2021 mayısında Thomas Tuchel Chelsea’nin başındaki henüz 4. ayında Chelsea’yle Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Ligde tökezleyen Londra ekibinin başına geçmesinin ardından Alman teknik adam daha ilk sezonunda Chelsea’ye Avrupa’nın kulüpler bazındaki en büyük kupasını kazandırdı.
Tuchel bu kadar kısa bir sürede herkese Chelsea efsanesi selefi Lampard’ı unutturmuştu. O dört ayda Chelsea, Premier Lig’in devlerini yenmeyi başarmış; Tottenham’ı, Liverpool’u, Everton’ı ve Şampiyonlar Ligi’nde de Atletico Madrid’i, Real Madrid’i, Manchester City’yi mağlup etmişlerdi. Üstelik bu maçların hiçbirinde kalelerinde tek bir gol bile görmemişlerdi.
Jürgen Klopp, Tuchel’i olağanüstü bir hoca olarak tanımlıyor ve Guardiola da onun dünyadaki en iyi antrenörlerden biri olduğunu söylüyor. Evet Tuchel’de Klopp’un karizması yok, Guardiola’nın entelektüel aurası ya da Simeone’nin enerjisi de. Ama Tuchel hepsinden bir şeyler öğrendi ve şimdi antrenörler dünyasının zirvesinde yer alıyor. Tuchel’i öne çıkaran, onu farklı kılan ne? Tuchel nasıl dünyanın en iyi antrenörü haline geldi?
Thomas Tuchel’in yolculuğunu anlamak için 2009’a gitmemiz gerekiyor. Michael Jackson hayatını yeni kaybetmiş, Barack Obama, ABD’nin başkanı olmuş ve 35 yaşındaki tecrübesiz bir genç takım antrenörü Bundesliga takımı Mainz’ın başına geçmişti.
Mainz kulübü daha önce de takımı tecrübesiz ama heyecan verici bir teknik direktör olan Klopp’a emanet etmişti. Tabii burası Klopp’un futbolculuğa da başladığı yerdi. Oysa Tuchel o zamanlar çok da tanınmıyordu. Ama Mainz’daki göreviyle antrenör olarak futbol sahnesine adımını attı ve adını unutulmazlar arasına yazdırdı.
Tuchel’in futbolculuk kariyeri 25 yaşında geçirdiği bir diz sakatlığı nedeniyle sona ermişti. O da futbolu bırakmak zorunda kaldıktan sonra üniversiteye gidip ekonomi okumuş, bu esnada Stuttgart’ta bir barda barmenlik yapmış ve ardından gençlik takımı antrenörü olarak futbola geri dönmüştü. Tuchel’in yolu böylece Mainz’la kesişti.
Tuchel o dönemi şöyle anlatıyor; “İlk antrenman salıydı, ilk maç da cumartesi. Takım zaten kupadan elenmiş, yani bir bilinmezliğe adım atıp takımın başına geçmek için doğru zaman.”
Mainz’ın A takımının başına getirilen Tuchel, bu deneysel görevlendirmenin neticesinde ses getiren bir başarı yakaladı. Kimsenin tanımadığı bu adam takımı dipten alıp ligde 9. sıraya çıkardı, ki o güne dek kulüp tarihinin en iyi lig derecesi buydu.
Tuchel yönetimindeki Mainz sonraki sezonu daha da iyi bir noktada tamamladı. Tuchel’in görev başındaki ikinci sezonunda Mainz Avrupa Ligi’ne katılım hakkı kazanıyordu. Tuchel artık ligde kalma mücadelesi veren bir takımın değil, üst seviye bir takımın antrenörü olarak anılıyordu.
Antrenmanlar Tuchel’in başarısında kilit öneme sahip ve Tuchel’in antrenmanlara dair devrimsel metotları var. Halen bu metotları geliştirse de en başından beri Tuchel’in değişik antrenman fikirleri vardı. Örneğin futbolcularının kanatlara atılacak uzun toplara bel bağlamasını engellemek için antrenman sahasının köşelerini yasaklamıştı. Böylece korner direklerinden half-space koridoruna kadar olan üçgenler iptal ediliyordu. Futbolcular sekizgen elmas şeklindeki bir sahada antrenman yapıyordu.
“Antrenmanlarımızı dar alanlara sıkıştırıyoruz. Sahada altıgenler çemberler kuruyoruz, asla futbol sahası ölçülerinde 11’e 11 antrenman yapmıyoruz.”
Tuchel oyuncularını dar alanlarda çözüm bulmaya zorluyordu, böylece futbolcular maç esnasında gerçek futbol sahası ölçülerinde daha büyük alanlar buluyor ve daha büyük bir özgürlük ve özgüvenle oynamış oluyorlardı. Tuchel’in konuya yaklaşımı çok net: “Antrenman mükemmelleştirir.”
Tuchel’in stratejisinin bir diğer kısmında her rakibe karşı ayrı bir hazırlık yapmak ve ayrı bir taktik yaratmak yatıyor. Klopp’un gegenpress’i, Guardiola’nın tiki-takası var ama Tuchel onların oyunlarını izleyip yaratacağı taktiksel bir karşılıkla onları yenebilir.
Mainz’in iki maç üst üste aynı on birle ve aynı taktikle sahaya çıkmamasının sebebi de buydu. Tuchel rakibi izleyip onlara göre ayrı bir maç planı yaratıyor. Bir maçta oynattığı 6 oyuncuyu diğer maçta yedek kulübesinde tutabiliyor ve bir muhabir soruncaya kadar bunun farkında bile olmayabiliyor. İşte tam da bu noktada Tuchel’in taktik dehası aynı zamanda onun en büyük problemlerinden birini ortaya çıkarıyor.
Tuchel için futbolcular sahada onun istediği oyunu oynayıp sonucu alacak birer “araç”; 4 boyutlu bir satranç tahtasında oradan oraya hareket ettirebileceği taşlar. Bu da bir noktada işin insani yönünü unutmasına ve antrenörle oyuncular arasındaki bağın kaybolmasına yol açıyor.
Tuchel azimli ve hırslı biri, bir mükemmeliyetçi. Onun bu mükemmelden azıyla yetinmeyen tavrı ve futbolcularından da sürekli kusursuz olmalarını beklemesi, bazı oyuncularla arasında sorunlara yol açıyor. Bir antrenmanda topa sertçe vurup futbolcularına şöyle bağırıyordu; “Siz buraya bizim oyunumuzu oynamaya gelmemişsiniz, kendi topunuzu oynuyorsunuz! Orada bir şey yapıyorsun, burada bir şey yapıyorsun ama BUNLARIN HİÇBİRİ İŞE YARAMIYOR!”
Çalıştırdığı eski futbolcularından Heinz Müller onun için; “O bir diktatör! Bana yaptığı şey tam anlamıyla kabadayılıktı!” diyor.
Bir oyuncunun Klopp için böyle bir şey söylediğini duyamazsınız. Ki Klopp da takımı var gücüyle çalıştıran ve tüm oyunculara fikirlerini onlara aşılamaya çalışan bir antrenör. İş taktisyenliğe geldiğinde Tuchel’in Klopp’tan iyi olduğu söylenebilir belki ama işin insani boyutunu değerlendirdiğimizde iki adamı kıyaslayamayız bile.
Tuchel de hiçbir zaman Klopp’la karşılaştırılmalarından ve kıyaslardan kaçınmadı. Hatta bu kıyaslamayı eylemleriyle destekledi de. 2015’te Dortmund’a gittiğinde, Mainz’da olduğu gibi, yine Klopp’un halefiydi. Ama Dortmund transferinin başka bir boyutu daha vardı. Detaycı ve akılcı bir mükemmeliyetçi olan Tuchel, şimdi dünyanın en duygusal kulüplerinden birinin başına geçmişti.
Tuchel ilk antrenmanında normalde yardımcı antrenörlerin yapacağı işleri onlara bırakmamış ve sahanın ölçüleriyle oynayıp sahayı bizzat antrenmana hazır hale getirmişti. Antrenmandaki her bir aşamayı en ince detayına kadar planlamış ve santim santim hesaplamıştı. Bu böyle devam etti ve tabii ki Tuchel yine istediğini elde etti.
Tuchel bugüne kadar hiçbir Dortmund antrenörünün elde edemediği istatistikleri yakaladı ve Dortmund tarihinin maç başına en çok puan kazanan teknik direktörü oldu. Görev yaptığı her iki sezonda da takımını Kupa finaline taşıdı ve birini kazandı. Bundesliga tarihinde bir lig ikincisinin topladığı en yüksek puanı toplamayı başardı ama maalesef Pep ve Münih daha bile iyisini yapmıştı.
Alman Ligi’ndeki karşılaşmaları, iki teknik adamın ilk bir araya gelişleriydi. İki taktik deha, saha kenarında buluşmuş ve maçlardan sonra da beraber yemeğe çıkmışlardı. Futbolun konuşulduğu bu yemekler ve iki teknik adamın karşı karşıya geldikleri maçlar sayesinde Tuchel işi en iyisinden öğrenmişti..
“Hepiniz biliyorsunuz, Pep Guardiola benim için bir nevi rol model gibi. Çok ilginçti çünkü onun gibi insanlarla muhabbet etmeyi, bilgi alışverişinde bulunmayı çok seviyorum. Onların yaptıklarını dikkatli bir şekilde izliyorum, bu onlardan bir şeyler öğrenmek için en iyi yol.”
Tuchel çalıştırdığı öğrencilerini de geliştirmeyi başardı; Mats Hummels, Pierre-Emeric Aubameyang, Henrikh Mkhitaryan ve Marco Reus gibi oyuncular onun yönetiminde zirve noktalarına ulaştılar.
Tuchel, Dortmund’u Klopp’un heavy metal futbolundan esnek bir pozisyon oyunu oynayan bir takıma çevirdi. Onun döneminde Dortmund’da topu ayağına alan oyuncunun birden çok pas ve oyun opsiyonu oluyordu.
Sahada oynanan oyun güzeldi, işler iyi gidiyordu ama ‘futbolcular da insan ve futbol bazen akla yatkın olmayabiliyor’. Tuchel de bunu 14 Nisan 2016’da öğrenecekti.
Avrupa Ligi çeyrek finallerinin rövanş maçıydı. Tuchel’in Dortmund’u, Klopp’un Liverpool’uyla karşılaşıyordu. Maçın bir saatlik bölümü geçilirken Dortmund 3-1 öndeydi. Liverpool’un tur için 3 gole ihtiyacı vardı. Ve oldu. Kırmızılar aradıkları golleri buldu ve Jürgen Klopp tüm stadı yakıp tutuşturdu. Taraftarlar takımını tur için ateşlerken Liverpool bir mucizeyi gerçekleştirdi ve 91. dakikada bulduğu golle turu kopardı. Bu maç Tuchel’in kariyerinde bir dönüm noktası oldu.
Maçtan sonra basın toplantısında Tuchel şöyle diyordu; “Benden bir açıklama bekliyorsanız sizi hayal kırıklığına uğratacağım çünkü ancak taktiksel ve mantıki şeyler açıklanabilir.” Ama futbolda bazen mantığın oyunda hiçbir yeri yok, taktiğin de. Bazen inanç, arzu ve takım ruhu maçın sonucunu belirleyebiliyor.
Bu maçtan sonraki 5 uzun yıl boyunca Tuchel Şampiyonlar Ligi’ni kazanmak için gerekli tüm eksik parçaları bir bir tecrübe edecekti. Klopp ona yolu göstermişti… Ama bu arada Tuchel için bir dönüm noktası daha yaşanacaktı.
Şampiyonlar Ligi çeyrek finali için yola çıkan Dortmund takım otobüsü bombalanmıştı. Oyunculardan biri, Marc Bartra, ağır yaralanmıştı. Takım büyük bir şok yaşıyordu. Maçın oynanıp oynanmayacağı tartışılıyordu. Görüşmelerin ardından takımların yöneticileri ve UEFA tarafından maçın sadece 1 günlüğüne ertelenmesine karar verildi.
Dortmund maçı kaybetti. Maçın ardından Tuchel oyuncularını savunuyordu; “Bombalı saldırıdan sonra böyle bir karar vermeye zorlandık. Bize yine de oynayabilir misiniz diye sordular. Sanki taraftarlardan biri otobüse bira şişesi atmış gibi davranılıyordu.”
Bu gördüğümüz Tuchel’in insani yanı mıydı? Yoksa sadece iyi bir aktörlük örneği mi sergiliyordu?
Maçın bir gün sonra oynanması kararı çıktığında, Tuchel’in bu karardan memnun olduğuna dair söylentiler vardı. İddialara göre Tuchel ayrıca şöyle demişti; “Bayern’i bu pısırıklarla mı yeneceğim?!”
Süreç içerisinde Tuchel’in kulüp yöneticileriyle de arası açılmıştı. Zaten bu olaylar yaşanmadan önce de Tuchel’in “Ya benim dediğim olur ya da siz bilirsiniz!” tavrının Borussia Dortmund’la örtüşmediği görülüyordu. Dortmund’un CEO’su Aki Watzke bir kulübü yönetmenin sadece iyi sonuçlar almaktan ibaret olmadığının altını çiziyor ve “Bazı temel değerler var; güven, saygı, iletişim becerileri, güvenilirlik ve kulüple özdeşleşmek.” diyordu.
Tıpkı Jürgen Klopp’un layıkıyla yaptığı gibi. Peki Thomas Tuchel? Buna olumlu yanıt vermek zor. Nihayetinde Watzke dünyanın en iyi antrenörlerinden biri olan Tuchel’in takımdan gönderilmesine karar verdi.
Ama Tuchel’in yeni bir iş bulması fazla zaman almadı.
Paris Saint Germain’de Tuchel’i yeni ve bambaşka bir mücadele bekliyordu. Starlarla dolu bir kadroyu bir takıma nasıl dönüştürebilirsin? Ama kısa sürede gösterdi ki Tuchel, süperstarlarla dolu bir takımı yönetmek için doğru seçim.
Tuchel’in Paris’teki görevi oldukça iyi başladı. PSG ile ligdeki ilk 14 maçının tümünü kazanan Tuchel, böylece bir lig rekorunu da kırıyordu. İlk sezonunda da ikincisinde de lig şampiyonluğunu kazandı. Fransa Kupası’nı da müzelerine götürmeyi başardılar. Ve ikinci sezonun sonunda Şampiyonlar Ligi’nde finale çıkmayı başarıp, finalde kupayı Münih’e bıraktılar.
Finale kadar gelinmesi güzeldi ama Şampiyonlar Ligi finalinin kaybedilmesi Paris’te pek hoş karşılanmadı. Sonraki sezona yapılan kötü başlangıç da Tuchel’in basınla ilişkilerinin gitgide gerginleşmesine yol açtı.
Kulübün sahipleri daha fazlasını istiyordu, Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu istiyordu ve Tuchel’in sportif direktör Leonardo’yla da takışması Alman teknik adamla yolların ayrılmasına sebep oldu. Watzke olup bitene çok şaşırmış görünmüyordu, Tuchel’in PSG’den ayrılmasının ardından şöyle dedi; “Thomas çok zor bir insan, bunu Paris’te de gördünüz… Ama fantastik bir antrenör.” Sayılar da bunu doğruluyor; Tuchel antrenörlüğünü yaptığı tüm kulüplerde başarılıydı. PSG’de takımının başında sahaya çıktığı her 4 maçın 3’ünü kazanmıştı. Chelsea’deki ilk sezonunda, yarım sezon içerisinde dünyanın en mücadeleci liginde maç başına 2 puan toplamayı başardı. Sonunda Şampiyonlar Ligi’ni kazanmayı da…
Thomas Tuchel antrenörlüğü en iyileri izleyerek öğrendi. Ta ki kendisi en iyisi olana kadar. Ancak Tuchel’in takıntılı ve talepkar doğası, onun asla tatmin olmayacağını gözler önüne seriyor. Şampiyonlar Ligi’ni kazandıktan birkaç dakika sonra olduğu gibi. Basın toplantısında şöyle diyordu; “Dinlenmek istemiyorum. Yeni sezonu iple çekiyorum. Yeni şeyler başarmak istiyorum ve sonraki sezonun da şampiyonu olmak istiyorum. Önümüzdeki sezon da bu yarışın içerisinde olmak, bu yarışın bir parçası olmak ve aynı seviyede mücadele etmeye devam etmek istiyorum.”
Thomas Tuchel’e başarıyı getiren onun bu mükemmeliyetçi kişiliğiydi; ama kişiliği, aynı zamanda onun önündeki en büyük engeli. Şimdi önümüzdeki soru şu: Tuchel kendini dizginleyip antrenör olarak bir süperstar haline gelebilir mi? Zaman gösterecek diyelim…
Bu yazı, DW-Kick off! Youtube kanalının “Thomas Tuchel NASIL dünyanın en iyi antrenörü oldu” isimli içeriğinin tercümesidir. Okuduğunuz için teşekkürler. Videoyu buradan izleyebilirsiniz.