Her menajerin felsefesi, özellikle onlarca yıla yayılan bir süre boyunca üst düzey kulüplere teknik direktörlük yaptığı zaman, bu süreç içinde gelişme/değişme eğilimindedir.
Ancak Carlo Ancelotti’yi incelediğimizde durum biraz farklılaşıyor. Ancelotti, teknik direktörlük yaklaşımı açısından, yalnızca dizilişler değil, takım oluşturmaya genel yaklaşımı açısından tam bir U dönüşü gerçekleştirmiş bir menajer. 90’lar ortasındaki Ancelotti ile 2010’lar Ancelotti’si tamamen iki farklı menajer gibi.
Ancelotti’nin teknik direktörlük kariyeri, geleneksel İtalyan yaklaşımından(iki stoper arkasına bir libero ve trequartista olarak da bilinen çift forveti destekleyen bir ofansif orta saha) vazgeçerek ülkenin çoğunu kızdıran İtalyan menajer Arrigo Sacchi’nin asistanı olarak başladı.
Sacchi bunun yerine bölgesel savunma ile 4-4-2 kullandı. Bu, süpürücü olmadığı anlamına geliyordu. Sacchi bir ofsayt tuzağı istiyordu, ayrıca trequartista da yoktu. Hatlar arasındaki boşlukların sıkı olması gerekiyordu ve yetenekli 10 numaralar pres açısından güvenilir değildi. Roberto Baggio, fazlasıyla sevmediği üçüncü hücum oyuncusu olmak yerine ikinci bir forvet olarak oynamaya başladı.
Ancelotti, Sacchi’nin AC Milan’ında güvenilir bir asistan antrenördü. Orada, Sacchi Ancelotti’nin zihniyetini değiştirmişti. Bu yüzden Carlo menajer olduğunda, önce Reggiana’da ve sonra Parma’da Sacchi’nin yöntemlerini kopyalamaya başladı. Ancelotti sıkı bir 4-4-2 antrenörüydü ve Parma’da Baggio ile sözleşme yapma şansını geri çevirdi, ardından da Gianfranco Zola’yı Chelsea’ye sattı. Her iki karar da Ancelotti’nin 10 numara pozisyonuna olan güvensizliği ve 4-4-2 ile devam etme kararlılığıyla ilgiliydi.
Her şeyi değiştiren adam Ancelotti, Parma’dan sonra gittiği Juventus’ta da Zinedine Zidane’la çalıştı. Zidane’ın parlaklığı İtalyan hocayı o kadar baştan çıkardı ki, Ancelotti ilk defa kendi oyun tarzından vazgeçerek takımı 10 numara Zidane etrafında inşa etmesi gerektiğine karar verdi. Juve ile sık sık 3-4-1-2 veya 4-3-1-2 sistemine döndü, ancak 3-4-2-1 gibi Zidane ve Alessandro Del Piero’nun ana forvetin arkasında olduğu kurguları da denedi. Ancelotti, bu iki hücumcuya da bir miktar özgürlük tanıdı, oysa kariyerinin başlarında herhangi bir oyuncu için sisteminden taviz vermeyi reddetmişti.
Yine de bu noktada Ancelotti, Avrupa’nın en iyi teknik direktörlerinden biri olarak görülmedi – aslında, Juventus ile Serie A’yı kazanamadığı için kovulduğunda, zafer kazanmak için gereken acımasızlıktan yoksun bir adam gibi bir şöhrete sahipti -. Bu nedenle, kulüpte bir oyuncu olarak geçmişine ve kilit oyuncularla olan iyi ilişkisine dayanarak Milan’ın dizginleri Ancelotti’ye teslim etmesi biraz şaşırtıcı karşılanmıştı. Bu durum aslında kendi içinde kayda değerdi, çünkü Ancelotti artık yıldız bireylerin gereksinimleri olan tutarlı, sağlam bir sistemi önlerine koyan bir oyuncu öncelikli teknik adam olarak görülüyordu.
Milan, hem başarı hem de tarz açısından Ancelotti’nin kariyerinin en yüksek noktası olmaya devam ediyor. Sadece bir Serie A kazandı, ancak Milan’ı Avrupa’nın tartışmasız en çekici, topa sahip olma temelli takımı haline getirirken iki de Avrupa Kupası kaldırdı.
Bir zamanlar 4-4-2’den sapmayı reddetmiş ve yetenekli 10 numaralara güvenmemişken, şimdi Ancelotti’nin varsayılan şekli, Andrea Pirlo, Clarence Seedorf ve Kaka gibi üç yetenekli oyun kurucunun yer aldığı bir baklava orta sahaydı. Pirlo’ya olan inancı, İtalyan futbol tarihinin en önemli gelişmelerinden biriydi ve yetenekli bir 10 numaradan, mükemmel bir derin oyun kurucu çıkartmıştı. Pirlo’nun Brescia’daki kiralık sezonundaki performansından da etkilenmişti.
Bu dönemde başka hiçbir Avrupa kulübünde Milan gibi bir topa sahip olarak oynama isteği yoktu. Ayrıca Xabi Alonso’nun yükselişine kadar Pirlo’yla karşılaştırılabilecek çok az sayıda derin oyun kurucu vardı. Belki daha da akılda kalanı, Ancelotti’nin dördüncü bir oyun kurucu olan Rui Costa’ya, İtalya’daki markası haline gelen 4-3-2-1 “Noel ağacı” formasyonunda yer bulmaya çalışmasıydı. Ancak Silvio Berlusconi, Ancelotti’nin her zaman ikinci bir forvet kullanmasını istedi, bu nedenle de 4-3-1-2 dizlişi daha düzenli kullanıldı. Sahada dört doğal 10 numara bulunuyordu ve bunun bir zamanlar 10 numaralara karşı olan bir menajer tarafından kullanıldığı düşünüldüğünde inanılmazdı.
Bu noktada; süperstar oyuncuları transfer eden bir kulüp sahibi olarak tanınan Roman Abramovich, Ancelotti’nin Chelsea’ye başarılı ve çekici bir futbol oynatacak hoca olduğunu düşünüyordu. Ancelotti, başlangıçta büyük başarı elde ettiği ve Milan’da kullandığı baklava orta saha ile başladı ve bazen Michael Ballack, Deco ve Frank Lampard’ı aynı anda kullandı. Ardından, sezon ortasında yaşanan bir darbeden sonra Ancelotti, baklavanın en ucunda pek de rahat edemeyen Lampard’dan da verim almak adına 4-3-3’e geçti. Bu, zaman zaman 4-3-2-1 gibi görünüyordu, Florent Malouda, Nicolas Anelka ve Joe Cole’dan ikisi kanatlardan içeri doğru sürükleniyordu, ancak Ancelotti tüm hücumcularından en iyi sonucu alan bir taktik bulamadı. Anelka kenardan gelmeyi sevmedi, onunla ve Didier Drogba ile 4-3-1-2 artık geçerli değildi. Chelsea’nin aslında en çok Anelka 11’de ve Drogba yedekte iken verdiği keyif tartışılıyordu. (Fildişi Sahilli yıldız sezonu 29 gol ile Premier League gol kralı olarak bitirse bile)
Ancak, Ancelotti’nin ikinci sezonunda işler yokuş aşağı gitti, özellikle Fernando Torres transferinden sonra en iyi hücumcularını nasıl konumlandıracağı konusunda zorluklar yaşadı. Anelka, kısa bir süre Drogba ve Torres’in arkasında 10 numara olarak kendine yer buldu, Ancelotti bu şekilde mümkün olan tüm yıldız isimlerini saha içine yerleştirme kararlılığını gösterdi.
Daha sonra çeşitli sistemler kullandığı Paris Saint-Germain ile 18 aylık bir birliktelik yaşadı. Ancelotti, yetenekli bir 10 numara olan Javier Pastore, Nene ve Jeremy Menez gibi gösterişli oyunculara bir kez daha büyük bir inanç gösterdi. Ancak Zlatan Ibrahimovic’in gelişi ile birlikte kaçınılmaz olarak İsveçli saf 9 numaranın etrafında kurgulanmış bir oyun ortaya koydu.
Real Madrid’deki 2 sezonu biraz daha farklıydı. Ancelotti geldiğinde oyununu Mesut Özil üzerinden çevirmeye kararlı görünüyordu. Ancak Özil, Ancelotti’nin isteklerine karşın Gareth Bale transferine yer açmak için Arsenal’e gönderildi. Bu, 10 numarasız bir 4-3-3 dizilişini gerektirdi ancak Ancelotti yine de görüp görebileceğiniz en teknik orta saha kurgularından birini ve forvet hattını – Toni Kroos, Isco, Modric’li orta saha ve Bale, Cristiano Ronaldo, Benzema’li hücum hattı – yarattı. Ancelotti’nin yerine gelen Zidane ise halefinin aksine Kroos’u sol merkez pozisyonunda – Kroos’un yerinde ise Casemiro’yu savunma direnci sağlamak için kullandı – tercih edecekti. Ancelotti’nin isteği ise Kroos’u, Pirlo’nun gerçek eşdeğeri haline getirmekti.
Ancelotti’nin, onu kariyerinin başlarında katı bir 4-4-2’den uzaklaştıran oyuncu olan Zidane’den daha idealist olması biraz ironikti.
Açıkçası Ancelotti, Real’in 2014’teki Şampiyonlar Ligi başarısı yolunda 4-4-2 ve 4-3-3 arasında bir denge bulmuştu. Bale savunmaya katkı vermek için zaman zaman geri gelirken, Ronaldo solda ilerde kalıyordu ve Angel Di Maria da orta sahada dengeleyici bir roldeydi. Bu bir ders kitabı oluşumu değildi, ama şimdi Ancelotti ders kitabının ta kendisiydi. Ronaldo’nun büyük ölçüde savunma sorumluluklarından kurtulmasını sağlayan, yıldızlarının ihtiyaçları etrafında oluşturulmuş bir takımdı.
Bayern Münih’te başlangıçta Thomas Müller’i 4-3-3’ün sağında kullanıyordu. İlerleyen dönemde Müller’i alışık olduğumuz gibi 4-2-3-1’de Lewandowski’nin arkasında serbest pozisyonda gördük. Daha enerjik bir oyuncu olan Arturo Vidal, Avrupa maçlarında sıklıkla kullanılsa da, Alonso ve Thiago Alcantara’lı ultra teknik bir orta saha ikilisini de sık sık aynı anda oynattı. Bu durumlarda, Thiago orta saha üçlüsünün ilerisine doğru itildi.
Bununla birlikte, Bundesliga Şampiyonu unvanını kazanmasına rağmen, bunun Ancelotti’nin kariyerindeki başarılı yönetimlerinden biri olmadığı ve oyuncuların baskısı sonucu görevden alındığını söylemeliyiz. Görünüşe göre futbolcular, Pep Guardiola yönetiminde alıştıkları antrenmanlara kıyasla antrenman seanslarının yoğunluğunun düşmesinden dolayı mutsuz görünüyordu. Ancelotti, taktik olarak sorgulanıyordu ve oyuncuları her zaman önde tutan bir menajer olarak ünü de inceleme altındaydı.
Napoli’deki deneyimi de büyük ölçüde Bayern’dekine benzerdi, Guardiola benzeri bir figür olan Sarri’nin yerini aldı. Napoli’de de topa sahip olma temelli bir oyun anlayışı vardı. Ancelotti’nin Napoli deneyimi, aldığı süre bakımından da Bayern’e benziyordu. Napoli’de, Sarri’nin her zamanki 4-3-3’üyle başladı, ardından 4-4-2’ye geçti ve eski stiline geri döndü. Napoli’de bazı iyi oyunculara güvenebilirdi, ancak muhtemelen takımı etraflarına kurulmasını talep eden bir tek futbolcu dahi yoktu. Bu durumlarda, Ancelotti hala 4-4-2’nin daha iyi bir yaklaşım olduğuna inanıyor gibi görünüyor.
Aralık 2019’da göreve geldiği Everton’da da ilk olarak Dominic Calvert-Lewin ve Richarlison’ı öne atıp takımını 4-4-2 şeklinde oynatan Ancelotti, bu dizilişe olan inancını İngiltere’de de göstermişti.
Yaz aylarında James Rodriguez’in eklenmesi, Everton’ın üç ayrı aşamasını tetikledi. Başlangıçta 4-3-3’tü, Rodriguez sürekli olarak ceza sahasını kesiyordu ve karşı kanattaki Richarlison da doğru koşuyu atıyordu. Bu tahmin edilebilir hale geldiğinde ve rakipler Rodriguez’in savunma eksikliklerinden yararlandığında, Ancelotti 3-4-3’e geçti ve son haftalarda Gylfi Sigurdsson veya Rodriguez ile bir kez daha 4-2-3-1’e geçiş yaptı.
Ancelotti’nin, Old Trafford’da 4-3-1-2’yi Rodriguez’in etrafında inşa ederek kullanması, Zidane ve Kaka’ya olan inancını – bu sisteme modern oyunda şahit olmak nadirdir – akla getirdi.
Ancelotti hala en iyi dizilişi bulmaya çalışıyor olsa da yine de en yetenekli oyuncularını rahatsız edici mevkilere sıkıştırmak yerine, onların güçlü yönleri etrafında bir şeyler inşa etmeye çalışarak oyuncularının etrafında bir düzen oturtmayı arıyor.
Diğer birçok kulüp Kolombiyalı’nın yeteneğine olan inancını kaybettiğinde Rodriguez’i şımartma kararı, Ancelotti’nin yeteneğin sisteme üstün gelebileceğine hala inandığını gösteriyor. Sacchi, hala Ancelotti hakkında sıcak bir şekilde konuşuyor, ancak Ancelotti’nin yaklaşımı, akıl hocası tarafından kendisine öğretilen yöntemlerden artık çok uzak.
Kaynak: The Athletic, Michael Cox