Düdük sesi

Kelechi Iheanacho ile ilgili görsel sonucu

Kelechi Iheanacho’nin Nijerya’nın toprak sahalarından Manchester Derbisi’ne uzanan hikayesi, genç futbolcunun kendi anlatımıyla… Players’ Tribune’de yayımlanan metnin orijinali için tıklayınız.

1

Sokaktan gelen düdük sesini duyduğunuzda bunun futbol vakti olduğunu anlarsınız. Gerçek futbol.

Gördüğünüz gibi gençken futbol oynamayı severdim. Fakat büyüdüğüm yer olan Nijerya’nın güneyi, bir çeşit gettoydu diyebilirim. Çocuk olmak için zorlu bir yer. Geçinmek için çok çalışmak gerekirdi ve ailemin gerçek bir futbol topu alacak parası yoktu. Arkadaşlarımın çoğu da bu ayrıcalığa sahip değildi. Dolayısıyla sokaklarda koşturur, yuvarlayacağımız ne bulursak onu kullanırdık. Çoraplardan top yaptık. Bazen balon bile kullandık.

Bu nedenle gerçek bir kulüple ve futbol topları ile çalışma fırsatı çok heyecan vericiydi.

İnsanların çoğunun cep telefonu veya internet bağlantısına yoktu. Dolayısıyla antrenörler mahallenin sokaklarını düdük çalarak dolaşırlardı. Düdük sesi, antrenman saatinin geldiğinin işaretiydi. Oynamak istiyorsan, onları yolun aşağısındaki okulun bahçesine kadar takip etmen gerektiğini bilirdin.

Bir gün düdüğü duyduğumda bulaşıkları yıkarken anneme yardım ediyordum. 8 veya 9 yaşlarındaydım. Annem, çıkıp benden büyük çocuklarla antrenman yapmak istediğimi biliyor fakat benim için endişeleniyordu. Okulun gerçek bir çim sahası yoktu. Gerçekten sert bir zeminde oynuyorduk. Katı bir çamur tabakası vardı ve uygun ayakkabılarımız da bulunmuyordu. Çoğu zaman yalın ayak oynuyorduk. Yere düştüğünüzde gerçekten kötü şekilde yaralanabilirdiniz.

Ben önemsemiyordum. Ancak annem bir öğretmendi. Eğitim konusunda ciddiydi. Her zaman çalışmamı ve kitap okumamı isterdi. Hiçbir zaman futbol oynamamı istemedi. Dolayısıyla düdük sesini duyduğunda “Kelechi, hayır. Evde kalıyorsun.” dedi.

“Tamam, korkma. Gitmiyorum.” şeklinde karşılık verdim.

Fakat odadan çıktığı an gideceğimi biliyordum. Elimde değildi. Düdüğü duyduğumda kalbim futbol zamanı diye fısıldıyordu.

Böylece bulaşıkları yıkamaya devam ettim. Ta ki annem yan odaya geçene kadar. O çıktığı an, elimdekileri yavaşça yerine bıraktım ve dışarıya koşup diğerlerine yetişmeye çalıştım. Sadece yalın ayak ve şortumlaydım fakat umursamadım.

Ne yazık ki antrenmanda çok kötü bir olay yaşadım. Maç esnasında daha büyük çocuklardan biri topu kapmak için hamle etti ve beni doğrudan yere devirdi. Herkes durdu. Oyunu durduklarında durumun kötü olduğunu anlarsınız. Aşağıya baktım ve ayaklarımın kanadığını gördüm. Destek almadan ayağa kalkamıyordum. Ben hem acımdan hem de annemin söyleyeceklerinden ötürü ağlarken, antrenörler beni eve taşıdılar.

Beni evin içine taşıdıklarında annem beni o halde gördü ve büyük bir hayal kırıklığına uğramış şekilde sitem etti: “Gitmemeni söylemiştim ve beni dinlemedin.”

Oh hayır. Hiçbir zaman bunu duymak istemezsin.

Beni yere bıraktıkları anda ilk tokadı indirdi.

Normalde bana bir ders vermeye başladığında kaçıp kurtulabilirim. Ancak bu kez bacaklarım ayakta duramayacak kadar acıyordu. Bu yüzden orada uzanıp cezalandırmamın sona ermesini bekledim. O da bana vururken söylenmeyi sürdürdü: “Kelechi sana incineceğini söylemiştim.”

Dersimi aldığıma kanaat getirdiğinde beni kucaklayıp yatağa yatırdı ve benimle ilgilendi. Elbette dersimi almış değildim. Ayaklarım iyileştiği gibi tekrar futbol oynamaya döndüm.

2

Nedenini bilmiyorum fakat futbol benim tutkum. Futbol oynamayı gerçekten çok seviyorum. Çocukken büyük kulüpleri izleyemediğimde dahi durum böyleydi. Ailemin bir televizyonu yoktu. Nijerya’da Premier Ligi izlemek oldukça pahalıdır. Şehirde herkesin “oyun merkezi” olarak adlandırdıkları yerin uydu anteni vardı. Fakat maçları izlemek için para ödemeniz gerekirdi. Bir Premier Lig maçını izlemek için ücret 50 naira (15 cent civarında) idi ve ben bu miktarda bir paraya sahip değildim. Bu nedenle dışarıda arkadaşlarımla futbol oynar ve içeriden birinin çıkıp maçta neler olduğunu anlatmasını beklerdim.

2000’li yılların başında Premier Ligi, insanların anlattığı hikayelerden takip ettim.

İspanya Ligi için ücretler biraz daha düşüktü. 30 naira biriktirip birkaç defa Barcelona’yı izlemiştim. Topla yapabildiklerinden ötürü anında Messi’ye karşı bir sevgi beslemeye başlamıştım. Birkaç defa onu izleme fırsatı yakalamıştım ve inanılmazdı. Komik olan şu ki, oyun merkezindeki televizyonun çevresinde oturan birçok kişi olur ve kulüpleri söz konusu olduğunda ilginç bir şekilde tutkuludurlar. Nijerya’nın İspanya’dan çok uzak olması dolayısıyla size şaşırtıcı gelebilir. Fakat Barcelona ve Real Madrid karşılaşıyorsa, atışmalar ve bağrışmalar eksik olmaz.

“Messi daha iyi!”

“Delirdin mi sen? Ronaldo daha iyi!”

Ardından, bekleyeceğiniz gibi bu atışmalar kavgaya dönüşür. Ben oyun merkezine gittiğimde arkadaşlarımla arka tarafta oturup sessiz kalır ve sadece maçı izlerdim. Benim için özel bir andı, pek sık yapamazdım.

14 yaşıma geldiğimde Owerri şehrinin Taye Academy takımında oynamaya başladım ve tüm hayatım futbol oldu. Belli kulüpler için oynamayı ve hiçbir zaman gitmediğim yerlere ulaşmayı hayal ettim. Ancak hırslarımı kendime saklardım çünkü hiçbir zaman gerçekleşebileceklerini düşünmemiştim.  2012 yılında, ben 15 yaşındayken, paramı biriktirip Premier Ligi’n son hafta maçını izlemek üzere oyun merkezine gittim. Şampiyonluk yarışının çok yakın olmasından dolayı önemli bir gündü. Oturdum ve Sergio Aguero’nun şampiyonluğu United’dan çalıp City’e getiren son dakika golünü izledim. Televizyonda Sergio formasını çıkartıp sallıyordu ve bütün oyun merkezi adeta sevinçten çılgına dönmüştü.

Bu belki de izlediğim ilk Manchester City maçıydı. Daha önce hiç İngiltere’de bulunmamıştım. Birkaç yıl içerisinde Sergio Aguero ile aynı takımda olacağıma dair en ufak bir fikrim bile yoktu.

O yıldan sonra Nijerya 17 yaş altı milli takımına davet edildim. Benim için büyük bir fırsattı. Ülkenin diğer ucuna kamp yapmaya gittik. Kampın başlangıcından sonra annemin hasta olduğu haberini aldım. Ne kadar kötü durumda olduğunu bilmiyordum, sadece hasta olduğunu biliyordum.  Çok uzun ve zorlu bir kamp dönemiydi. Onu görmek için eve gidemedim. Bu hayallerime ulaşma fırsatıydı. Birkaç hafta sonra evden annemin yaşamını yitirdiğini haberini aldım.

Bu konuda konuşmam çok zor.

Çok üzgündüm ve benim için çok ama çok zor zamanlardı. Fakat kampta kalmalı ve sıkı çalışmayı sürdürmeliydim. Annem çocuklarını severdi ve beni her zaman çok çalışmayı sürdürmem için zorlardı. Konu kitaplar değil de futbol olduğunda bile. Bu nedenle çok çalışmaya devam ettim. Ertesi yıl takımımız 2013 FIFA 17 Yaş Altı Dünya Kupası’nı kazandı. Turnuvayı 5 golle tamamladım. Her golümden sonra ellerimle gökyüzünü işaret ettim.

Manchester City v AFC Bournemouth - Premier League

Turnuvanın ardından birçok Avrupalı kulüp bana talip oldu: Arsenal, Porto ve bazı diğerleri. Ve tabii ki Manchester City. Bu kulüpler hakkında fazla bir bilgim yoktu. Porto’yu seçebileceğimi düşünüyordum, çünkü geçmişte birçok Afrika kökenli oyuncunun orada başarılı olduğunu biliyordum. O kadar harika oyuncuları varken City’de oynayabileceğime inanmamıştım. Fakat babam City’i tercih etmemi, orada harika şeyler başarabileceğime inandığını söyledi.

Böylece babamı dinleyerek kararımı verdim.

Manchester’a ilk kez ayak bastığımda, burasının geldiğimden çok daha farklı bir yer olduğunu anlamam sadece beş saniyemi aldı. Hava soğuktu evet, fakat ayrıca insanlar Nijerya’dakinden farklı davranıyorlardı. Kültür farklıydı, her şey değişik görünüyordu. Alışmanın zor olacağını anlasam da Manchester’da başarılı olabilirsem, bunun kendim ve ailem için inanılmaz bir fırsat anlamına geldiğini biliyordum.

Kendime A takımda yer edinmem biraz zaman aldı ama yaşadığım her zorluğa değdi. Eylül ayında her çocuğun hayallerini süsleyen bir şeyi başardım. Old Trafford’daki bir Manchester United derbisinde ilk 11 oyuncusu olarak sahaya çıktım.

Henüz 19 yaşında olduğum için maça 11’de başlamayı beklemiyordum. Teknik direktör maça başlayacak kadroda olduğumu söylediğinde, bunun sadece bir futbol karşılaşması olduğunu düşünerek kendimi yatıştırmaya çalıştım. Doğruyu söylemem gerekirse bu normal bir maç değildi. Atmosfer ve gerilim, sahaya adım attığınız andan itibaren size çok değişik bir his veriyordu. Manchester Derbisi’nde 90 dakika savaş vardır. %100 konsantrasyondan daha azını veremezsiniz. Bu yüzden tamamen maça odaklanmaya çalıştım.

15. dakikada golsüz eşitlik sürerken, Aleksandar Kolorov bana doğru uzun bir top yolladı. United kalesine sırtımı vermiştim ama Kevin De Bruyne’ün kanattan içeriye doğru bir koşu yapacağını sezdim. Zıpladım ve topu kafayla arkama sektirdim. Kevin hızlıca topa ulaştı ve muhteşem bir gol attı.

Çok mutluydum ancak 36. dakikada gerçekten harika bir şey oldu. Kevin’ın şutu direkten döndüğünde United kalesinin önünde duruyordum. Top ayağıma doğru süzüldü. Düşünmeden filelere yolladım. Yan hakeme döndüm, golü attığıma inanamıyordum.  Bayrak kalkmamıştı. Gol geçerliydi.

4

Takım arkadaşlarım bana doğru koştular. Ben ise sadece Manchester Derbisi Duygusu olarak tarif edebileceğim bir şeyi hissediyordum. Derbide gol atmadıkları sürece kimse ne demek istediğimi anlayamaz. Golü kutlamadım bile, bu duygu çok yoğundu.

Dört yıl önce bu maçı izlemeyi karşılayamazdım. Şimdi ülkemdeki oyun merkezinde insanlar benim golümü izliyorlardı. Belki 50 nairayı denkleştiremeyen çocuklar dışarıda bekliyor, bir top veya balonun peşinde koşturuyorlardı. Belki de son düdükten sonra biri dışarıya çıkıp onlara anlatırdı: “Manchester City kazandı. Kelechi gol attı.”

Onlara her şeyi başarabileceklerini gösterdiğimi umuyorum. Ne zaman Nijerya’ya dönsem, her zaman çocuklar için bir çanta dolusu Manchester City forması götürüyorum. Owerri’ye giderseniz sokaklarda futbol oynayan bir sürü mavi formalı çocuk görürsünüz. Nijerya’da birçok Manchester City taraftarı var ve eve gittiğim her seferde sayıları artıyor.