Tottenham’ın sisteminin en önemli parçalarından ve Pochettino’un gözdelerinden biri olan Eric Dier’ın Euro 2004’den 2016’ya uzanan hikayesi. Tottenham-Manchester United karşılaşması öncesinde genç oyuncunun Mart ayında The Players’ Tribune platformunda yayınlanan samimi açıklamalarını hatırlayalım:
10 yaşındayken Zinedine Zidane, Estádio da Luz stadyumunda İngiltere’ye maçı kaybettiren, beni ise gözyaşlarına boğan bir penaltıyı gole çevirdi. Portekiz Euro 2004 turnuvasına ev sahipliği yapıyordu. Ben de sıcak bir yaz gününde oynanan İngiltere’nin Fransa karşılaşması için tribünlerde yerimi almıştım.
O günden hatıralarımda kalan tek şey atmosferdi. Portekiz çok misafirperver bir ülke ve o gün her iki ülkeden de çok sayıda taraftar sokaklardaydı. Şehir büyük bir coşku içindeydi. Ben de kuzenim, amcam ve babamla birlikte bu duyguyu paylaşıyordum.
Frank Lampard, David Beckham’ın duran toptan kestiği ortayı kafa vuruşuyla üst köşeden filelerle buluşturduğunda kuzenim ve ben kendimizden geçmiştik.
Ardından başımıza Zidane geldi…
Bu maçtan iki yıl önce anne babam, 5 kardeşim ve 2 köpeğimizle birlikte Portekiz’e taşınmıştık. Bundan önceki İngiltere dönemime dair pek fazla anım yok. Yeni bir ülkeye uyum sağlamakta çok zorlandığımı da söyleyemem. Çünkü küçük kardeşlerim ve ben birlikte vakit geçirmekten keyif alıyorduk. Birlikte olduğumuz sürece büyük bir değişiklik hissetmedik. Ben Sporting Lizbon futbol akademisinde oynuyor ve Portekizce öğreniyordum ki bu da işimi kolaylaştırıyordu. İngiliz ve Portekiz kültürleri birbirinden çok farklı olsa da bir araya geldiklerinde iyi bir karışım meydana getiriyorlar. Bence İngiltere’de işler 100 km hızla ilerliyor gibi, Portekiz’deyse 5 km. İkisi arasındaki dengeyi bulabilmek iyi bir şey.
Portekiz gururlu ve futbol sevdalısı bir ülke olduğundan ev sahibi oldukları turnuvadaki coşku gerçek dışıydı. Maçların başlamasından hemen önce kız kardeşim okuldaki bir yarışmayı kazanmış, ödül olarak İngiltere milli takımı antrenmanını yerinden izlemeyi hak etmişti. Şanslıyım ki beni de misafirlerinden biri olarak yanında götürmeye karar verdi. Antrenmanın bitiminde, aralarında David Beckham’ın da bulunduğu oyunculardan bazılarıyla fotoğraf çekilme şansını yakaladım.
Harikaydı.
İngiltere’nin turnuvadaki ilk maçı için çok heyecanlıydım. Birkaç gün sonra büyük mücadele için Estádio da Luz stadyumunda yerimi almıştım. 91. Dakikaya girildiğinde İngiltere, Fransa karşısında 1-0 öndeydi. Maç sona ermiş gibi hissettiriyordu.
Ardından Zidane ceza sahası dışından bir serbest vuruş kazandı. Oldukça uzak sayılsa da topun başındaki isim Zidane olunca herkes sessizliğe bürünmüştü.
Falsolu bir vuruşla uzak köşeden golü yaptı. Kuzenim ve ben çok üzülmüştük. Her şey daha da kötüye gidecekti. 2 dakika sonra Thierry Henry ceza sahası içerisinde yerde kaldı. Fransa penaltı kazandı. Zidane topun başına geçti.
Daha sonrasında neler olduğunu anlatmama gerek yok.
Sadece kuzenimle birlikte stadyum merdivenlerinden hüngür hüngür ağlayarak indiğimizi hatırlıyorum.
Turnuvadaki birkaç maçı daha yerinden izleme fırsatı yakalamış olsam da o karşılaşma aklımdan hiç çıkmadı. Avrupa Şampiyonası’ndan sonra ailem Portekiz’de kalmaya karar verdi ve ben de Sporting Lizbon’da oynamayı sürdürdüm.
Elbette kardeşlerim ve ben hala Premier Lig’in sıkı takipçileriydik. Portekiz futbolundan çok daha fazla izliyorduk. Gençken Roy Keane’nin büyük bir hayranıydım. Ardından Nemanja Vidic’e (Hatta 15 numaralı formayı sevmemin nedenlerinden biri de odur) ve savunmadaki partneri Rio Ferdinand’a hayranlık duymaya başladım. Farklı tipteki oyuncuları da beğeniyordum. Vidic bir savaşçıyı andırıyordu. Ancak aynı zamanda Barcelona’da hem orta saha hem de savunmada oynayan Gerard Pique ve Rafael Marquez’i izlemeyi de seviyordum.
En zor zamanlarımı Tottenham’a katılmadan önce yaşadım. 16 yaşındayken bir dönem Everton’a kiralandım ve bu benim için çok zordu. Liverpool’dan Lizbon’a tek başıma geldim. İlk 6 ay orada ne yaptığımı bilmiyordum. Tamamıyla kaybolmuş hissediyordum. O yaşta kendinizden şüphe duyarsınız. Futbola kendinizi çok fazla adıyorsunuz ancak karşılığınızı alacağınıza emin olamıyorsunuz. Bir çeşit piyangoyu andırıyor.
Daha sonrasında Sporting Lizbon’daki son sezonumda çok az süre alabilmiştim. A takımdaki ilk sezonumda oldukça fazla şans bulabiliyordum. Ancak ardından teknik direktörümüz değişti ve yeteri kadar forma giyemez oldum. Berbat bir süreçti. Muhtemelen hayatımın şimdiye kadarki en kötü zamanlarını geçirdim ve ne olacağına dair hiçbir fikrim yoktu.
Bildiğiniz gibi Portekiz’de oynamak, İngiltere’de oynamaktan daha farklıdır. İşler çok daha çabuk sarpa sarabilir. Portekiz’in alt ligleri İngiltere’dekilere benzemez. İşler benim için zor olmuştu fakat sonrasında Marco Silva takımın başına geçti. Birlikte geçirdiğimiz bir aylık süreç harikaydı. Benim aklımda Lizbon’da formayı kapmak dışında hiçbir şey yoktu.
Ardından Tottenham en az beklediğim anda devreye girdi. Bu kaçıramayacağım bir fırsattı ve her şey yolunda gittiği için minnettarım. Takımla birlikte ikinci sezonuma başlarken, milli formaya yaklaşıyor olabileceğimi düşünmeye başlamıştı. Fakat kesin olarak bilemezsiniz. Sonuçta teknik direktör arayıp milli formaya yaklaştığınızı söylemez.
Milli takımdan ilk kez davet aldığımda alışverişten eve dönüyordum. Arayan, o zamanlar 21 Yaşaltı Milli Takımını çalıştıran Gareth Southgate’di. Bana ertesi gün açıklanacak A Milli Takım kadrosunda yer alacağımı söyledi. Gerçekten harikaydı.
Bir hazırlık maçı oynamak için doğrudan İspanya’ya gittiğimizi hatırlıyorum. Maç Alicante’deki küçük bir stadyumda oynanacaktı. Ufak tefek bir soyunma odasındaydık ve bu bir bakıma olağandışıydı. Wembley’deki gibi formaların asılı durduğu ve spot ışıklarla aydınlatılan görkemli bir soyunma odası değildi. Hayalinizde canlandırdığınıza benzemiyordu. Bütün formaların tek bir küçük askıya geçirildiği sıkışık bir odaydı ve bu durum olayı daha da gerçeküstü kılıyordu.
İkinci yarıda Dele Alli’yle birlikte oyuna dahil oldum. Bu iyiydi çünkü Dele Alli takıma ilk katıldığı zaman hazırlık maçlarında orta sahada birlikte oynamış ve birbirimize çok çabuk ısınmıştık. Dele futbolu çok seven ve anlaşması çok kolay biri. Oynayış şekli de kendine benziyor.
Bizim arkadaşlığımız bu oyunun güzelliklerini yansıtıyor. Dele, Milton Keynes’de büyüyüp Tottenham’a kadar yükselmeyi başarmış ve şimdi de milli takım forması giyen bir çocuk. Ben Lizbon’da büyüyüp 20 yaşında İngiltere’ye dönerek milli takımda onunla birlikte oynayan biriyim. Bence futbolu güzel yapan da dünyanın dört bir yanından gelen insanları inançlarına, milliyetlerine, kültürlerine veya ten renklerine bakmaksızın bir araya getiriyor oluşu. Herkes birbirine eşit olarak sahada bir araya geliyor.
Zidane’nın Portekiz’deki frikik golünden 12 yıl sonra, 2016 Avrupa Şampiyonası’nda İngiltere Milli Takımı formasıyla sahadaydım. Özellikle de Avrupa Şampiyonası’nı taraftar olarak yaşamış biri olarak benim için gerçeküstü bir deneyimdi.
Rusya karşısında 73. dakikada ceza alanının köşesinden bir serbest vuruş kazanmıştık. Harry Kane ve Wayne Rooney ile topun başına geçmiştim.
Euro 2004’de henüz bir çocukken izlediğim Wayne Rooney maçtaki ilk frikiği kullanmıştı ancak neyse ki ikinciyi benim kullanmama izin verdi. O golü atmak futbol kariyerimin şimdiye kadarki en iyi anları arasındaydı ve ailem de buna tanıklık ediyordu.
Nasıl oldu da o pozisyonda frikiği kullanan ben oldum gerçekten hatırlamıyorum. Daha sonra görüntüleri izlediğimde maçı yorumlayanların da buna beklediğini sanmıyorum.
Harry topa koştu ve üzerinden atlayarak küçük bir aldatmaca yaptı ve ben vurdum.
Vurduktan sonra baktığımda kalecinin ters ayakta yakalandığını gördüm ve gol olacağını anladım.
Çok fazla gol atmadığımdan nasıl kutlayacağımı pek bilmem. İngiliz taraftarların bulunduğu kısma yakın olduğumuzdan onlara doğru koştum. Adrenalin kontrolü ele aldı ve kendimi kaybettim. Köşe gönderine doğru koşmayı sürdürdüm ve dizimin üzerinde kaydım.
En sonunda turnuvadan perişan bir halde ayrıldık. Özellikle de bizi başarıya taşıyacak yeteneğe sahip olduğumuz halde elenmek berbat hissettirdi. Yeni maçlar yaklaşıyor ve milli takım havasına bürünmek için güzel bir zaman. Takım olarak çok iyi anlaşıyoruz. Futbol her zaman eğlenceli olsa da iyi anlaştığınız insanlarla birlikte oynadığınızda çok daha eğlenceli bir hal alıyor.
Şimdiye kadarki milli takım kariyerimi yansıtması açısından o serbest vuruş inanılmaz bir andı. Aslına bakarsanız evimin duvarında Wayne, Dele, Harry ve benim golden sonra çılgınlar gibi köşe gönderine doğru koştuğumuz anın bir fotoğrafı asılı.
Akla hayale sığmaz bir görüntü. Ancak kuzenimle hüngür hüngür ağlayarak Estádio da Luz stadyumunun merdivenlerinden indiğimiz gün Wayne’in sahada olduğunu düşündüğümde, bana çok daha fazla şey ifade ediyor. Futbol bazen çılgın bir hal alabiliyor.
Players’ Tribune’de yayımlanan metnin orijinali için tıklayınız.