Euro96 finalinde Çek Cumhuriyeti’ni 2-1’lik skorla geçip Avrupa Şampiyonasını kazanan Almanlar, 2 sene sonra Fransa’da düzenlenen Dünya Kupasına’da gitmeye hak kazanmış, ancak çeyrek finalde Hırvatistan’a 3-0’lık kötü skorla elenmişti. Lakin bu durum çok sürpriz sayılmazdı. Nasıl mı derseniz, sizi şöyle Ali Ece’nin “Ayak Oyunlarından Akıl Oyunlarına Futbol”adlı kitabına götürelim; “1998 Dünya Kupası’nda Hırvatistan karşısında 3’lük olan Almanya’nın ise o gün ki ilk 11’inin yaş ortalaması 30’un üstündeydi” Elbetteki tek sorun bu değildi. Turnuva öncesi yaşanan olumsuzluklar, ülke milli takımının çekmiş olduğu santraforsuzluk sorunu ve tüm sorunun sadece santrafor eksikliğinden kaynaklanıyor görüşü diğer belirleyiciler olarak göze çarpıyordu.
1998 Dünya Kupasını büyük çalkantılarla atlatan Almanlar, Euro2000’de Romanya-Portekiz-İngiltere ile eşleşmiş, 3 maç sonunda tek gol ve tek puanla grubu sonuncu tamamlamışlardı. Bu büyük fiyaskonun ardından Almanya spor kamuoyu, futboldan sorumlu birimler şapkalarını önüne koydular ve öz eleştiri yapmanın gereklilik olduğunun farkına vardılar. Gelinen noktada saptadıkları başlıca sorunlar şunlardı:
- Eski Alman takımlarının artık işlevsel olmayışı
- Alman futbolunda belirli ve geçerli bir sistemin olmayışı
- Alman futbolu içerisinde oyuncu ve teknik direktör yetiştirilememesi.Varolan gençlerinde yeterli seviyede olmaması.
Almanya Futbol Lig Birliği’nin kurulması
Bu sorunların saptanmasından sonra ilk olarak yapılan 18 Aralık 2000’de Deutsche Fusßball Liga ( Almanya Futbol Ligleri Birliği)’nin kurulması oldu. Kurum 2001 yılında Almanya Futbol Federasyonu (DFB)’nin düzenli üyesi oldu. Bu kurumun amacını ve görev kapsamını da şöyle açalım:
- Profesyonel liglerin (Bundesliga ve Bundesliga II) organizasyonu ve pazarlanması.
- Toplam 36 kulübün; spor tabanlı, hukuk, insan, idari, alt yapı, teknik emniyet, medya teknolojisi ve en önemlisi mali kriterlerin kontrolü.
DFL-DFB’nin almış olduğu ortak kararlar doğrultusunda
- Bundesliga I ve Bundesliga II’de yer alan toplam 36 takıma da akademi kurma zorunluluğu, bunun yanında istenilen yeterliliğe sahip alt yapı teknik direktörleri, çim sahalar, tıbbi bölümler, dinlenme alanları oluşturmak gibi zorunluluklar getirilmiştir.
Sadece kulüp olarak değil federasyon olarakta ülke çapında büyük bir seferberlik başlatılmış, 11-14 yaş grubunun hedef olarak belirlendiği ve ırk-din-köken ayrımı yapmadan tüm yetenekli oyuncuların bu havuza kazandırılması işlemleri hızlandırılmıştır. (Boateng kardeşler, Mesut-İlkay gibi Türk kökenli oyuncular, Khedira gibi örnekleri sayabiliriz) Bu işlerin ne kadar başarılı yapıldığının bir örneğini değerli üstad Ali Ece’den küçük bir alıntı yaparak anlatalım: “ Bayern,Thomas Müller’i bir şekilde bulmuştu ve şimdilerde Real Madrid’in banko orta saha oyuncusu Toni Kroos da ilk olarak Mecklenburg-Vorpommern isimli 2009 nüfüs sayımı itibariyle 1.5 milyon kişinin yaşadığı yerleşim bölgesinde keşfedilecekti”.
Yayıncı Kuruluşun Batması
O dönemin yayıncı kuruluşu Kirch medyanın batması, federasyon-lig birliği ortaklığında alınan kararların uygulanması açısından daha sağlıklı bir ortamın oluşmasını sağladı. Bu dönemi, paranın eskiye oranla daha az olduğu, tüketim modelinden mecburi kaçışın oluşup takımların sözde değil özde alt yapı modellerine yöneldiği dönemin başlangıcı olarak kabul edebiliriz.
Bir yanda oluşturulan müthiş yetenek ağıyla bulunan gençler, diğer tarafta yayıncı kuruluşun batması sebebiyle – birazda mecburi – bu gençlere yönelen, onlara takımlarını emanet eden kulüpler. Sanırım o dönem başlangıcında bu işin kaymağını yiyen kulüplerin başında da Magath’ın Stutgart’ı geliyor diyebiliriz. Nasıl ki Arda Turan’ın Manisa’ya kiralanmasıyla kariyeri yukarı doğru evrilmişse, o gün için Lahm’ın Stuttgart’ta kiralık oynaması, hatta sağ bek olarak değilde sol bek olarak oynaması futbolcunun kariyerini aynı oranda yukarıya doğru ivmelendirmiştir. Almanya alt yapı sisteminin ilk oyuncularından olan Lahm’ın birden fazla mevkide oynayabilirliği, kariyerinde kanatlarda oynamışlığı olan Mesut Özil’in sonralarda 10 numara mevkisine kesin geçişi, Kroos’un 10 numara başlayıp, daha sonrasında merkez orta saha rolünde kariyer zirvesine çıkması, kariyerine Bayern alt yapısında defansif orta saha olarak başlayan Hummels’in Dortmund’ta geriden oyunu kuran stoper rolüne bürünmesi, Alman alt yapı sistemi içerisindeki oyuncuların birden fazla mevkide oynayabilme üzerine eğitim gördüklerinin birer kanıtı olarak karşımızda.
2007 Sammer Dönemi
2000 sonrası alınan kararlarla alt yapı devrimi üzerine çalışmalar yapan Alman Federasyonu, 2007 yılında Sammer’i sportif direktör görevine getirerek 2007’ye kadar oluşturduğu perspektifi bir adım daha öteye taşımaya karar vermiş ve ilk etapta 11-14 yaş olarak belirlediği ve ona göre çalışmalar yaptığı devrimi, kreş çağındaki çocuklardan 21 yaşındaki gençlere kadar uzanan geniş bir yelpazeye taşımıştır. Bu yaklaşıma göre futbolcu adaylarının sadece “futbol odaklı” eğitiminden öte, insani eğitimine de önem verilmiş ve okullarla işbirliği içerisine gidilip, hem küçük yaştaki çocuklara ulaşılmış hem de her kesimden insanın aynı eğitim kalitesiyle donatılması sağlanmıştır. Bunlara ilave olarak yaşı büyüyen,hem akademik kariyer hem de sportif kariyer olarak sorumluluğu artan gençlerin daha sağlıklı adımlar atması, bu çetin yollar üzerinde daha az sorun yaşaması amaçlanmıştır.
Tüm bu planlı, programlı çalışmaların sonucunda 2000-2001 sezonunda u21 seviyesinde oynayabilecek Alman Futbolcuların oranı %8’ken, son dönemde bu rakam %16’lara çıkmış durumda. Yine 2000’lerin başında %50’lere kadar çıkan yabancı oranı şimdilerde %40’lara kadar gerilemiş, aradaki boşluk ise yeni sistemle üretilen Alman oyuncularla donatılmış durumda. Yine Bundesliga’da 2014-2015 yılında oynamış oyuncuların yaş ortalaması 25.1’ken, 1 Eylül 2016 tarihi itibariyle bu ortalama 24.5’a kadar düşmüştür.
Almanya futbolu buralara sadece alt yapı devrimi yaparak ve yaş kotasını aşağılara çekerek gelmedi tabiki. Bunun yanında şirketleşen bir ligin varlığı, kalitenin devamlılığı-sürdürülebilirliği, şiddete-ırkçılığa sıfır taviz, stadyumların doluluk oranları ve halkla iç içe olmak gibi kavramları da geliştirerek buralara kadar geldiler. Güncel birkaç grafikle ne demek istediğimi biraz daha net anlatayım
Almanya Bundesliga’nın 2014-2015 sezonunda ürettiği toplam para
Kulüplerin 2014-2015’te elde ettikleri gelirlerin ayrıntıları
Yıllara göre artışlarını gösteren tablo
Takımların Öz Kaynaklarına aktardıkları miktarların gelişimini gösteren tablo
Bundesliga Kulüplerinin son 3 yıllık gelirlerinin ayrıntıları
Bundesliga takımlarının Amatöre-Akademiye-Performans Merkezlerine yaptıkları harcamayı gösteren tablo
Bundesliga’daki takımların gelirlerinin % kaçını personel maaşlarına harcadığını gösteren tablo
Avrupa’da bu rakamın %65 civarlarında gezdiğini hatırlatmak lazım.
Bu da Almanya’da futbol üzerine çalışanların sayısını gösteren tablo
En son olarakta Bundesliga’daki seyirci sayıları
İlk sutun kombine kart, ikinci sutun %’lik oranı, üçüncü sutun günlük maç bileti, dördüncü sutun %’lik oranı.
2000’de en dibi görmüş Almanya, 2014 Dünya Kupası’nı kazanmasıyla beraber uluslararası alanda en yüksek mertebeye ulaşmış durumda. Bunu sadece “insana yatırım” olarak açıklayabilmekte mümkün değil. Çünkü işin içinde fazlasıyla önemli değişkenler var ve bu değişkenler birbiriyle bağlantılı. Bir yerde eksik kaldığınızda, yaptığınız işin yeteri kadar değeri olmaz, Avrupa’da da bu kadar adından söz edilmez. Almanlar bugüne kadar tüm bu değişkenleri iyi hesapladılar, iyi yürüttüler ve bu duruma geldiler. Gelin, başta Türk futbolu olmak üzere birçok alana klavuz olabilecek olan maddeleri tek tek sıralayalım.
- Ligin şirketleşmesi.
- Her takıma akademi kurma zorunluluğu, akademilerde istenilen yeterlilikte antrenör, tesis, konaklama, dinlenme vb alanların oluşturulması ve bunların mevcut yönetimler tarafından sıkı denetlenmesi. (Gereken şartlar yerine getirilmediğinde lisans verilmemesi gibi yaptırımları söz konusu.)
- Federasyon nezdinde ülkenin birçok noktasında yetenek arama noktalarının kurulması. Ve burada asıl önemli olanın din, dil, ırk, soy değil “yetenek” olması. Yani Alman sisteminde Lahm ile Mesut Özil arasında hiçbir farkın olmaması.
- Genç yaşta “yetenekli” bulunanların hem sportif hemde akademik kariyerlerinde sağlam ilerlemeleri için okul işbirliğinin sağlanması.
- Futbolun, ülkenin her kesimine sevdirilmesi, her bireyin ailecek stadyumlara güvenli bir şekilde gelip gidebileceği bir ortamın yaratılması.
- A takım oyuncuların hem alt yapı oyuncularıyla hemde taraftarlarla sıkı ve sıcak ilişkileri.
- Ülkenin tüm stadyumlarında ekonomik olarak her kesimin izleyebileceği alanların oluşturulması. Dortmund’un iç saha maçlarını 10 € gibi bir bedelle izleyebilmesi gibi.
- Tüm mali şartların mevcut kurullar tarafından sıkı denetlenmesi, sözde değil özde yaptırımların uygulanması.
- Her senenin sonunda, tüm mali-idari-sportif konularda, şeffaflık ilkesi doğrultusunda yapılan uzun ve ayrıntılı bildirimler.
Alman sistemi genel başlık altında sıraladığımız konuları bir bir uygulayarak buralara kadar geldi ve daha da ileri gitmeye aday gözüküyor. Peki, Türkiye olarak buna benzer bir ortamı biz yaratabilir miyiz? Ali Ece’nin kitabında da sık sık bahsettiği gibi bu durum bizim “yönetemeyicilerimizin” işine gelir mi ?
Görseller: bundesliga.com
Konuk Yazar: Hüseyin Çoban