Sosyal Sorun Olarak Fanatizm ve Holiganizm

fanatizm-nedir_646x340

Medyanın, kulüplerin, siyasi organizasyonların ve olayları büyük bir hayretle dışarıdan izleyen insanların düştüğü en büyük yanılgı sporda şiddet ve holiganizm konularının sadece futbol bağlamında düşünülüyor olmasıdır. Futbolu, şiddeti oluşturan bir unsur olarak değil de şiddetin ve bir takım birikimlerin dışa vurulduğu yer olarak ele almak en doğrusu. Bu soruna “titizlikle” yaklaşma hevesinde olan kuruluşların neden yıllardır sonuç alamadığı tam da bu nokta da yatıyor.

Holiganizm; faşizmden, milliyetçilikten ya da fanatizmden çok da farklı değil. Tek fark, holiganizmin, bu kavramların benzer özelliklerini futbolun içinde yaşatması ve eğer sonda söyleyeceğimi başta söyleyecek olursam; samimi bir şekilde holiganizm bitsin demek için aynı zamanda kadına yönelik şiddetin de, ırkçılığın da, trafik de edilen küfürün de bitmesi için çaba harcamalıyız. Holigan olarak tanımladığımız kişiler dünyadan izole bir şekilde sadece futbol sahalarında ortaya çıkmadığı gibi bu kişilerin de çeşitli görüşleri, istekleri, sosyal hayatı, ekonomik durumu gibi birçok farklı değişkenler içerisinde hayatlarını sürdürür.

Futbol dediğimiz kısım ise “Iceberg”in görünen kısmı.

230120150948382566054_2

Holiganlığın Yaygın Olduğu Ülkelerin Benzerlikleri

Holiganlık örnekleriyle en ön planda olan ülkeleri saydığımızda Türkiye, Yunanistan, Balkan ülkeleri ve Brezilya, Arjantin gibi Güney Amerika ülkelerinde hem fikir oluruz. Bu ülkeler farklı coğrafyalar, farklı etnik gruplar, farklı idari yapılar ve farklı kültürlere sahip olsalar da bütün bu ülkelerin çok önemli bir ortak yönü var. Bu ülkeler çok farklı özelliklere sahip olsalar da sosyal hayattaki eşitsizlikler bakımından birbirlerine yakın ülkeler.  Bu ülkelerdeki gelir dağılımlarında ciddi dengesizlikler var, ekonomide istikrar yok ve halkın büyük çoğunluğu bulunduğu konumdan ve refah seviyesinden yoksun. Bununla beraber zenginle fakir arasındaki uçurum giderek daha da artmakta. Bu durumda yaşayan insanlar ise sisteme olan öfkelerini çoktan içselleştirdiler. Futbol ise bu içselleştirilen duyguların en rahat ve kolayca dışa vurulabildiği alanların başında geliyor.

Taraftarlar formalarına bürünüp kimliksiz homojen bir yapıya bürünmüş gibi gözükse de bu kişiler maçlara gittiğinde beraberinde dertlerini, sinir-streslerini, ya da hayata karşı olan öfkelerini de beraberinde getiriyor. Ayrıca maçların naklen yayınlanması ve geniş kitlelerce takip edilmesi bu kişilerin maç ortamında gerek tutumlarıyla gerek tezahüratlarıyla gerekse de pankartlarıyla görünür kılınmasını sağlıyor. Bir diğer deyişle, kendisini ezilmiş, yok sayılmış ve haksızlığa uğramış insanlar maçlarda kendileri gibi hisseden geniş kitlelerle bir araya gelerek kendilerini güvende ve iyi hissediyorlar.

Sosyal Hayata Entegre Olamamak

Fanatiklerin ve Holiganların sosyal hayatları incelendiğinde bu kişilerin hayatlarında derin boşluklar bulunduğu gözleniyor. Ülkemizdeki ve çevremizdeki insanlara dikkat ettiğimizde birçok kişinin herhangi bir hobisi, uğraşısı ya da zamanını geçirdiği herhangi bir spor ya da sanat alanı bulunmuuyor. Bu aslında üzerinde ciddi anlamda durulması gereken bir sorun. Avrupa ve Amerika halkları incelendiğinde o bölgedeki insanların daha küçük yaşta çocuklarını çeşitli spor ya da sanat alanlarına yönlendirdiğini görüyoruz. Tabi ki bunun ülkemizde gerçekleşmesinin oldukça zor olması yukarıda belirttiğim gibi ülke olarak ekonomik istikrarsızlıklar ve bununla alakalı olarak sosyal hayattaki kapanması zor boşlukların oluşmasıyla ilgili.

fanatik-cocuk-resmi

 

Ülkemizdeki çocuklar incelendiğinde bu çocukların büyük çoğunluğu tatil gibi boş zamanlarında; etkinlik olarak en sık olarak aileleri tarafından Kur’an Kursu’na yazdırılıyorlar. Sadece sınırlı sayıdaki çocuklar müzik, spor, dans gibi alanlarda kendi yeteneklerini test etme fırsatı görüyor. Aslında küçük yaşta edinilemeyen bu alışkanlıklar ileride birçok hissiyatın farkına varılmamasının önünü açıyor.  Böylece çocuk yaşta öğrenilemeyen yarışmacı ruh, empati ve takım olma duygularının eksikliği ileriki yaşlarda da etkisi görülüyor. Çocukluğunu bu şekilde geçirmiş kişiler yetişkinlik çağında da yaşantılarının büyük bölümünü TV karşısında ya da AVM’lerde etken olmaktan uzak edilgen bir şekilde geçiriyor. Bu bağlamdan bakıldığında kişisel hayatta kazanılamamış başarıların tutulan kulübün başarısıyla kapatılmak istenmesi gayet normal karşılanabilir. Holiganlara gelene kadar koyu taraftarlar ve fanatikler dahi incelendiğinde bu kişiler her fırsatta tuttukları kulüplerin en güçlü ve en başarılı olduklarını iddia ederler ve kulüplerinin başarılarını sanki kendi kişisel başarılarıymış gibi son derece sahiplenip korurlar.  Zaten yoğun ve mutlu bir sosyal hayat yaşayan ve yine mutlu olduğu işi icra eden bir kişi istese de tuttuğu takıma bu kadar zaman harcayamayacak; deplasmanların birçoğuna gidemeyecek ve takımını “hobi” olarak bir sporsever sağduyusuyla takip edecek.

Sosyal hayatta yaşanan tek düzeliğe karşı cinsle olan etkileşimi de dahil edebiliriz. 20’li yaşlarına gelmiş bir kişinin tuttuğu ilk şeyin karşı cinsten bir kişinin eli yerine tuttuğu takımın bayrağı olması ve içindeki bütün heyecanı ve aşkı yine takımına aktarması kendisine göre dünyanın en muhteşem davranışı olarak haz veriyor. Gerek tezahüratlar gerekse yapılan davranışlar incelendiğinde de fanatik taraftarların ve holiganların sergiledikleri davranışlar sanki bir kişiye yönelik yapılmış gibi kişiselleştirilmiştir.

Kültürümüze Kodlanmış Şiddet

Pek farkında olmasak da içinde bulunduğumuz kültürümüz de son derece şiddet unsurları içeriyor. Hatta atasözlerimize bile “dayak cennetten çıkmadır, testi kırılmadan tokadı atacaksın, kızını dövmeyen dizini döver, öğretmenin vurduğu yerde gül biter” gibi birçok kalıplaşmış söz dilimize işleyip normal karşılanıyor. Bunun yanında insanlar çocukluğundan itibaren “fiziksel” olarak güçlü olmaya, karşındakini gücüyle alt etmeye ve akranları arasında herkesi dövmenin en saygı gören davranış olduğuna özendirilir. Evde güreş, denizde deve güreşi, masada bilek güreşi, bahçede simit oynayarak şiddeti günlük hayatımızın neredeyse ritüeli haline getiririz. Bu zihniyet içinde yetiştirilen kişiler yeterli eğitim ve donanımdan da eksik kalınca bu içselleştirilen davranışlarını yetişkinlik zamanlarında da farklı şekilde dışa vurmaya devam ediyor. Ülkemize has olan sonuç odaklı ve sabırsız olma zihniyeti de sanırım en çok bu kısımla bağdaşıyor. Çünkü galip gelen taraf “koyduk, geçirdik, ırzına geçtik” gibi söylemlerle her fırsatta rakibi üzerindeki gücünü en tahrikkar ve gövde gösterisi yaparcasını beyan ediyor.

s-0e56fcbd3f10552c80d7c44c6e8e6b2b2b91eed6

Stadyumlar Stres Atma Yeri

Birçok taraftarın maça gitme sebebinin deşarj olmak, stres atmak ve rahatça küfür edip sinirlerini boşaltmak olduğu biliniyor. Bu anlayışın kabul görüp uygulamada da kesintiye uğramaması maçlara gitmek isteyen büyük bir kitlenin stadyumları güvensiz bulmasına ve aileyle yapılacak “güvenli” bir etkinlik olarak görülmemesine neden oluyor. Sinemaların, tiyatroların, konserlerin ya da diğer spor müsabakalarının stres atma yeri olmayıp futbolun bu rolü üstlenmesi bir yana, birçok kişinin maçlara stres atmak için gitmesi ortada “bir şekilde” var olmuş stresin, gerginliğin ve sinirin göstergesi.

Demek ki tribünde her tür insan var dediğimiz taraftarların birçoğunun sosyal hayatında atması gereken stresi ve biriktirdiği bir takım sinirleri var. Bir Alman ya da İngiliz taraftarının maça stres atmak için gittiği düşüncesi mantıklı gelmiyor çünkü oradaki insanların büyük bir çoğunluğu sosyal hayatta belli bir standarda sahip olmuş kişiler. Kendi hayatlarında muhtemelen bizdeki gibi gerilecek, stres olacak olaylar yaşamıyorlar, insan haklarına uyuyor ve mutlu bir hayat yaşıyorlar hepsinden önemlisi oralarda insanlar sebepsiz yere ölmüyorlar.