muazzam bir kaygı hissedeceksin ve ne yapacağını, ne tarafa gideceğini bilemeyeceksin.”
Futbolculuk kariyerimde Barcelona ve Real Madrid gibi büyük takımlarda oynama şansına eriştim. Bu takımlarda bir sürü maça çıktım. Her hafta; her antrenman, her seyahat. Ama bittiğinde kendini bir anda evde hiçbir şey yapmadan otururken buluyorsun.
Yine de şu her zaman çok açıktı; doğru zamanda doğru kararı vermeliydim. Karar verdikten sonra o mücadeleyi, rekabet etmeyi özlemedim. Oynamayı özledim tabii ki, çünkü bu spora aşığım ama rekabeti değil. Fiziksel olarak müthiş bir durumdaydım. Kararımı verirken asıl dikkat ettiğim psikolojik durumumdu. Fakat bu geçiş döneminde futbolcu arkadaşlarımın büyük yardımı dokundu. Ailemin de müthiş bir desteği vardı. Eğer böyle bir aşamada kendi başınızaysanız her şey çok zor olabilir.
Dürüst olmak gerekirse futbolu bıraktıktan sonra antrenörlük kursuna gitmeyi düşünmüyordum ama sonra bilgi dağarcığımı artırabileceğim bir fırsat geldi. UEFA Pro Lisans kursları hakkında iyi şeyler duymuştum ve oldukça kapsamlı olduğunu keşfettim. Teori ve bilgiyle doluydu. Bu size futbolun diğer taraflarını öğrenmek için bir fırsat veriyor. Oyuncuları anlamanız için fırsat veren bir deneyim.
Benden nasıl bir antrenör olur? Aslına bakarsanız halen hangi yola gideceğimi bilmiyorum; küçükler seviyesi mi yoksa profesyonel futbol mu? Bu zaman içinde alabileceğim bir karar benziyor ama soyunma odasına dair o büyük korkumla nasıl yüzleşmek istediğim konusunda çok netim. Benim için antrenör olarak başarılı olmanın anahtarı burada saklı.
Her şeyden önce futbolculardan profesyonel olmalarını ve takım arkadaşlarına da bu spora da saygılı olmalarını istiyorum. Nihayetinde bu kendilerine saygı duymaları anlamına da geliyor. Zor olacağını biliyorum çünkü tüm oyuncular aynı değerleri paylaşmıyor. Ama böyle düşünmeyenleri gözden çıkarmaktansa onları ikna edeceğim. Aynı değerleri paylaşan, birlikte hareket eden bir ekip olacağız ve aynı yolda birlikte ilerleyeceğiz.
Javier Saviola
Bu yazı Javier Saviola tarafından The Coaches’ Voice için kaleme alınmıştır. Metnin orijinalini buradan okuyabilirsiniz.