“Birçoğumuzun anne-babası, kız kardeşi veya erkek kardeşi yok. Benim için Liverpool forması aile anlamına geliyor. Bu yüzden Liverpool’u seviyorum.”
“Asla Yalnız Yürümeyeceksin” sözlerini dinlerseniz, ülkemizin hikayesi gibi olduğunu göreceksiniz.”
Amazon Prime’ın altı bölümlük belgesel dizisi This Is Football’un ilk bölümü Ruanda’daki Liverpool taraftarlarının hayatlarının izini sürüyor ve ülkenin son yıllardaki sosyal ve politik dönüşümünün daha geniş, kanlı hikayesini anlatıyor.
Belgeselde sadece çok güçlü ve derinden bir şekilde Liverpool’a bağlı olan taraftarların hikayelerini dinlemiyoruz. Ayrıca bir futbol takımının dünyanın bir başka ülkesinde insanlara kimlik kazandırma, birlik oluşturma gibi son derece önemli kazanımlar sunduğunu görüyoruz.
Ruanda, önce 19. yüzyılın sonlarında Almanlar ve 20. yüzyılın başlarında Belçikalılar tarafından kolonileştirildi ve toplumda öncelikle Hutu ve Tutsi etnik grupları arasında güçlü bölünmeler yarattı.
1962’de resmen bağımsızlık kazanıldı ve Hutu hükümeti kısa süre sonra Tutsi azınlık topluluğunu marjinalleştirmeye başladı ve pek çok kişiyi ülke dışına sürgüne gönderdi.
1990’lara gelindiğinde, gerginlikler tırmandı ve aşırı şiddete dönüştü ve 1994’te Tutsilere yönelik kitlesel soykırım, 100 günde bir milyon Ruandalının öldürülmesiyle sonuçlandı.
Belgeseldeki özellikle sinir bozucu bir sahnede, genç bir Liverpool hayranı, evinden kaçmak ve hayatta kalmak için umutsuz bir şekilde saklanmak zorunda kalmadan önce, önünde palalı adamlar tarafından babasının kesilerek öldürülmesini izlediği zamanı hatırlıyor. Yiyeceksiz, susuz ve çoğu zaman aileleri olmadan bırakılan acımasız öldürme dalgası yüzünden binlerce kişi mülteci olmaya zorlandı.
Daha sonra anlatıyor: “Babamın gittiği her yerde onu takip ettim. Liverpool’u sevmek için onu takip ettim. Liverpool sayesinde artık pek çok insan arkadaşım oldu. Kalbinize bir şey girdiğinde, onu asla söküp atamazsınız. ”
Soykırımdan sonraki yıllarda futbol, ülkenin iyileşme sürecinin temelini oluşturdu. Parçalanmış toplulukları bir araya getirmenin, hayatları hayal bile edilemeyecek şiddette paramparça olmuş insanlara neşe ve umut vermenin bir yolu oldu.
Hapishaneler o kadar doluydu ki Ruanda’nın ilerlemesi ve gelişmesi için bir şekilde cinayetlere karışan insanların dışarı çıkarılması ve topluma yeniden kazandırılması gerekiyordu. Tutsiler ve Hutular; erkekler ve kadınlar için birbirlerine nefret duymadan birlikte oynadıkları futbol bir affetme aracı haline geldi.
Ruanda’nın, 2003 yılında ilk kez Afrika Uluslar Kupası finallerine hak kazanmak için Gana’yı yenmesi, ülkeyi bir araya getirerek dayanışma ve birliğin kurulmasında bir dönüm noktası oldu.
Liverpool taraftarlarından birinin açıkladığı gibi: “Ruandalı Kırmızılar (Rwandan Reds) soykırımın hangi tarafında olduğunuzu sormazlar çünkü hepimiz Ruandalıyız. Ancak her şeyden önce, hepimiz Liverpool taraftarıyız.”
“YNWA, ülkemizde hepimiz için geçerli olan bir şey. Hiçbirimiz yalnız yürümediğimiz için pek çok zorluğun üstesinden geldik. İşler ne kadar zor olursa olsun, bir gün daha iyi olacağına inanmalısınız. YNWA’nın sözleri, hayatın her alanında insanlara ilham veriyor. ”
Belgesel, birkaç Ruandalı Liverpool taraftarının kulübün neyine aşık olduğunu, onları birbirine sıkı sıkıya bağlı bir aile olarak nasıl bir araya getirdiğini ve İstanbul 2005 için ne hissettiklerini anlatırken gösteriyor. Ayrıca maçları kaçırmamak için okuldan kaçtıkları da belgeselde anlatılıyor.
Hatta oğluna Ian Rush adını veren bir adam, Manchester United’ı desteklediğini öğrendiği partnerinden ayrılmak zorunda kaldığı bir şaka yapıyor.
Bu insanların kulübe duydukları sevgiyi ve bu kadar korkunç insani dehşetten kurtulma süreçlerinin tam anlamıyla merkezi olduğunu görmek inanılmaz derecede dokunaklı ve ilham verici. Futbolun ve Liverpool’un, ailelerini böylesine barbarca bir şekilde toplu halde kaybedenler için ne kadar önemli olduğu konusunda gerçek bir bakış açısı sağlıyor.
Taraftarlar; örneğin yaz transferlerinin olmaması, Jürgen Klopp’un orta saha seçimi veya Liverpool’un Manchester City’ye kaptırılan şampiyonluk gibi konulardaki hayal kırıklıklarını dile getirecekler. Ancak Ruanda Kırmızılarının bu kadar dokunaklı hikayelerini düşününce futbol; hayatımızın merkezinde ne kadar olursa olsun, günlük kaygılarımızı ve tartışmalarımızı meşgul eden şeylerin çoğu ile kıyaslandığında gerçekten önemsizdir.
Belgesel Liverpool- Newcastle maçına giden üç taraftarın yaşadığı mutluluk ile bitiyor. Bazı insanlar için bir maça gidip orada “Asla Yalnız Yürümeyeceksin’i” söylemek rutin bir davranış olarak görünebilir. Ancak Anfield’da maça giden Ruandalı taraftarlarının bu denli mutluluğunun kaynağı belki de hayatlarındaki kötü anlardan çıkaran şeyin Liverpool’un olmasıdır.
Liverpool- Newcastle maçı orta seviye bir karşılaşma olabilir. Ancak Liverpol’u canlı olarak izlemek, 50 bin taraftar ile birlikte “Asla Yalnız Yürümeyeceksin” söylemek onlar için ömür boyu anlatılacak bir anı olarak kalacaktır.
İçlerinden birinin açıkladığı gibi: “Liverpool kazandığında, babamın orada bir yerlerde Liverpool’u izlediğini ve desteklediğini hissediyorum.”
Olağanüstü bir ülkenin hikayesini, futbolun kapasitesini ve bu durumda Liverpool’un en zorlu koşullarda bile neşe, ilişkiler ve umut yaratma kapasitesini özetleyen, üzücü ama moral veren bir hikayeyi anlatıyor Ruandalı Liverpool taraftarları belgeseli.
Kaynak: Amazon Prime, This Is Football, liverpool.com