“Dünya Kupası’nda oynanan genel oyun yapısı, bizim burada oturmaya çalıştığımız oyundu. Bu oyun artık tamamen planlı, programlı bir hale doğru gidiyor.” Aykut Kocaman.
Fransa, 2018 Dünya Şampiyonu. Formalarında artık iki yıldız var. Dünya Kupası’nı izleyenlerin aklında futbolun nereye gittiği…
Fransa, tıpkı daha önce 98 Dünya Kupası’nı kazandığında yaptığı gibi tamamen planlı, programlı bir oyunla Dünya Şampiyonu oldu. Takım olarak birlikte başarıyla icra ettikleri savunma planıyla rakiplerinin gol kanalları kapatırken geliştirdiği hızlı kontra ataklar ve yetenekli ön oyuncularının maharetiyle maçlarını kazandı. Finali ve kupayı da.
Bu noktada artık iki şey düşünebiliriz: Planın kendisi ve icrası… Fransa planını mükemmele yakın bir şekilde uyguladı. Mbappe, Giroud, Griezmann, Pogba… Tüm oyuncular Deschamps’ın “kazanan oyun planını” fedakarlık yaparak ifa etti. Final maçından önce Mbappe de böyle diyordu. “Bazen arkadaşlarınız için, takım için fedakarlık yapmalısınız.” Haklı. Yıldızların maç, takımların turnuva kazandığını defalarca gördük. Artık tek başına bir oyuncunun bir takımı, bir ulusu sırtlaması mümkün değil. Alıp topu peşinizde takım arkadaşlarınızla rakip kaleye gideceğiniz devri geçtik. Mbappe’nin de defalarca kademede savunma yaptığını, kendi yara sahasında top kazandığını ve alan daralttığını gördük turnuva boyunca. Tıpkı Griezmann ve tıpkı Giroud gibi…
Fakat aslında bu fedakarlık, kendisi için. Çünkü sonunda şampiyon olacak olan Fransa olduğu kadar Mbappe’dir de. Sonunda o ünvanı almak; şampiyon olmak vardır. Öyleyse ikinci noktaya bakabiliriz: bu plan başarıyla ifa edildi ama bu planının kendisi, güzel miydi?
Courtois’in yarı final sonrası açıklamalarını duymuşsunuzdur. Sonrasında Fransa halkından özür diledi ama söylediklerindeki haklılık payı geçmedi. Her ne kadar Fransa, o maç çok etkili ve verimli bir performans sergilese de reaktif bir oyun sergilemişti. Turnuvadaki çoğu maç ve finalde de olduğu gibi.
Burada mesele şu; reaktif bir oyun oynayabilmeniz için karşınızda aktif olarak bir şeyler yapan bir takımın varlığı gerekir. Ki bu olmadığında, örneğin Avustralya ve Danimarka karşısında, Fransa’nın üretmekte zorlandığını gördük. Liverpool’un bu sezon City’yi defalarca ve etkileyici şekilde yenmesine rağmen olmayacak takımlara puan kaptırması gibi. Çünkü her tezin bir antiteze ihtiyacı var. Reaktif bir oyun planının işlemesi için kurucu bir şeyler yapan bir takıma ihtiyaç var.
Takımlar da insanlar gibi kurucular ve bozucular olarak ikiye ayrılır; inşacılar ve yıkıcılar… Courtois’nın itiraz ettiği buydu aslında. Yoktan bir oyun inşa edenlerin, oyununu tahribat üzerine kuran takımlara karşı kaybetmesi. Fakat bu bir plandır ve görüldüğü üzere iyi uygulandığında şampiyonluk getirebilir. Hatta getirir. Fransa’nın bize “bir kez daha” gösterdiği gibi.
Planın kendisinin futbol açısından önemi tartışılabilir. Ama her ne olursa olsun bu planın bir antitez yaratarak yeni sentezlere yol açtığını unutmamamız gerekir. Aykut Kocaman, Fransa’nın şampiyonluğundan sonra bunu söylüyordu işte. “Bu oyun artık tamamen planlı, programlı bir hale doğru gidiyor.” Eğer planınızdan eminseniz ve bunu yapmakta kararlıysanız mesele artık planı sorgulamaktan çıkmıştır. Mesele, planın icrasıdır. Deschamps; Mbappe’yi, Griezmann’I, Pogba’yı bu plana ikna etmişti, programını onlara benimsetmişti.
Sosyolog Max Weber, dünyayı hesaplamalardan ve bürokrasiden ibaret bir demir kafes haline getirdiğimizi söyler. Bilimin etkisiyle dünya, her şeyin hesaplanabildiği ve sonuçların öngörülerek planlar yapabileceğimiz bir yer haline geldi. Futbol da. Ancak tabii ki her diyalektikte olduğu gibi bu plan-programın sonucunda özgürlük ve doğaçlama isteği doğacaktır insanın içinde. Dünyada artık kodlamanın, yaratıcılığın ve buna göre bir eğitim sisteminin teşvikine geçildiği gibi futbolda da tüm bu plan-programdan sonra, bu plan programı içine alan bir özgürlük ve doğaçlama dönemi başlayacak. Bahsettiğim sentez budur.
Ancak bunun için bu oyun planının kazanması ve Guardiola’nın, Sarri’nin oyunlarının rüştlerini ispat etmeye devam etmesi gerekiyor. Ki Mbappe’li Fransa’dan, üstün yetenekli kadrodan beklenen bu olduğu için Deschamps’ın oyun planı çoğu insanı tatmin etmedi. Oysa planı sorgulamayı bir an için bir kenara koyarsak, ortada müthiş bir icraat var. Hatta bahsettiğim gibi plan-programla doğaçlamanın harmanlandığı bir sentez var. Hem Guardiola’nın da ilk iki bölgede çok disiplinli olduğunu, çok ince hesaplamalar yaptığını ve her ihtimali öngörecek planlamalar yaptığını unutmayalım. Weber’in bahsettiği demir kafes orada da var. Ama üçüncü bölgede özgürlük var; arkasının sağlama alındığı bir özgürlük.
İlk sezonunda City’ye şampiyonluğa mal olan hücum özgürlüğü ile savunma organizasyonu arasındaki dengesizlik olmuştu. Guardiola bu sezon özgürlüğe ve doğaçlamaya alan açtığı üçüncü bölge ve hücum hattının gerisindeki planlı, organize savunmayı gerçekleştirebildiği için Premier Lig’i kazandı. Deschamps da sadece disiplinli bir savunma değil aynı zamanda verimli bir hücum performansı çıkarabildiği için Dünya Kupası’nı.
Hasılı dünyada her an her yerde belirli aşamaları yaşıyor insanlık. Ve futbol. Bir yerde Guardiola elde ettiği sentez sayesinde şampiyonluk kazanırken diğer tarafta Deschamps, daha ziyade antitezle kazanıyor. Yine de ikisinin ortak noktası, farklı oranlarda da olsa, bir sentez yapmış olmaları. Hem Fransa’nın bu antitezini yenebilen bir futbol çıkmaması, onun haklılığını ve başarısının hak edilmişliğini göstermez mi?
Artık Dünya Kupalarından ziyade futbolda trendleri kalbur üstü ligler ve elit Şampiyonlar Ligi seviyesi belirliyor. Ve bu sahnelerde her iki plan da mevcut. Bir sonraki Dünya Kupası’nda da herkesin oyun inşa ettiği ya da hücum yaptığı maçlar izlemeyeceğiz. Çünkü diyalektik durmaz. Tıpkı Messi’nin Dünya Kupası’nı bir türlü kazanamaması gibi…
Dünya Kupası’nı alsa tarihin en iyisi olduğu kesinleşecek ama bir türlü o kupayı alamadı ve alamayacak da. Çünkü içinde bulunduğumuz hayat kesin sonuçları, nihai kararları sevmez. Sürekli bir döngü içinde değişmeyi ve diyalektik içerisinde ilerlemeyi ister. Bu yüzden Messi hiçbir zaman Dünya Kupası kazanamayacak ve dünyanın en iyi futbolcusu hiçbir zaman ‘kesin’likle belli olmayacak.
Aynı şekilde futbol oynama şekillerine dair bu tartışmalar da bitmeyecek. Aynı anda, aynı zamanda başka bir turnuvada reaktif oyun kazanırken diğer bir ligde kurucu oyun kazanacak. İkisi de birbirinden eklentiler yapmaya ve oyunlarını iyileştirmeye çalışırken her seferinde daha planlı ama daha özgür, doğaçlamaya daha müsait ama daha programlı oyunlar izlemeye devam edeceğiz. Sonuçta bu oyun hiçbir zaman mükemmelleşmeyecek ama şu an olduğu yerde de durup beklemeyecek. Bize de izlemek, eğlenmek ve üzerine düşünüp konuşmak düşecek.
İşte bu yüzden, Fransa’nın kupadaki tüm maçlarını olduğu gibi Hırvatistan finalini de analiz edeceğim.
Şutlar ve paslar
İlk yarıda 1 şutla 2 gol bulan Fransa, maçın geri kalanında da sayılar ve sonuçlar arasındaki bağlantıyı kopardı. Hırvatistan’ın 2-1 geride kapadığı ilk yarının ardından 45-60 arasındaki gol çabası da sonuç vermedi. Pogba’nın 59, Mbappe’nin 65.dakikadaki golleriyle de maç nihayete erdi.
Ceza sahası
İkinci yarının ilk 15 dakikasındaki gayret ve çabasına rağmen Hırvatlar, Fransa kalesinde amacına ulaşamadı. Fransa’nın bu turnuvada bugüne kadarki diğer rakiplerinin aksine daha çok şut çeken, ceza sahasına daha çok giren, üçüncü bölgede daha çok pozisyon alıp boşluk aramasına rağmen Hırvatistan eşitlik golünü bulamadı.
Ortalama Pozisyonlar
Fransa’nın ortalama pozisyonları da karakterini ve turnuva genelindeki plan ve icrasını ortaya koyar nitelikteydi. Matuidi sol beke yakın konumlanırken Kante savunmada Umtiti’yle aynı pozisyonu paylaşır gibi oynuyordu. Maç süresince oyuncuların ortalama pozisyonları, Fransa’nın plan-programlı; önlemini almış savunma anlayışını yansıtırken ilerideki oyuncuların konumları, Fransa’nın hızlı ve yaratıcı karşı ataklarının çıkışını gösteriyor.
Hücumlar
Fransa yine neredeyse tamamen ataklarını hızlı hücumlarına yaslarken Hırvatistan tüm ihtimalleri denemiş görünüyor. Yine de ikinci golü, muhtaç oldukları anda; 45 ila 60 arasında bulamadılar.
Fransa, turnuvadaki diğer maçların aksine, hızlı hücumlardaki verimini yakalayamasa ve duran toplarda etkinlik yaratamasa da Hırvatlara 4 gol atmayı başardı. Aslında bu turnuva boyunca onlara finali getiren yüksek verimli performanslarını gösteremeseler de bu kez yıldızlarının bireysel yetenekleriyle sonuca gittiler. Mbappe ve Pogba’nın golleri tam da Hırvatların gol bulmaya sayısal olarak en çok çabaladıkları anlarda geldi ve ondan sonra skor değişse de sonuç değişmedi.
Son söz
Fransa, turnuva öncesi istikrarsız performansına ve eleştirilere rağmen turnuvada Fransa’98 performansını yakalayarak bir kez daha Dünya Şampiyonu oldu. Mbappe’nin en iyi genç oyuncu ödülünü aldığı Fransa’da Kante’nin turnuva boyunca top kazanma ve rakibi yıldırma performansı ile Pogba’nın bu kez görece gösterişsiz oyunu ile Griezmann ve Mbappe’nin ve “fedakarlıkları” ve Giroud’nun alana dayalı pasör performansı ve sağlam savunmacılarıyla Fransa bana göre şampiyonluğu hak etti.
Deschamps’ın kurduğu plan ve yetenekli oyuncularını bu savunma ağırlıklı plana ikna etmesi; neticesinde planın başarılı icrası kupayı Fransa’ya getirdi. Sonuçta bozucu bir plan kurmak da bir inşa. O planı başarıyla uygulatmak da takdire şayan.
Dünya Kupası bitti. Okuduğunuz için teşekkürler, iyi tatiller.