İleride geçmişe dönüp bakıldığında 2000’li yıllarda futbol tarihindeki önemli anların birçoğunda Deco’nun olduğunu görecek insanlar. 2004 yılında belki de son kez beklenmedik bir takım sürpriz yaparak Şampiyonlar Ligi’ni kazanırken şampiyonun 10 numarası oydu. Barcelona’nın modern zamanları şekillendiren altın döneminin başlangıcında, Rijkaard’ın takımının ortasında o vardı. Futbolun belki de gelmiş geçmiş en iyi iki oyuncusunun sahneye çıkışlarına tanıklık etti. Modern zamanlar futbolunun iki kutbundaki aktörlerle de yolculuk eden eski futbolcu Deco, Four Four Two’ya verdiği röportajda Mourinho’ya, Messi’ye, Ronaldo’ya; Porto ve Barcelona’ya dair hatıralarını anlattı. Biz de futbolun yakın tarihine kısaca bir göz atmak için Felipe Rocha tarafından Four Four Two UK dergisi için yapılan bu röportajı sizler için çevirdik. Keyifli okumalar.
Şu sıralar menajerlik yapıyorsunuz. 2013’te futbolculuk kariyerinizi noktaladıktan sonra bu sizin için doğal bir seçim miydi?
Emekli olduğunuzda bundan sonra tamamen farklı bir hayatınız olduğunu idrak etmeniz biraz vakit alıyor. Kulüplerin yönetimlerine dahil olmaktan her zaman hoşlanmışımdır ve futbolu bırakır bırakmaz teklifler almaya başladım. Teknik direktör olarak takımların başına geçmem için de teklifler aldım ama kabul etsem futbolcuyken yaşadığım tarza yakın bir hayat tarzım olacaktı. Benim için diğer seçenek menajerlik yapmaktı ki bu da zamanında düşündüğüm şeylerden biriydi. Böylesi daha iyi, çünkü ailemle vakit geçirebiliyorum.
Kariyerinizin başlarında Benfica’ya gittiniz, sonra Graeme Souness teknik direktör olarak geldi ve Scott Minto, Mark Pembridge ve Brian Deane’i getirdi. O zamanlar neler yaşadınız?
Souness geldiğinde Alverca’da kiralık oynuyordum, bu yüzden doğrusunu söylemek gerekirse Souness’la çok bir iletişimim olmadı. Ama o zamanlar Benfica sahada aldığı kötü sonuçlar yüzünden zor bir dönemden geçiyordu ve bir sürü politik karışıklık da vardı. Portekiz medyasının Britanyalı oyuncuların transferleri karşısında şaşkına döndüğünü hatırlıyorum.
1999’da Porto’ya transfer oldunuz. Jose Mourinho o zamanlar nasıldı?
Mourinho Porto’ya geldiğinde ben birkaç yıldır oradaydım. Takımı devraldığında Porto çok başarılı bir jenarasyonun ardından bir geçiş dönemindeydi. 1995-99 yılları arasında arka arkaya 5 lig şampiyonluğu kazanmışlardı ama Jose geldiğinde işler iyiye gitmiyordu. Jose geldiği ilk günden itibaren kulübü dönüştürmeye başladı. O güne dek gördüğüm her şeyden daha başkaydı; antrenman rutinleri, rakip analizleri… Onun toplantılarından gerçekten etkilenmiştim, size bir maçtan sonrakine her maçta ne olup biteceğini bire bir söylüyordu.
2004 yılında Porto’yla Şampiyonlar Ligi’ni kazanmak nasıl bir duyduydu?
Çok özel. Tarih yazmıştık. O Porto takımının bir parçası olmaktan gurur duyuyorum. Mourinho’nun o şampiyonlukta büyük rol oynadığına şüphe yok. Deportivo La Coruna yarı finalinden önce yaptığı maç konuşmasını hatırlıyorum… Deportivo güçlü bir takımdı. Jose bize o eşleşmenin muazzam bir resmini çıkardı. Onları nasıl yeneceğimize dair sunduğu plan, vizyonu çok etkileyiciydi. Eşleşmenin ilk ayağında bana verilen görev, Maouro Silva’ya sarı kart aldırmaktı. Eğer başarırsam ikinci maçta oynayamayacaktı ve Mourinho bunun çok önemli olduğunu söylüyordu; çünkü böylece savunma hatları arasındaki dengeyi bozmuş olacaktık. Onları eleyip geçme şansımız artacaktı. O sarı kartı aldırmayı başardım, hatta üstüne savunmacıları Jorge Andrade de oyundan atıldı. Rakibin kilit oyuncuları olmadan İspanya’da oynarken sahada daha çok özgürlük hissettim ve oyunu başından sonuna kontrol ettik. Bu iş sadece yetenekle alakalı değil, neye ulaşmak istediğini ve bunu nasıl yapacağını bilmek de çok önemli.
Çeyrek finallerde Old Trafford’da Manchester United’ı yendiniz ve sonra Jose basının önünde Alex Ferguson’la uğraştı. Bu size güven aşıladı mı?
Çok da değil açıkçası. Biz zaten kendimize güveniyorduk. Mental olarak çok güçlüydük. Mourinho’nun kendine has bir üslubu var; güçlü bir kişilik ve artık bunu herkes biliyor. Orada asıl önemli olan bizim potansiyelimize inanmamızı sağlaması ve bizdeki o zihinsel sağlamlığı inşa etmesiydi.
Çeyrek finaldeki o ikinci maçla ilgili neler hatırlıyorsunuz? Tabii bir de son dakikalarda gelen turla birlikte Mourinho’nun Old Trafford çimlerindeki o koşusu?
Manchester United’ı Old Trafford’da yenmek kolay değil. Son dakikalardaki o golü atabildiğimiz için şanslıydık ama iki maç üzerinden bakarsak turu geçmeyi hak etmiştik. Portekiz’de daha iyi olan taraf bizdik ve İngiltere’deki maç da dengede geçmişti. Mourinho’nun o koşusuna gelirsek… O gecenin en muhteşem fotoğraflarından biriydi. O maçı konuşurken o andan bahsetmemek mümkün değil.
O en iyi sezonunuz muydu?
Şahsi olarak, evet, sanırım öyle. Ama Porto’nun Şampiyonlar Ligi’ni kazanmış olması bunda büyük bir rol oynuyor. Barcelona’yla da müthiş bir ilk sezon geçirmiştim, o sezon La Liga’nın en iyi oyuncusu seçilmiştim. Başka iyi sezonlarım da oldu; Barça’daki ikinci sezonum, Chelsea’daki ilk yıl, o yüzden hangisinin en iyisi olduğunu söylemek zor ama 2004’ün bariz bir etki bıraktığı kesin.
Chelsea yerine Barcelona’yı seçtiniz. Neden?
Barcelona’dan oynamak hep hayalini kurduğum bir şeydi. 14 yaşındayken Johan Cruyff’un takımına bayılırdım; Romario, Hristo Stoichkov ve Michael Laudrup’lu takım. Bu yüzden onları seçtim.
Lionel Messi Barcelona formasıyla ilk lig maçına çıkarken sizin yerinize oyuna girmişti. Orada ona bir şey dediniz mi?
Sanmıyorum, muhtemelen sadece gülmüşümdür! Onun gerçekten çok özel bir oyuncu olduğunu biliyordum. O değişiklik sırasında Frank Rijkaard’ın yüzüne baktığımı hatırlıyorum. Oyundan alınmama ters bir tepki vereceğimden endişeli gibi görünüyordu. Sinirleneceğimi düşünmüştü. Normalde evet kızardım ama o gün değil, çünkü o gün Messi oyuna giriyordu.
Messi o zamanlar nasıl biriydi?
Şu an nasıl görüyorsak öyle, o zamanlar da aynıydı. Zaten kişiliğiniz çok değişmez, sadece zamanla olgunlaşırsınız. Lionel ketum biri ama bu hiçbir zaman onun yeteneğini göstermesini engellemedi. O kadrodaki herkes onun potansiyelini biliyordu ve kariyerinde başardığı her şeyi hak etti. Çok üst seviye bir adam.
Nihayetinde Chelsea’ye transfer oldunuz. Sizi orada en çok etkileyen oyuncu kim oldu?
Frank Lampard. Onunla her gün antrenman yapmak. Onun gol atmak için duyduğu açlıktan etkilenmiştim. Ben futbolda her zaman takımı organize etmekle ve arkadaşlarım için pozisyonlar yaratmakla ilgilenmişimdir. Frank’in ileri çıkıp başladığı işi bitirmeye duyduğu hevese tanıklık etmek müthişti. Kaç kez 4-2 ya da 3-1 kazandığımızda iki golü Lampard atmıştı! Müthişti.
Luiz Felipe Scoları yönetiminde çalışmak nasıldı?
Felipao inanılmaz bir adam ve kesinlikle birlikte çalıştığım en iyi antrenörlerden biri. O sezon (2008-09) işler iyi başlamıştı ve Premier Lig’i kazanabileceğimize inanıyordum, ama sonra dağıldık. Bazen öyle olur. Chelsea fantastik bir kulüp ve orada oynarken olağanüstü tecrübeler edindim. Orada daha çok kalmış olmayı isterdim ama şahsi meseleler yüzünden Brezilya’ya dönme kararı aldım.
Portekiz Milli Takımı’nda Cristiano Ronaldo’yla da birlikte oynadınız. Gerçekten ne kadar iyi?
Gençti, enerji doluydu ve bir gün içerisinde üç maça çıkabilirdi! Beraber çalıştığım en profesyonel futbolcuydu ve herkesten her şeyi öğrenme hırsı cidden inanılmazdı. O zamanlar da böyleydi ve hala aynı, değişmedi. Daha çok kupa kazanmak ve daha iyi olma konusunda muhtemelen şu an daha da takıntılı.
Ronaldo ve Messi’yle oynamış birkaç kişiden birisiniz. Bunu bir ayrıcalık olarak görüyor musunuz?
En büyük ayrıcalığım onların gençliklerine, sahneye çıkışlarına tanıklık etmiş olmam. Onların potansiyellerinin çoğunu gerçekleştirmiş olduklarını görmem keza. Onlara dair beklentilerimin gerçeğe dönüşmüş olmasından dolayı mutluyum, onlar şu an her genç oyuncu için ilham kaynağı.