Avrupa’nın ve Türkiye’nin önde gelen kulüpleri başarısızlıkla geçen yıllarını bir dönem kulüpte futbol oynamış eski yıldızlarını teknik direktörlük/menajerlik pozisyonuna getirerek aşmayı planlamış gibi görünüyor. Bu bir tesadüf mü yoksa futbolda yeni bir trend mi oluşmuş durumda bilemiyoruz. Ancak bu yüksek bütçeli kulüplerin tekrar bir risk daha almak istememesi veya Zidane-Real Madrid örneğindeki gibi hemen gelen başarı gibi birçok faktör kulüpleri kendi eski futbolcularını başa getirmesini tetiklediğini düşünüyorum. Şimdi eski yıldızlarını teknik direktörlük görevine getiren kulüpleri ve neden bu süreci izlediklerini inceleyelim.
Avrupa
Real Madrid- Zinedine Zidane
Carlo Ancelotti, 2013-2014 sezonunda Şampiyonlar Ligi şampiyonu olsa da bir sezon sonra hiçbir kupa kazanamayınca Real Madrid’deki görevinden kovuldu. Ardından Liverpool ile Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu tecrübesi olan Rafa Benitez getirildi. Benitez hem üst üste gelen başarısız sonuçlar hem de takım içindeki yıldızlarla olan sorunu yüzünden göreve başlamasından sadece 6 ay sonra kovuldu. Bu noktada takımın yıldızlarının saygısını kazanacak bir karizma isme ihtiyacı olduğunu düşünen Real Madrid yönetimi Zinedine Zidane isminde karar kıldı. Zidane futbolculuk döneminde Real Madrid’in en görkemli kadrosu “Los Galacticos’un” bir parçasıydı ve Leverkusen’e attığı gol ile kulübe bir de Şampiyonlar Ligi kazandırmıştı. Teknik direktör olarak bir A takım tecrübesi olmasa da Ancelotti’nin yardımcılığını yaptığı dönemde birçok taraftar onu bir gün kulübün başında olmasını hayal ediyordu. O hayal Rafa Benitez’in görevden alınmasının ardından gerçek oldu. O dönem kadroda Cristiano Ronaldo başta olmak üzere Sergio Ramos, Gareth Bale ve Marcelo gibi birçok yıldız futbolcu bulunuyordu. Kadronuzda böylesine birçok yıldız futbolcunuz varsa öncelikli olarak onların ne istediklerini anlayıp iletişiminizi iyi kurmanız gerekmektedir. Real Madrid’in yıldızları kazanmak istiyordu ve kazanmak için kulüp tarihinin en büyüklerinden biri artık takımın başındaydı. Rafa Benitez döneminde olduğu gibi oyuncular artık oyundan çıkarken tepki gösteremeyecek veya basın önünde teknik direktörü eleştiremeyecekti. Zidane, ismiyle orada bir saygınlık ve güven ortamı oluşturuyordu.
Zinedine Zidane’ın Real Madrid’deki başarısını sadece yıldızlarla olan iyi iletişimi üzerinden okumamak gerekir. Zidane döneminde Real Madrid eskisi gibi yıldız futbolcuları transfer etmek yerine potansiyelli genç oyunculara da yatırım yapmış durumda. Zidane’ın genç oyuncuları geliştirme yeteneği Real Madrid yeni dönem yapılanmasında kritik nokta. Asensio, Lucas Vasquez gibi genç oyuncular Şampiyonlar Ligi’nin kazanıldığı dönemde takıma katkıda bulundu. 2. Zidane döneminde ise Vinicius, Rodrygo, Mendy ve Valverde gibi genç oyuncular forma şansı buldu ve ilerleyen yıllarda takımın iskeletini oluşturacaklar.
Zinedine Zidane takımdan maksimumu alma konusunda da Real Madrid’e katkıda bulunuyor. Barcelona’nın önünde şampiyon bitirilen sezonda Real Madrid birçok sakatlık sorunuyla boğuşsa da (Asensio, Hazard, Bale, James) 21 farklı oyuncudan skor katkısı alındı. Üstüne Courtois ilk geldiği sezonun hayal kırıklığının ardından toparlanmış durumda ve Avrupa’nın 5 büyük liginde en az gol yiyen 3 kalecisinden biri konumunda.
Real Madrid; başarısızlık ile geçen bir Carlo Ancelotti dönemi ve yarım Rafa Benitez döneminin “camianın evladı” Zinedine Zidane ile 3 şampiyonlar ligi, 2 La Liga, 2 UEFA Süper Kupası ve 2 Kulüpler Dünya Kupası kazandı. Bu kupalar kazanılırken kulüp; yukarıda da belirtildiği gibi 3 ana başlık altında Zidane sayesinde yeniden yapılandı: 1. Yıldızlar ile İletişim 2. Gençlere Yatırım 3. Tüm Kadroyu Verimli Kullanma
Zinedine Zidane ile birlikte Real Madrid’in başarıyla yapılanması Avrupa’nın diğer elit seviye kulüplerine de ilham vermiş gibi görünüyor.
Andrea Pirlo- Juventus
Max Allegri’nin 2018-2019 sezonu sonunda ayrılmasından sonra Juventus teknik direktörlüğüne hem yıllardır süregelen oyun anlayışını değiştirmek hem de Avrupa’da başarı sağlamak için Napoli’de harika işler çıkaran Maurizio Sarri getirildi. Sarri’nin oyun planını oturtmak için belli bir sürenin geçmesi lazımken yönetim ve taraftarlar Avrupa’da başarıyı hemen istiyordu. Burada esasında bir yanlış tercih var gibi görünüyor. Öyle ki bu birliktelik çok da uzun sürmedi ve Sarri sadece 1 senenin ardından görevinden alındı. Sarri döneminde yine Zidane öncesi Real Madrid’de gördüğümüz gibi takımın yıldızları ile bir iletişimsizlik söz konusuydu. Bonucci basın önünde Sarri’yi eleştiriyor, Ronaldo kenara gelirken hoşnut olmuyordu. Sonuç olarak bu kumar tutmadı.
Sarri’nin görevden alınmasından sonra Juventus’un teknik direktör adayları arasında Pochettino gibi kendini kanıtlamış bazı isimler olsa da yönetim; sadece 10 gün önce U-23 takımının başına getirdiği Andrea Pirlo’yu A takımın başına getirdi. Pirlo’yu hiçbir teknik direktörlük tecrübesi olmamasına rağmen takımın başına getiren Juventus yönetimi ne düşünmüş olabilir bakalım.
Juventus takımında Ronaldo, Bonucci, Chiellini, Dybala gibi birçok yıldız bulunuyor. Bu yıldızları kısa sürede bir şey kazanabilecekleri oyuna ikna etmek gerekiyor. Onlarla iletişim bir numaralı konu olmalı. Eğer Ronaldo gibi bir yıldıza sahipseniz ona göre bir plan belirlemelisiniz. Tıpkı Zidane’ın Real Madrid’de olduğu gibi. Sarri döneminde bu yıldızlar her fırsatta Sarri’nin oyununu eleştiriyordu. Bu yüzden Juventus yönetimi öncelikle kadronun saygısını kazanacak bir eski yıldızı takımın başına getirmek istemiş olabilirler. Sonuçta Pirlo; Buffon, Bonucci ve Chiellini ile birlikte burada birçok kupa kazanmıştı.
Pirlo’nun ne tarz bir oyun anlayışına sahip olacağını henüz bilmiyoruz. Pirlo; Juventus taraftarlarının özlediği günlerde futbol oynadığı için onların ne istediğini çok iyi biliyor. Yazımıza konu olan camia evlatları bu konuda da tercih ediliyor. Öyle ki kulüplerin artık global çapta birçok taraftarı bulunuyor ve onlara istedikleri futbolu ve kupaları vermek hiç de azımsanmayacak kadar önemli.
Sonuç olarak Pirlo-Juventus ilişkisi bence Zidane’ın Real Madrid teknik direktörü olduğu ilk zamanlara benziyor. Yıldızlar ve iletişim üzerinden bu ilişkiyi okumak gerekiyor.
Ole Gunnar Solskjær– Manchester United
Sir Alex Ferguson ile geçen başarılarla dolu dönemin ardından kulüp bir türlü alışık olduğu başarıları elde edemedi. Louis van Gaal ve Jose Mourinho gibi elit seviye teknik direktörler de bu takıma çare olamadı. Jose Mourinho’nun 18 Aralık 2018 tarihinde kovulduğunda yerine ilk olarak sadece yarım dönem için Ole Gunnar Solskjær’i getirdi. Norveçli teknik adam Manchester United 1999 yılında Şampiyonlar Ligi’ni kazanırken büyük bir rol oynamıştı. Kariyeri boyunca hep sonradan oyuna girerek goller atıp takımı toparlaması ile hatırlanıyordu. Öyle ki kulüp, teknik direktör olarak ona yine aynı görevi vermişti. Aslında amaç takımı şöyle bir toplayıp sezon sonunda gemiyi kıyıya sorunsuzca yanaştırmasıydI. Sonrasında ise yine elit teknik direktörlere yönelecekti. Sonuçta böylesine büyük bir kulüp hiçbir teknik direktörlük başarısı olmayan birisine emanet edilemezdi. Ancak Solskjær, Manchester United’da teknik direktörlük kariyerine öyle bir giriş yaptı ki böyle düşünen herkesi utandırdı. Şampiyonlar Ligi’nde yıldızlar karması PSG’ni eleyerek çeyrek finale çıktı. Aralık ayından marta kadar 19 maçta sadece 3 mağlubiyet aldı. Kısa sürede gelen bu başarı ona uzun süreli kontratı da getirdi. Kendimi evimde görüyorum dediği Manchester United ile 3 yıllık sözleşmeye imza attı.
Günlük yaşantımızda ailemizin bir problemi olduğunda ilk desteğe daima evlatlar gelir. Aile işletmelerinde baba-anne yaşlandığında veya hasta olduğunda kariyeri ne üzerine olursa olsun ilk olarak evlatların işletmeyi ayakta tutmak adına işe koyulduğunu çevremizde şahit olmuşuzdur. Ben de Solskjær-Manchester United ilişkisini biraz buna benzetiyorum. O sorunlu kadroyu -hasta Manchester United’ı- özellikle de sezonun ortasında kimse almak istemezdi. Bu durumda Solskjær imdada yetişerek tüm sorumluluğu aldı.
Solskjær’in takıma bir başka dokunuşu da gençler konusunda oldu. Ben bu yazıyı yazarken United Brighton deplasmanına sağ kanatta Greenwood ile çıktı. Greenwood 2019-2020 sezonunun ortasından itibaren harika bir çıkış yaptı. Sağ kanata yapılacak transfer dedikodularının arasında bu ekonomik darboğazda çok da gerek olmadığını kanıtladı. Greenwood sadece bir örnek. Özellikle Avrupa Ligi yolculuğunda Solskjær altyapıdan yetişen birçok genç futbolcuya şans verdi.
Sonuç olarak Manchester United da modaya uyarak eski yıldızını takımın başına getirerek özlediği başarılı günlere kavuşmak istiyor.
Frank Lampard– Chelsea
Abramovic, kulübü yönettiği dönem boyunca daima birçok elit seviye teknik direktör ile çalıştı. Transferlere milyonlar harcadı. Ancak Chelsea, hiçbir zaman için istikrarlı bir yapı kuramadı. Hem oyuncular hem de teknik direktörler bazında hep bir sirkülasyon oldu. Belki de belli bir yapı kuramamanın cezası olarak kulübe 2019-2020 sezonunun yaz transfer döneminde transfer yasağı getirildi. Öyle ki bu transfer yasağı belki de kulüp için bir fırsat oldu. Chelsea ile birçok başarıya imza atıp kulübün efsaneleri arasında yer alan Frank Lampard transfer yasağının getirildiği bu zor dönemde takımın başına geçti. Transfer yasağı aldığınız bir dönemde öncelikli olarak içerden bir çözüm üretmeniz gerekmektedir. Frank Lampard da bu çözümü Chelsea akademisinden yetişen futbolcularda buldu. Abraham, Mount, Tomori, James, Abraham, Gilmour gibi başka organizasyonların belki de 10 yılda çıkardığı oyuncu sayısını sadece tek sezonda çıkarmayı başardı. Genç yaştaki oyuncular şans bulurken takım yarışmacı pozisyonundan da ödün vermedi ve sezonu Şampiyonlar Ligi potasında tamamladı. Frank Lampard sezon boyunca da yüksek tempolu ve bol gollü bir oyun anlayışı ile herkese keyif Chelsea taraftarlarına ise gelecek adına umut verdi.
Birçok genç oyuncunun süre bulup takıma monte edilmesini değerli buluyorum çünkü Chelsea bu zamana kadar yukarıda da belirttiğimiz gibi istikrarlı bir yapı kurmakta zorlandı. Belki de o güven oluşturup arkasında yapı kurulacak bir kişi bulunamamış olabilir. Ancak bu sezonun ardından Chelsea taraftarlarına sorsak kesinlikle güvenilecek o kişi Frank Lampard’dır.
Sonuç olarak zor bir dönemde takımı sırtlayıp sonrasında ilk sezonunda hiç de fena işler yapmayan Frank Lampard’ın önümüzdeki yıllarda Chelsea’ye beklediği başarı ve istikrarı getirebileceğini düşünüyorum.
Mikel Arteta– Arsenal
Ülkemizin bazı kaliteli üniversitelerinde okuyan öğrenciler bazen henüz okul döneminde seçkin yerlerde çalışma/bulunma fırsatını bulur. Çünkü öğrencilerin çalıştığı kurumlar bilir ki elit üniversitelerdeki hocaların verdiği eğitim de kalitelidir. Mikel Arteta-Arsenal ilişkisi biraz bu duruma benziyor. Arteta, Pep Guardiola gibi gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörler arasında gösterilen birisinin yanında yıllarca bulununca Arsenal de bu eğitime güvenerek onu takımın başına getirdi. Arsenal Arsene Wenger’in son dönemiyle başlayan ve Emery ile devam eden başarısızlık dönemini bir şekilde aşmayı planlıyordu. Karşılarına Guardiola’nın yanında eğitim şansı bulmuş kulüp efsanesi Arteta çıktı. Arteta sezon ortasında takıma geldiğinde taraftarın Xhaka ile krizi, takımın en iyi oyuncusu Aubameyang’ın kontrat krizi ve bitmek bilmeyen bir Mesut Özil krizi ile karşılaştı. Öncelikli olarak soyunma odasının çehresini değiştiren Arteta sezon sonunda 2 de kupa kazandı. Kalmak istemeyen Aubameyang ile yeni sözleşme imzalandı, Xhaka tekrardan takıma girdi. Bir nevi Real Madrid’de Zidane’ın yaptığı gibi yıldızlar ile iletişim kuararak onlarla barıştı. Leroy Sane City’de oynarken bir röportajında Arteta’nın oyuncular ile olan iletişiminin üst düzey olduğunu ve ne anlatmak isterse yüzde 100 anladıklarını söylemişti.
Yeni yapılanmayı Arteta üzerine kuran Arsenal bu dönemde 2 kupanın ve umudun yanı sıra birçok da genç futbolcu kazandı. Arsenal kulüp kültürü gereği hiçbir zaman fazla paralar harcayan bir takım olmadı. Hal böyle olunca Arteta da akademiden yetişen gençlere değer verdi. Arteta; Saka, Nketiah, Willock, Nelson gibi birçok genç oyuncuya şans vererek önümüzdeki sezonların da iskeletini şimdiden oturtmaya çalıştı.
Oyun olarak vaat ettikleri de ciddi anlamda umut verici. Özellikle FA Cup macerasında City ve Chelsea’ye karşı oynattığı futbol, denediği taktikler Arsenal taraftarlarının bir gelecek görmesini sağladı.
Sonuç olarak Arteta yıldızlarla olan iletişimi, gençlere verdiği değer ve işin taktik kısmına kafa yorması ile Arsenal yapılanmasında bir kulüp efsanesi, evladı olarak büyük bir rol oynayabilir.
Türkiye
Ülkemizde camia evlatlarının teknik direktör olarak futbolculuk yaptıkları kulüplere dönmesi aslında normal. Ancak Beşiktaş’ta Başkan Ahmet Nur Çebi’nin her röportajda öze dönüşü vurgulamasını değerli bulduğum için bu yazımızda Sergen Yalçın’a yer verdik. Fenerbahçe’de ise yaklaşık 5 ay teknik direktörsüz kalmayı göze alarak Erol Bulut’u beklemesini yazılmaya değer bulduğum için bu yazımızda yer verdik.
Sergen Yalçın- Beşiktaş
Beşiktaş’ta başarıyla geçen Şenol Güneş devri hocanın milli takıma gitmesi ile son buldu. Ardından Fikret Orman yönetimi takımın başına Başakşehir’den ayrılan Abdullah Avcı’yı getirdi. Abdullah Avcı oyununu Başakşehir’de uzun yıllar sonra oturtmuştu. Ancak Beşiktaş’taki taraftar ve medya baskısı gelen başarısız sonuçlar sonrasında bu oyuna ve anlayışa daha fazla sabır gösteremeyecekti. Üstüne, Avcı’yı getiren Orman yönetimi yerini Ahmet Nur Çebi’ye bırakınca ayrılık kaçınılmaz oldu. Bu süreçte takım ligde 7. ve maaşların ödenemediği bir noktadaydı.
Çebi yönetimi bu zorlu süreci takımın efsanesi Sergen Yalçın ile atlatmayı planlıyordu. Öyle ki Sergen Yalçın 7. aldığı takımı Şampiyonlar Ligi potasına soktu ve bu süreçte Rıdvan ve Ersin gibi de iki genç oyuncuyu takıma kazandırdı. Evlatların kaderidir zor zamanlarda aileyi taşımak ve bu yükü Sergen Yalçın şu ana kadar fazlasıyla taşımış görünüyor.
Sergen Yalçın’ın oyunu hakkında daha detaylı analizleri Futbol Akademi’de bulabilirsiniz. Bu yazımızda ise benim değinmek istediğim nokta biraz işin psikolojik boyutu. Sergen Yalçın yaklaşık 20 bin taraftarın önünde teknik direktörlük sözleşmesine imza attı. Bu da demek oluyor ki camia onun etrafında kenetlenmeye çoktan hazırdı. Takım içinde de havayı değiştirerek oyuncuların çoğundan da verim aldı. Kendisi de Beşiktaş altyapısı çıkışlı olduğu için o tarafı da Sergen Hoca’dan iyi bilecek kimse yoktur düşünüyorum.
Beşiktaş-Sergen Yalçın ilişkisini de Avrupa modelinde Manchester United gibi diyebiliriz. Her ikisinde de başarılı geçen dönemin ardından tutmayan bir teknik direktör ve ardından gemiyi kıyıya yanaştırmak için göreve gelen evlat.
Sonuç olarak Beşiktaş, yapılanmayı camianın evladını başa getirerek bu zorlu günlerden çıkmayı planlıyor. Şimdiye kadarki olan süreç de başarının çok da uzakta olmadığını gösteriyor.
Erol Bulut- Fenerbahçe
Aziz Yıldırım’ın son dönemi ve Ali Koç’un ilk dönemi olmak üzere Fenerbahçe yaklaşık 7 yıldır başarıya hasret. Fenerbahçe de bu başarısızlık ile geçen dönemini 1995-1996 sezonunda kulüpte şampiyonluk yaşamış evladı Erol Bulut’u teknik direktörlüğe getirerek aşmayı planlamış görünüyor.
Yazımızda bundan önceki kulüp-teknik direktörler ilişkisine hayattan birkaç örnek vermiştik. Erol Bulut-Fenerbahçe ilişkisi ise bence bir aile şirketinin artık dinlenmek isteyen yöneticilerinin şirketi; genç, iyi yetişmiş evlatlarına bırakmak istemesine benziyor. Yurtdışında iyi üniversitelerde okuyup birkaç dil bilen evlat yine staj döneminde de iyi çıkarmıştır. Öyle ki şirketin yöneticileri kimi zaman şirketin başına geçmesini beklediği evlatlarının eğitimini tamamlamasını bekleyip emekliliklerini 5-6 ay erteleyebiliyor. Erol Bulut’un Almanca-İngilizce ve Yunancayı iyi düzeyde konuştuğunu oyuncular ile yapılan röportajlardan biliyoruz. İşin okul boyutunda ise Abdullah Avcı’dan birçok şey öğrendiğini düşünüyorum. Erol Bulut Fenerbahçe’ye gelmeden önce 2 sene boyunca Yeni Malatyaspor ve Alanyaspor ile iyi bir staj verdi. Bu yüzden Fenerbahçe de kısmen Erol Bulut’un Alanyaspor’da stajını tamamlamasını bekledi diyebiliriz.
Fenerbahçe yönetimi neden böyle bir karar almış olabilir? Ali Koç yönetimi ilk göreve geldiğinde yapıyı tümden değiştirerek Cocu ve Comolli ile anlaşarak bir yapılanma ortaya koymak istemişti. O yapı devam etse başarılı olunabilir miydi bilinmez ama Cocu daha ilk yarı dolmadan Comolli ise ikinci sene dolmadan görevden ayrıldı. Öyle ki Fenerbahçe bu iki senede gerçekten başarısız bir dönem geçirdi. Cocu ayrıldıktan sonra yerine gelen Ersun Yanal da başarısız olunca Ali Koç yönetimi iki senede kupa kazanmak bir kenara sezonu ilk 5’e giremeden bitirdi. Hal böyle olunca Ali Koç yönetiminin tekrardan bir risk alarak yeni bir yabancı yapı kurmak istemediğini düşünüyorum. Kaldı ki hemen gözler önünde genç, başarılı ve birçok dil bilip parlayan bir eski Fenerbahçeli olunca onun üzerinden yapı kurmak istemiş olabilirler.
Erol Bulut’un göreve gelmesinden sonra 2 ay geçse de oyun olarak takım savunmasında bir ileriye gidiş gözlemliyoruz. Başarının sabır ile geldiğini düşünürsek oyun daha da ileriye gidecektir. Detaylı oyun analizi için sitemizi takip edebilirsiniz.