Xabi Alonso: Aidiyet

Dünya Kupası şampiyonu, iki kez Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırmış Liverpool efsanesi Xabi Alonso geçtiğimiz sezon İspanya üçüncü liginde mücadele eden Real Sociedad B’nin başına geçmişti. Aşağıda okuyacağınız röportajda Alonso, ardında bıraktığı oyunculuk kariyerinden ve antrenörlük için başlangıç noktası olarak her şeyin başladığı yere dönüşünün sebeplerinden bahsediyor. İyi okumalar.

Antrenörlük kariyerinize başlamak için neden Real Sociedad’ı seçtiniz?

Benim köklerim burada. Doğduğum yer buradan 15 dakika, çocukken de yakınlarda oturuyordum. Babam futbolcuydu, sonra antrenörlük yapmaya başladı. Real Sociedad’la hep sıkı bir bağım oldu. Çocukluğum bu kulübün etrafında geçti.

Küçükken sürekli stada giderdim, tribünlerde olurdum. Sonra A takımda oynamaya başladım, yani sahaya çıkacak kadar şanslıydım. O andan sonra artık hayallerim gerçek olmuştu. Bunca yılın ardından tekrar burada olmak, ki neredeyse 15 yıl olmuş, bir sürü eski anıyı getiriyor aklıma. Bu şehir, çevresi, tesisler; burası muazzam ve tekrar burada olduğum için gerçekten çok mutluyum.

Dört yıl boyunca buradaydım. La Liga’yı Real Madrid’in iki puan gerisinde ikinci bitirdiğimiz 2002-03 sezonunda şampiyonluk için mücadele eden o kadronun bir parçası olmak, büyük takımlardan biriyle Dünya Kupası’nı ya da Şampiyonlar Ligi’ni kazanmaya eşdeğerdi diyebilirim. O sezon inanılmaz bir sezondu; son ana dek mücadele ettik, son maça kadar yarışın içindeydik. O yıl şehirdeki ve etraftaki atmosfer akılalmazdı. Kupanın bir kulbundan yakalamıştık ama elimizde tutmaya yetecek kadar sıkı kavrayamamıştık.

Buraya geri dönmek başından beri aklımdaydı. Futbolu bırakmadan mı, yoksa antrenör olarak mı olur bilmiyordum ama tekrar bu kulübün bir parçası olabilmek ve buradaki o atmosferi yeniden yaşayabilmek için San Sebastian’a dönmek istediğimi biliyordum.

Kulüp altyapısında, genç takımlarda müthiş bir iş yapıyor. Genç oyuncuların iyi birer profesyonel olması ve A takıma hazır hale gelip A takımı da kuvvetlendirmeleri için gelişip ilerleyebilmeleri adına onları çok iyi destekliyor. Antrenör olarak bu düzenin önemli aktörlerinden biri oluyorsunuz. Bu sürecin parçası olmak benim için büyük bir meydan okumaydı.

Mourinho, Guardiola, Ancelotti ve Benitez’in antrenörlüğünden neler öğrendiniz?

Onlardan tabii ki çok şey öğrendim. Büyük kulüplerde forma giyecek ve oralarda ne olup bittiğini görecek kadar şanslıydım; çok büyük oyuncularla oynadım, çok iyi takım arkadaşlarım ve muazzam hocalarım oldu. Her zaman onlara yakın olmaya çalıştım çünkü karar alma süreçlerinde nasıl hareket ettiklerini ve neden öyle değil de böyle karar verdiklerini anlamak istiyordum. Böyle yaptığınızda öğreniyorsunuz evet ama kendi kişiliğinizi oluşturmanız gerekiyor; antrenörlük kopyala-yapıştır’la götürülebilecek bir iş değil. Kendi fikirlerinizi inşa etmeniz ve oyuncuları bu fikirlerin sahada gerçeğe dönüşebileceğine inandırmanız gerekiyor. Şu an benim gayret ettiğim şey de bu.

Eski antrenörlerimi çok sık aradığımı söyleyemem. Ama aramın iyi olduğu eski hocalarımla iletişimde kalmaya gayret ediyorum. 18 yıl aktif futbol oynadıktan sonra böyle ilişkilerinizin olması güzel bir şey. John Toshack, Jose Mourinho, Pep Guardiola ve Vicente del Bosque’ye istediğimde ulaşabileceğim için şanslıyım.

Pep çok özel bir insan. Antrenör olarak futbolu ve futbolun bileşenleri anlıyor, futbol ve mikro futbol -ufak şeyler- üzerine düşünüp bir şeyler okuyor; bu neden böyle oldu, kontrolü ele almak için takımın sahada ne yapması lazım ya da rakip yarı sahada nasıl daha tehlikeli olursun? Bunlar üzerine sürekli düşünüp okuyor. Onun kurduğu Manchester City çok dengeli ve maçın temposunu kontrol edip oyunu yönlendirme yeteneğine sahip. Ki bunu Premier Lig’de başarmak hakikaten zor bir iş. Bu, Pep’in oyuna dair bilgisi ve tutkusu sayesinde oluyor. Her zaman takımı cesaretlendirmeye ve kendi tutkusunu takıma aşılamaya çalışıyor. Çünkü tutkunuz olmadan, yüreğinizle inanmadan tüm o bilginin bir anlamı yok. Onu bu kadar iyi yapan da aklıyla kalbini bu denli iyi dengeleyebilmiş olması.

Benim oyun felsefemden bahsetmek için henüz çok erken ama oyuna dair fikirlerimden konuşacaksak, oyunculuğumdan çok farklı düşünmüyorum. Orta sahada oynuyordum; oyunu kontrol edip yönlendirmeyi, futbolu anlamaya çalışmayı seviyordum. Şu anda da yapmaya çalıştığım şey bu. Oyuncularıma güveniyorum ama onların da futbolu anlamak ve sahada neler olup bittiğini anlamak için istek ve cesaret duymalarını teşvik etmeye çalışıyorum. Antrenör olarak işim bu.

Antrenörlük kariyerimin nasıl seyredeceğini zaman gösterecek. Tekrar eve dönmüş olmaktan, burada olmaktan mutluyum ve şu an sadece buraya odaklanmak istiyorum.

Bir gün Liverpool’un başına geçecek misiniz?

Şu an Liverpool’un mükemmelliği tartışılmaz bir antrenörü var zaten. Liverpool taraftarı da Jurgen’in onlarla olmasından ve başardıklarından dolayı çok heyecanlı ve mutlular. Onun bu takım için doğru insan olduğunu hissedebiliyorsunuz; Liverpool kültürünü nasıl kucakladığını, taraftarla nasıl bağ kurduğunu görüyorsunuz. Müthiş şeyler yapıyor ve dahasını yapma potansiyeline de sahip. Taraftarın en büyük hayallerini bile gerçeğe dönüştürüyor. Şu an Liverpool’un adamı odur.

Liverpool’un yeniden Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırışını izlemek ve taraftarın 2005’te olduğu gibi şampiyonluğu neşeyle kutlayışını görmek, bana eski güzel anıları hatırlatıyor. Geçen yılki finalde 2005 yılındaki takımdan birkaç arkadaş o akşam stadyumdaydık, eski dostlar yeniden toplanmıştı. Stevie (Gerrard), Jerzy (Dudek), Sami (Hyypia) bu şampiyonluğu statta hep beraber kutladık. Hepimiz duygusal olarak çok yükselmiştik. Liverpoool’un ne kadar özel olduğunu biliyorsunuz: “Bir kez kırmızıysan sonsuza dek öylesin”, bu sadece bir slogan değil, yalnızca bir logo değil. Bu, gerçek bir şey ve biz işte bu aidiyeti paylaşıyoruz.”

BBC’de yayımlanan yazının orijinalini buradan okuyabilirsiniz.