Morata düşünceli, duygusal, iç dünyasını gözlemleyen, hatta yumuşak ve nazik bir adam. Onda zaman zaman hissedilebilen bir kırılganlık, bir savunmasızlık var. Dürüstlüğü kendini sevdiriyor. Futbolla ilgili sevmediği birçok şey var ve sebepsiz değil. Morata sevimli, sempatik bir arkadaş ve söylediği her şeyde bir derinlik var. Düşünüyor. Hatta etrafındakilere göre, fazla düşünüyor. Bazıları onun fazla ‘iyi’ olduğunu söylüyor. Evet koşullar her zaman iyi değildi ama bu onunla da alakalı olabilir…
Alvaro Morata eve dönüyor. Her şeyin başladığı yere, mutlu olabileceği bir yere; ona ait bir yere. En azından öyle umuyor. Bunca zor zamanda, tüm şüphelere rağmen, bu umudu asla tamamen yitip gitmedi. Çok değil kısa bir süre önce Morata, yazın Chelsea’den ayrılmanın “kolay” olacağını söylemişti. Şimdi gerçekten öyle olmak üzere. Çözüm arayışlarında ismi bazı takımlara önerilmişti; artık yeni durağı da belli olduğuna göre iyimser olunabiliir. Morata, 18 aylık kiralık anlaşmasıyla Atletico Madrid’e geri dönüyor. 11 yaşında katıldığı takımına.
Morata şu an 26 yaşında. Birçok oyuncunun hayatı boyunca yapabileceğinden çok daha fazlasını başardı. Üç Şampiyonlar Ligi finali var ve üst üste üç lig şampiyonluğu kazandı. Avrupa’nın en büyük üç liginde oynadı, gezegenin en büyük kulüplerinden üçünde. 100’ün üstünde gol attı ve 11 büyük kupa kazandı. Ancak halen bir fırsat kaçırılmış, bir yetenek kendini bulamamış gibi bir his var. Eksik bir şey var. Üstelik bunu sadece etraftakiler değil, bizzat Morata’nın kendisi söylüyor. Sözcüklerinde çoğu zaman hüznün, hatta daha derin bir şeyin izleri var. Ve onu yakalamaya duyulan bir ihtiyaç.
Bu, neden İspanya’ya döndüğünü açıklıyor. Bu bir çıkış yolu, dönüş fırsatı: onun mutluluk arayışı.
Yakın zamada Morata’ya mutlu olup olmadığı sordular. “Evet,” dedi “futbol dışında.” Sonra ekledi: “Futboldan bahsediyorsak, daha mutlu olmak isterim.”
Nisan 2017’de, ısrarcıydı; “Buralardan uçup gitmeliydi.” Neredeyse iki yıl oldu ama o his halen tamamiyle gitmedi. Bilakis bastırıldı ve daha derinlere itildi . Zaman geçip gitti ve Morata hala o pistte. Usanmış ve uçmuyor.
O zamanlar verdiği bir röportajda, Euro 2016’da İspanya’nın ne kadar şanssız olduğundan ve her şeyin ne kadar farklı olabileceğinden bahsediyordu: Belki kazanabilirdik, diyordu, belki de ben gol kralı olabilirdim. Bu hikayelerin yeniden anlatımında çarpıcı bir vurgu var. Neler “olabilirdi”.
2016-2017 sezonunun sonunda, Morata İspanya’da dakika başına gol oranında ikinciydi. Real Madrid’in en golcü ikinci oyuncusuydu, Karim Benzema’nın yedeği olmasına rağmen. Ligi kazandı, üstelik belirleyici final haftalarında katkısı çok büyüktü. Şampiyonlar Ligi’ni de. Ama Avrupa’da çok az oynamıştı. Kalmak istemesine rağmen karşı koyulamayacak bir kuvvetle Turin’den Bernabeu’ya dönmeye zorlandı. Vadedilen olanaklar yerine getirilmiyordu. Kendini yüz üstü bırakılmış hissetmişti ve ayrılması gerektiğini seziyordu. Artık kendini o kadar da genç hissetmiyordu ve daha fazla bekleyemeceğine emin oldu.
Premier Lig’ten teklif vardı. Hep olmasını umduğu gibi. Önce Manchester United, ardından Chelsea. Jose Mourinho onu istedi, Antonio Conte de. İkisi de onu iyi tanıyordu. 17 yaşındayken ilk maçına çıktığında antrenörü Mourinho’ydu. Conte Juventus’tayken onunla sözleşme imzalamış ama o geldiğinde takımdan ayrılmıştı. İki antrenör de ondan en iyisini alabileceklerine ikna olmuştu. Ona güveniyorlardı ve bunu ona söylemekte geri durmadılar. İkisi de sağlam konuştu; ikisi de onun kabuğunu sertleştirebileceğini söyledi… Ama pazarlık süreçleri kolay değildi ve United nihayetinde Romelu Lukaku’da karar kıldı.
Chelsea’de, Conte onun içindeki canavarı ortaya çıkaracağına söz verdi. Bir süreliğine bu plan işledi de. Ama sonra işler iyi gitmedi. Belki o bu değildi, hepsi bu.
“İlk yedi maçımda yedi gol attım. Taraflar adıma marşlar söylüyordu. Sonra sakatlandım,” diyordu sonrasında, ve ağıır ağır işler kötüye gitti. Sakatlık sürecinde oynamayı denedi, ama şimdi onun da kabul ettiği gibi, yapılacak en doğru şey değildi. Boxing Day’de 10 lig golü vardı; sezon sonunda buna sadece 1 gol daha ekleyebildi. Tüm o vaatler ancak buraya kadardı, artık çoğu insan ondan umudunu kesmişti.
Nispeten az sayıda Londra’lı şimdi onun ayrılışına kederlenecektir. Gittiği için üzgünler, ama çok azı kalsın diye savaş verdi.
Alvaro Morata’nın Chelsea’ye transferi onun ilerlemesini sağlamalıydı. Ama o yeniden başlamak için İspanya’ya geri dönüyor. Ona ihtiyaç duyulan yere.
Onun baktığı yerden, işler yine ters gidiyor gibi gözüküyordu: Juventus’tayken Madrid’in onun geleceğini berlirleme gücü onu motive ediyordu. Belirsizlikten rahatsızdı. 100 gün boyunca gol atamadı. Madrid’de önünde Gareth Bale, Cristiano Ronaldo ve Benzema vardı ve bu durumun sadece sporla alakalı olmadığından şüphelenmeye başladı. Chelsea’de formu ve zindelik düzeyi onu yolda bıraktı. İlk sezonun sonunda Conte de. Onu orada isteyen adam. Tüm bu olanların arasında İspanya Milli Takımı’na da alınmamaya başladı. Tam da onun en çok çağırmalarını beklediği anda.
“Dünya Kupası’ndaki olabilmek için evimden ayrıldım ama Dünya Kupası yoktu, hayır, hiçbir şey.” demişti.
Bir şeyler değişmeliydi. Bir çıkış yoluna ihtiyacı vardı, oynayacağı bir yere, bir fırsata; sürekliliğe ve desteğe. Atletico’daki ilk antrenörü, Morata’nın tam Atletico’ya göre olduğunu söylüyor. Calderon’da bir top toplayıcı çocuk…
Morata, babası ve büyükbabası gibi bir Atletico taraftarıydı. 11 yaşındayken oradaydı. 14’ünde gitmişti. “Şunu hiçbir zaman anlamadım,’ diyor o antrenör – Armando de la Morena. “Yeterince takdir edildiğini hissetmiyordu ve sonunda ayrıldı.”
Aradığı takdiri bulmak, hiçbir yerde kolay olmadı. Umulan, 10 yıl geriye dönmüşken onu yine bulabilmesi. Simeone öteden beri hayranıdır…
“Madrid’e geri dönmek onun ihtiyacı olan kıvılcım olabilir. Kendine olan güveni yeniden bulmanın bir yolunu bulabilir. Bir süredir kaybettiği o istikrarı bulabilir. Ve İspanya teknik direktörü Luis Enrique’nin onu yeniden takıma alması için gereken güdüyü,” diyor Armando de la Morena. Conte ve Mourinho’da olduğu gibi, Simeone’nin Morata’daki ondaki o eksik şeyi ona verebileceğine dair bir his var.
Morata düşünceli, duygusal, iç dünyasını gözlemleyen, hatta yumuşak ve nazik bir adam. Onda zaman zaman hissedilebilen bir kırılganlık, bir incinebilirlik var. Dürüstlüğü kendini sevdiriyor: bir futbolcu sahada zorlanıyorsa, kendi şahsi tecrübelerinden yola çıkarak, bunun arkasında çoğunlukla şahsi bir sorun olduğundan bahsediyordu. Oyunun olumsuz yanlarından konuşuyordu. Futbolla ilgili sevmediği birçok şey var ve sebepsiz değil. Morata sevimli, sempatik bir arkadaş ve söylediği her şeyde bir derinlik var. Düşünüyor. Hatta etrafındakilere göre, fazla düşünüyor. Bazıları onun fazla ‘iyi’ olduğunu söylüyor. Evet koşullar her zaman iyi değildi ama bu onunla da alakalı olabilir…
Juventus’ta Morata kendi kabuğuna çekilmişti, kendine hakim olamayıp gözyaşları içinde ağladığı gün bile. Gigi Buffon onun “mental takıntılarından” kendini kurtarabilse en iyilerden biri olacağını söylemişti. Maurizio Sarri ise onun “kırılgan” olduğunu söylemişti. Burada suçsuzu suçlamak ya da sonuçları sebep olarak görmek gibi bir hataya düşülebilir, belki antrenörün sözlerinde kendini haklı çıkaran bir unsur da olabilir. Duygusal ve psikolojik durumlara değinirken temkinli olmak ve saygıyı elden bırakmamak gerek. Ama Morata bunların çoğunun ayrımına varabilirdi. Arayıp da hala bulamadığı şey her neyse bunda kendi payını da kabullenirdi. Aslında yaptı da, hem de çok az insanın kabulleneceği bir dürüstlükle.
Morata kendine ters giden şeyleri düşünüp taşındığında (ki çok fazla), kötümserliğe kapılma hatta bir nevi kaderci olma riski var. İngiltere’de zorlandığını itiraf etmişti; bir keresinde bunu açıkladı da. O zamanlar eşi, onun yanlış bir yolda yokuş aşağı gittiğini söylemişti. Morata da diğerleri gibi yargılanmadığını iddia ediyordu. Yaşadığı sıkıntının tam bir depresyon olmadığını söylemişti, ama gerçekten kötü bir zamandan geçiyordu, kuşatılmış bir haldeydi ve kimseyle konuşmak istemiyordu. Başarısızlıkların onu etkilediğini kabul ediyordu, o kaçırılan fırsatların sürekli aklında dönüp durduğunu. O başarısızlık hissinden ya da hayal kırıklığından silkinip kurtulmak her zaman kolay değildi.
Çözümü bulmak öyle kolay değildi.
Bir çözüm yoluna ihtiyacı vardı, bu döngüyü kıracak bir yola, başka bir fırsata, yeni bir başlangıca. Yeni bir yer bulmaya ihtiyacı vardı. Oynayabileceği, varolabileceği.
Alvaro Morata’nın bir takım, bir yuva bulmaya ihtiyacı vardı. Hepsinden öte, kendini bulmaya.
Bu yazı Sid Lowe tarafından yazılmış ve ESPN’de yayınlanmıştır. Orijinal metin için tıklayınız.