Futbol nedir? Oyunun icadından beri sevenlerinin peşini bırakmayan nihai soru. Cevaplar ise “22 kişi ve bir topla oynanan takım sporu” gibi çerçeve bir tanım ile Simon Kuper‘den alıntıyla “Futbol asla sadece futbol değildir.” gibi daha derin bir tarif arasında kendine yer buluyor. Kesin olan bir şey varsa futbolu seven bizler, onu içinde barındırdığı hayata dair hikayeler sebebiyle seviyoruz.
Günümüzde dünyanın önemli futbol coğrafyalarının maçlarını evimize getirme lüksüne sahibiz. Futbolun televizyon ile birlikte yöresel aidiyetini kaybederek tüm dünyaya mal olması beraberinde seçiciliği de getirdi. Bu kadar fazla futbol müsabakası arasında tercih yapabilmemiz dolayısıyla takımlara veya maçlarına olan sadakatimiz de azaldı. Sempati beslediğimiz bir takımın o akşamki keyifsiz futboluna 90 dakika boyunca müsamaha göstermek yerine tek zapla başka bir maçta küçük hazlar aramaya başlıyoruz.
Hal böyle olunca gerek sporun kendisiyle, gerek bir ligle, gerekse takımlar ve oyuncularla duygusal bağların kurulması gerekli hale geliyor. Futbolun içinde barındırdığı hikayeler yoluyla bağ kuruyoruz. Medya tarafından haksız eleştirilere maruz kaldığına inandığımız bir oyuncunun cevabını sahada vermesini dilediğimizde, o anlara tanıklık etmek adına 90 dakika boyunca o karşılaşmaya kilitleniyoruz. Aynı hikayeleştirme dolayısıyla bir önceki maçta haksız bir şekilde kaybettiğine inandığımız takımın rövanşta intikamını almasını izlemek istiyoruz. Maç boyu itişip kakışan stoper-santrafor ikilisinin sonraki randevularını iple çeker oluyoruz. Deplasmanda binlerce kişi tarafından haksız yere yuhalandığına inandığımız oyuncunun 90+’da takımına galibiyeti getiren golü attığını gördüğümüzde gururlanıyoruz. Daha düşük profilli bir takımın zirve yolculuğuna ortak olmak istiyoruz. İyiler olarak kendi dünyamızda konumlandırdığımız takımların daha güçlü, daha zengin takımları dize getirmesini diliyoruz. Son dakikada gelen şampiyonluk golleri izlemek istiyoruz. O golün teknik analizini umursamayacağız. O gol atıldığı an biz ayaktayız.
Futbolu bu hikaye anlatımı üzerinden anlamlandırıyoruz. Şık çalımlar, yaratıcı paslar, teknik vuruşlar, harika goller… Hepsi güzel fakat bir noktadan sonra yetersiz kalıyor. Şimdiden hepimiz bir ömre yetecek kadar yetenek dolu ana tanıklık etmişizdir. Oysa hala bir sonraki maçı iple çekmemizi, futbolun içine sinen hikayeleri paylaşma arzumuzla açıklayabiliyoruz. Bu hikayelerin en dramatiklerinden biri de geçtiğimiz akşam Sevilla-Real Madrid maçında yaşandı.
Sevilla-Real Madrid
Zidane yönetimindeki Real Madrid 39 maçtır yenilgi yüzü görmeyerek ezeli rakibi Barcelona’nın bu alandaki rekoruna ortak olmuştu. 40. maç Sevilla ile oynanacak Copa Del Rey mücadelesiydi. Zidane turun ilk ayağında Santiago Barnabeu’da aldığı 3-0’lık galibiyetin rahatlığıyla deplasmandaki rövanş maçında rotasyona gitmişti. Belki de bu tercihiyle dünyaya rekoru umursamadığını da göstermek istiyordu. Çünkü rekorun akıbeti İspanya ve dünya spor basını tarafından abartılı bir dille gündeme taşınmış, maçın önüne geçen bir nitelik kazanmıştı. Bir süredir Real Madrid’in sıradaki maçı yalnızca bu rekor üzerinden değerlendiriliyordu.
Zidane rekoru umursamadığını beyan etse de 90’ıncı dakikadaki beraberlik golüne çocuklar gibi sevinecekti. Halbuki o gol atılmadan önce de turu geçtikleri belli olmuştu. Benzema’nın 90+3’deki golüyle gelen 3-3’lük beraberlik, Madrid’i 40 maçlık yenilmezlik rekorunun tek sahibi yapıyordu.
83. dakikada, maç 3-1 devam ederken kazanılan penaltıyı kullanmak adına topun başına geçen Sergio Ramos ise maçın önüne geçen bir detayın altına imza atmıştı. Panenka penaltısıyla topu ağlara göndererek yetiştiği takımın birçok taraftarını incitiyordu. Golden sonra Sevilla tribünlerine formasının arkasını işaret ederek bir mesaj yolluyordu. O mesaj hakaret içerek tezahüratlarla anında karşılık buldu. Tüm stadyum ona nefretini kusarken Ramos “Sizi duyamıyorum.” anlamında elini kulaklarına götürüyordu.
Sevilla teknik direktörü Sampaoli taraftarla aynı fikirde değildi. Bu vuruş şeklinin rakibe hakaret etmediğini savunuyordu. Ancak bu açıklamalar da taraftarın hiddetini dindirmeye yetmeyecekti.
72 saat sonraki lig mücadelesi öncesinde ortalık kızışmıştı. Sevilla taraftarı intikam istiyordu. Yakın zamanda oynanan iki maçın ilkinde güçlü rakiplerine karşı 3-0 ile kaybetmişler. İkinci maçta ise kendi evlerinde galibiyeti ucu ucuna kaçırmışlardı. Üstüne üstük kendi evlatları Ramos’un onları aşağıladığına inanıyorlardı. Sadece galibiyeti değil, Ramos’un incindiğini de görmek istediklerini tahmin etmek çok zor değildi. Stadın girişine astıkları pankartlarla Ramos’a “iyi dileklerini” sunmayı ihmal etmediler. Başlama vuruşundan önce Ramos, Sampaoli’nin yanına giderek kulağına eğildi. Muhtemelen açıklamalarından dolayı taraftarın gözü önünde ona teşekkür etmek istemişti. Belki de bir zeytin dalı uzatmak istiyordu. Oysa Sevilla taraftarı çoktan çileden çıkmıştı. Bu artık onlarla Ramos arasında kişisel bir meseleye dönüşmüştü. Maç başladığında top Ramos’un ayaklarına her değdiğinde tribünlerden nefret dolu nidalar, yuhalamalar yükseldi.
Taraftarın ateşlediği takım da Sampaoli’nin gurur duyacağı bir tempoyla Real Madrid’in üzerine atılıyordu. Ön alan baskısıyla Madrid’i boğdularsa da ilk yarıya bir gol sıkıştıramadılar. Ramos tüm protestolara rağmen kalitesinden ödün vermeyen bir futbol ortaya koyuyordu. Yine de yuhalamalar şiddetini hiç yitirmedi. 64. dakikada Sevilla kalecisi Rico’nun, Carvajal’i ceza sahası içinde yere indirmesiyle Madrid penaltı kazandı. Bu kez topun başına Cristiano Ronaldo geçiyor, düzgün bir vuruşla takımını öne geçiriyordu. Sevilla taraftarı üzgündü fakat yılmadılar. Takımlarına desteği sürdüler. Takım da maçtan vazgeçmemişti. Baskıyı giderek arttırdılar.
85. dakikada Sevilla taraftarlarının dileği gerçek oldu. Henüz 3 gün önceki maçta, neredeyse aynı dakikada attığı penaltı golü ve sonrasındaki hareketleriyle Sevilla taraftarının nefretini kazanan Ramos, bu kez ters bir vuruşla kendi filelerini havalandırıyordu. Ramon Sanchez Pizjuan stadında bayram havası esti. Sevilla taraftarları intikamı kutluyordu. Ramos yıkılmıştı.
Düşüş sürecekti. Dakikalar sonra Sevilla bu kez galibiyet için yükleniyordu. Yeni transfer Jovetic, Sevilla formasıyla ilk maçına 3 gün önceki kupa mücadelesinde çıkmış, 45. Dakikada oyuna dahil olarak ilk maçında golle tanışmıştı. Yine sonradan dahil olduğu maçta Madrid’e ikinci golünü atarak galibiyeti 90+1’de getirdi. Sevilla formasıyla iki maçta sadece 66 dakika sahada kalarak taraftarın gönlünü kazanmasını bilmişti. O da kendi hikayesini yazıyordu. Galibiyet golünde ise şut havada süzülürken son olarak Ramos’un önünde geçiyor, penaltıya sebebiyet vermemek adına ellerini arkasında birleştiren oyuncunun, topun süzülüşünü acıklı gözlerle izlediği an kameralara takılıyordu.
Rekor tarihe gömülmüş, İspanya’nın son zamanlardaki yenilmesi en zor takımı mağlubiyetle tanışmıştı. Sevilla taraftarı intikamını almıştı. Ben tüm bunlara evimdeki koltuktan tanıklık etmiştim. “Bu oyunu seviyorum.” diye düşündüm. Tam da bu yüzden.