GIANLUIGI BUFFON | “Neden futbolcu olduğunu hatırlıyor musun?”

Bir gün evden çıktım ve kahvaltı için başka bir yere gitmek istedim. Yürürken bir müzenin önünden geçtim. Bir sanat galerisiydi. Afişte ‘Chagall Sergisi’ yazıyordu. Girip bir bakıyım dedim. İçeride belki iki yüz resim vardı, ama iki ya da üçü benim özellikle dikkatimi çekti. Ve biri beni o kadar etkiledi ki… İsmi ‘Gezinti’ymiş. Aslında çok normal, hatta çocuksu bir resimdi, bir çocuğun bile yapabileceği bir çizimdi. Ama o an galiba bana ihtiyacım olan şeyi verdi; neşe, sadelik, normallik. Böyle basit bir ‘yürüyüş’ beni gülümsetti, belki de o an bana ihtiyacım olan şeyin normallik olduğunu hissettirdi. Basit şeyler. Normalliğin, sadeliğin, basitliğin içinde mutluluk da geliyor çünkü. O güne dek nihilistik bir hayat tarzım vardı. Futbolun dışında beni harekete geçiren, bana bir şeyler hissettiren başka şeyler bulamıyordum; aramıyordum da. Antrenmana gidiyordum, oradan eve geliyordum. Televizyon izliyordum, uyuyordum. Antrenmana gidip eve geliyordum. Bir birey olarak varlığımı kaybediyordum, zihnimi köreltiyordum. Şimdi düşündükçe her şeyin zihinde başladığını fark ediyorum. Mutluluk hissi, mutsuzluk, tatminsizlik ya da tatmin olmak… Beyninin çürümesine izin verdiğinde bedenin de ölüyor. Ama sonra bu durumu tersine çevirmeyi başardım. Zihnimi yeni şeylerle beslemeye başladım. Bir ay belki bir buçuk ay sonra kendimi yenilenmiş hissediyordum… Herkesin yaratıcı bir yönü olduğuna inanıyorum. Seni buna motive edecek şeyi ve yeteneğini göstermenin bir yolunu bulman gerekiyor. Bu illa dünyanın en iyisi olacaksın demek değil, kendi yolunda yaptığın şeyde seni tatmin edecek şeyi bulmak. Bu, sana yaşadığını hissettirecek, kendinle gurur duymanı sağlayacak.

 

Gençliğime Sevgilerimle
Gianluigi Buffon

“Sevgili Gianluigi,

Bu mektubu sana bir sürü, bir sürü şey tecrübe etmiş ve birçok hata yapmış 41 yaşında bir adam olarak yazıyorum. Gigi, sana hem iyi hem kötü haberlerim var. Seninle ruhun hakkında konuşmak için burdayım. Evet, senin ruhun. İnansan da inanmasan da var.

Kötüyle başlayayım. Şu an on yedi yaşındasın. Gerçek bir futbolcu olmak üzeresin. Tam da hayal ettiğin gibi. Her şey güzel, her şey yolunda. Her şeyi bildiğini sanıyorsun. Ama hiçbir şeyden haberin yok dostum.

Sadece birkaç gün içerisinde Parma formasıyla ilk Serie A maçına çıkacaksın. O kadar bihabersin ki hiçbir şeyden korkmuyorsun. Şuan yatağında ılık sütünü içiyor olmalıydın. Ama sen ne yapıyorsun? Primavera’dan bir arkadaşınla gece kulübüne gidiyorsun. Sadece bir bira içeceksin değil mi? Tabii. Ama nasıl oluyorsa bir süre sonra abartmaya başlayacaksın. Bir film kahramanı gibi davranacaksın. Güçlü adamsın ya sen. Senin baskıyla baş etme yöntemin bu ama ruhun duymuyor. Vakit ilerleyecek ve gecenin birinde kulüpten atılıp polis memurlarıyla atışacaksın. Eve git Gigi. Eve git ve yatağa gir. Lütfen sana yalvarıyorum, o polis arabasının tekerine işeme. Polisler bunu senin kadar komik bulmayacak, kulüp buna gülüp geçmeyecek ve sen uğruna didindiğin her şeyi riske atacaksın. Bu senin yine yok yere kendi başına açtığın bir dert. İçinde yanan alev seni yanlışlara sürüklüyor. Ama tabii sen o sırada takım arkadaşlarına ne kadar güçlü ve özgür olduğunu gösterdiğini sanıyorsun. Oysa gerçekte bu taktığın bir maske sadece.

Kısa süre içerisinde çok sarhoş edici ve çok ama çok tehlikeli üç şey bahşedecek hayat sana. Ün, para ve hayallerindeki iş.

Şimdi eminim şunu düşünüyorsun, bunun nesi tehlikeli olabilir? Evet, şimdi söyleyeceğim şey bir çelişki. Bir yandan kalecinin özgüvene ihtiyaç duyduğu aşikar, kaleci dediğin korkusuz olmalı. Bir antrenörden dünyanın en teknik kalecisiyle, görüp görebileceği en korkusuz kaleci arasında seçim yapmasını istesen her seferinde o korkusuz pezevengi seçeceğine emin olabilirsin. Ama öte yandan korkusuz bir insan, aklı ve fikri olduğunu çok kolay unutulabilir. Eğer hayatını nihilistik bir şekilde yaşar ve sadece futbolu düşünürsen ruhun solmaya başlayacak Gigi. Sonunda öyle bir noktaya geleceksin ki yatağından çıkmak bile istemeyeceksin. Şimdi gülebilirsin ama böyle olacak. Kariyerinin zirvesinde, bir insanın isteyebileceği her şeye sahip olduğun bir anda hem de.

26 yaşındasın. İtalya’nın ve Juventus’un kalecisisin. Paran var, saygınlığın da. Hatta insanlar artık sana Süpermen diyor. Ama sen bir süper kahraman değilsin. Sen de herkes gibi herhangi birisin. Ve sana sonra ne olacağını söyleyeyim; üzerindeki baskı, seni bir robota dönüştürecek. Futbolculuk kolay değil. Rutinine hapsolabilirsin. Antrenmana gidersin. Eve gelip televizyon izlersin. Uyursun. Ertesi gün yine aynı. Kazanırsın. Kaybedersin. Bir daha, sonra bir daha…

Bir sabah uyanacaksın ve antrenmana gitmek için yataktan kalkmaya çalıştığında bacakların titreyecek Gigi. Durduramayacaksın. O kadar güçsüz kalacaksın ki arabanı bile süremeyeceksin. Yorgunluktan diyeceksin, belki bir virüs bulaştığını düşüneceksin. Ama daha da kötüleşecek. Bir süre sonra uyumaktan başka birşey yapmak istemeyeceksin. Antrenmanda yapman gereken her bir kurtarış gözünde dağ gibi büyüyecek. Yedi ay boyunca bu hayattan hiçbir şey anlamayacaksın.

Burada durmamız lazım.

Durmamız lazımdı çünkü on yedi yaşında bunları okurken ne düşündüğünü biliyorum. “Böyle bir şey nasıl olabilir? Ben mutlu bir insanım. Doğuştan liderim. Juventus’un kalecisi olacaksam, bir de milyonlar kazanacaksam mutlu olmalıyım. Depresif olmam imkansız,” diyorsun. Sana önemli bir soru sormak zorundayım. Neden hayatını futbola adamaya karar verdin Gigi? Hatırlıyor musun?

Sakın bana sadece Thomas N’Kono deme. Bundan çok daha derine gitmelisin. Her detayı hatırlamanı istiyorum…

12 yaşındasın. 1990 Dünya Kupası İtalya’da düzenleniyor. Açılış maçı San Siro’da, Arjantin’le Kamerun arasında. Fakat sen bu maç sırasında neredesin? Kapa gözlerini. Oturma odasındasın, tek başına. Neden her zamanki gibi arkadaşların yok etrafta? Hatırlayamazsın. Ananen mutfakta, öğle yemeği hazırlıyor. Dışarısı o kadar sıcak ki ananen evi soğuk tutabilmek için tüm camları kapamış. Tamamen karanlık, bir tek televizyondan gelen sarı parıltı var. Ne görüyorsun? Değişik bir isim. KAMERUN. Kamerun nerede onu bile bilmiyorsun. Bundan önce böyle bir yerin var olduğundan bile haberdar değildin. Arjantin’i ve Maradona’yı biliyorsun tabii, ama Kamerun’lu oyuncularda da büyülü bir şey var sanki. Yaz güneşinin alnında o sıcak havada kalecileri uzun kollu forma giyiyor. Ve siyah uzun eşofman altı. Pembe yakalarıyla o uzun kollu yeşil forma. Hareketleri, dik duruşu, fantastik bıyığı. Açıklanamaz bir biçimde kalbine büyü yapıyor sanki. Bugüne dek gördüğün en havalı adam. Spiker ismini söylüyor; Thomas N’Kono. Sonrası büyülü… Arjantin korner kullanıyor ve Thomas kalabalığın arasından yükselip topu 30 metre öteye yumrukluyor. Bu, hayatınla ne yapmak istediğini anladığın an.

Sen sadece bir kaleci olmak istemiyorsun. Sen işte böyle bir kaleci olmak istiyorsun; vahşi, cesur ve özgür. Maçı izlediğin her bir dakika olman gereken kişiye dönüşüyorsun. Kaderin ve geleceğin burada yazılıyor. Kamerun golü buluyor ve sen onların skoru koruması için o kadar geriliyorsun ki fiziksel olarak bunu daha fazla kaldıramıyorsun. Kanepeden kalkıyorsun, ikinci yarının tamamını televizyonun etrafında volta atarak izliyorsun. Kamerun ikinci kırmızı kartı görünce artık dinlemeye bile katlanamıyorsun. Maçın son beş dakikası televizyonun sesini kapatıp arkasına çömeliyorsun. Ara ara ne olup bittiğini görmek için ekrana bakıp sonra hemen yerine geri dönüyorsun. Son çıkışında Kamerun’lu oyuncuların kutlamalarını görüyorsun. Hiç düşünmeden caddeye atıyorsun kendini. Koşuyorsun. Mahalleden iki çocuk daha aynısını yapıyor. “Kamerun’u gördün mü? Kamerun’u gördün mü?” diyor herkes.

O gün içinde bir kıvılcım alevleniyor. Kamerun artık varolan bir yer. Thomas N’Kono diye bir adam var. Dünyaya Buffon’un da varolduğunu göstereceksin. Bu yüzden futbolcu oldun. Para ya da şöhret için değil. Thomas N’Kono denen bu adamdaki sanatsallığı gördün. Ondaki o ruh için futbolcu oldun.

Amacının para ve şöhret olmadığını hatırlaman lazım. Eğer ruhuna iyi davranmazsan, futbol dışındaki şeylerden ilham almak için etrafına bakınmazsan kötüye gideceksin. Eğer sana bir tavsiye vereceksem hala gençken dışardaki dünya için çok daha meraklı olmanı tavsiye ederim. Futbolun dışına, futbolun ötesine bak. Ancak bu şekilde kendini ve özellikle aileni büyük acılardan kurtarabilirsin.

Kaleci olmak cesur olmaktır, doğru. Ama cesur olmak cahil olmak demek değildir Gigi.

İçinde yüzdüğün depresyonun derinlerinde garip ve güzel bir şey olacak. Bir sabah rutinini kırmaya karar verecek ve kahvaltı için Torino’daki başka bir restorana gideceksin. Bu sırada şehrin içinde başka bir rota çizeceksin kendine. Böylece bir sanat müzesinin önünden geçeceksin. Kapıdaki posterde CHAGALL yazıyor. Bu ismi daha önce duymuştun. Ama sanatla ilgili bir şey bildiğin yok. Yapacak işlerin var. Kendi yoluna gitmelisin. Kalecisin, futbolcusun. Sen Buffon’sun. Peki gerçekten sen kimsin? Biliyor musun?

Burası mektubun en önemli kısmı Gigi. O gün o an, o müzeden içeri girmelisin. Hayatının en önemli kararı bu olacak. Eğer girmez de hayatına futbolcu olarak, Süpermen olarak devam edersen tüm duygularını ötelerde kapalı bir mahzende kilitleyip devam edeceksin. Ruhun gittikçe eksilecek. Ama eğer içeri girersen, Chagall’in yüzlerce resmini göreceksin. Çoğu sana bir şey hissettirmeyecek. Kimi güzel, kimi enteresan, kimi sana hiçbir şey ifade etmiyor… Ama sonra o resmi göreceksin. Seni yıldırım gibi çarpacak. Adı “Gezinti”.

Neredeyse çocuksu bir resim. Bir adam ve kadın parktalar, piknik yapıyorlar, ama her şey büyülü gibi. Kadın gökyüzüne doğru uçuyor, bir melek gibi; adam yerde duruyor, kadını tutuyor ve gülümsüyor. Bir çocuğun rüyası gibi. Bu resim öte bir dünyadan bir şeyler getirecek sana. Bir çocuğun hislerini geçirecek. Sadelikteki, basitlikteki mutluluğun hissi, Thomas N’Kono’nun topu 30 metre öteye yumruklamasının hissi, ananenin seni mutfaktan çağırışının hissi, karanlıkta televizyonun arkasında oturup dua etmenin hissi.

Yaşlandıkça bu hisleri unutmamız kolaylaşıyor. O yüzden yarın hemen o müzeye geri dönmelisin. Bilet kesen kadın sana gülerek bakacak. “Dün de burada değil miydin?” diyecek. Önemseme. İçeri gir. Buradaki sanat, senin en büyük ilacın olacak. Zihnini açacaksın ve içinde hissettiğin o dayanılmaz ağırlık hafifleyecek. Chagall’ın resminde havaya doğru süzülen kadın gibi uçup gidecek içinden.

Bazen hayat önceden bizim için yazılmış olmalı diyorum kendime. O kadar çok açıklanamaz ve güzel şey geliyor ki başına tüm bunlar birbiriyle bağlantılıymış gibi hissettiriyor. Bu da onlardan biri. Çünkü Parma’da oynayan genç bir kaleciyken cahilliğinden yapacağın bir şey seni mimleyecek… Önemli bir maçtan önce takım arkadaşlarına ve taraftara senin bir lider olduğunu göstermek için bir şey yapmak isteyeceksin. Cesur olduğunu, büyük bir karakter olduğunu görsünler diye. Formana bir mesaj yazacaksın. Okuldayken gördüğün, sıraya kazınmış bir söz. “Korkaklara ölüm”. Onu yazacaksın formana. Senin için bu sadece motivasyonel bir nara. Bunun aşırı sağcı faşistlerin sloganı olduğunu bilmiyorsun… Bu yapacağın, ailenin çok büyük acılar yaşamasına sebep olacak hatalarından biri. Ama bu hatalar kıymetli çünkü sana insan olduğunu hatırlatıyor. Bu hataların, yıllar boyunca tekrar ve tekrar hiçbir bok bilmediğini hatırlatacaklar sana dostum. Bu iyi bir şey çünkü futbol senin özel biri olduğuna seni ikna etmek için yılmadan uğraşıp duracak. Ama sen, bir barmenden, bir elektrikçiden hiçbir farkın olmadığını hatırlamak zorundasın. Seni depresyondan çekip çıkaracak şey budur. Özel biri olduğunu düşünmek değil, herkes gibi biri olduğunu hatırlamak. Şu an bunu kavrayabilecek durumda değilsin, daha on yedisin, ama seni temin ederim asıl cesaret zayıflığını gösterebilmek ve bundan utanmamaktır. Sen bu hayatın sana sunacağı tüm güzel şeyleri hak ediyorsun Gigi. Herkes gibi. Bunu hatırla.

Her şey senin gençliğin ve şu anki naifliğinden göremeyeceğin kadar birbirine bağlı. Benim tek pişmanlığım zihnimi, ufkumu dünyaya daha önceden açmamış olmam. Belki de ben böyleyim. 41 yaşında içindeki o yangını halen hissediyor olacaksın. Bunu söylediğim için üzgünüm ama bu yaşa geldiğinde de tatmin olmuş olmayacaksın. Dünya Kupası’nın avuçlarının arasında yükselmesi de seni teskin etmeyecek. Hiç gol yemediğin bir sezon geçirene kadar kendinden memnun olmayacaksın.

Belki de sen hep böyleydin. Udine’deki amcanlara gittiğin o ilk kışı hatırlıyor musun? Dağdaki o ilk kış. Dört yaşındaydın. Gece boyu kar yağmıştı. Daha önce hiç kar görmemiştin. Uyanıp pencereden dışarı bakınca hayal gördüğünü sandın. Tüm şehir beyaza bürünmüştü. Pijamalarınla dışarı koştun. Karın ne olduğunu anlamıyordun bile. Ama hiç tereddütün yoktu. Beyaz bir kar kütlesine baktın ve ne yaptın? Düşündün mü? Etrafında dönüp inceledin mi? Geri dönüp paltonu almak için içeri koştun mu? Hayır. Dosdoğru atladın. Hiç korkmadan. Ananen bağırıyordu “Gianluigi!!!!! Hayır! Hayır! Hayır Gigi!” Sırılsıklam olmuştun ve sırıtıyordun. Sonra bütün bir hafta ateşler içinde yattın. Ama umrunda olmadı. Sen böylesin. Sen Buffon’sun. Merak etme, varolduğunu tüm dünyaya göstereceksin.”

Gianluigi BUFFON                                                    14 Ekim 2019

 

Bu yazı The Players’ Tribune’da yayınlanmıştır, buradan okuyabilir ve röportaj videolarını izleyebilirsiniz.