Hafızalara kazınan şey Mark Hughes’un yüz ifadesiydi… Bu basın toplantısı, Hughes’un Manchester City’nin 1 Eylül 2008’de Abu Dhabi kraliyet ailesinin mülkiyetine girişinden sonraki ilk basın toplantısıydı. Odasındaki masada tüm olan biteni anlamaya çalışıyor ve hafta sonu oynanacak maçın kadrosuna eklenen yeni transfer Robinho’nun isminin olduğu beyaz tahtaya bakıyordu. Robinho? Başka söze gerek yoktu.
Eskiden her şey bambaşkaydı Manchester City’de. Girişte bugün görebileceğiniz güvenlik görevlilerinin yerine içerisini Ricky Hatton posterleriyle donattığı kulübede, sizi Glasgow aksanıyla karşılayan eski topçu çavuşu Tim Corbett vardı. City, 2003 yılında Commonwealth Games Stadium’a taşındığında kupaların yer alacağı bir vitrinli dolap bile yoktu. Koleksiyonlarındaki her şey loş bir odada duruyordu. City’nin devralınışından 10 gün önce transfer edilen Vincent Kompany’nin o zamanlarda soyunma odasındaki tuvalette kapı dahi olmayışını anımsamasına kimse şaşırmamalı. O kadar ki, sahanın bakımından sorumlu olan Lee Jackson’ın beyaz çizgileri belirtmek için yeteri kadar boyası dahi yoktu.
Her şeye rağmen Manchester şehrinin diğer kulübü olduğu zamanlarda, paradan önce, City’i oldukça çekici kılan bir şeyler vardı. Mark Hodkinson, Blue Moon adlı kitabında, Manchester City’den “City uzun zaman dostane bir kulüp olarak görülmüştür. Yani klişe tabirle United, sizin şehir dışında bulunan kim olduğu belirsiz, paragöz hipermarketinizken City, köşe başındaki ‘Nasılsın? Seni görmek çok güzel’ gibi şeyler duyduğunuz dost marketinizdir.” diye bahsediyordu.
Fakat City aynı zamanda muhteşem fiyaskolar barındıran itibarıyla krizlere girip çıkan bir kulüptü. Mesela, 2007-2008 sezonunun son maçına Middlesbrough ile karşılaşmışlar ve maçta 9 gol olmuştu. Problem şuydu ki Middlesbrough 8 gol kaydetmişti. Rüzgar uğuldadı, perdeler titredi… Kompany, antrenman sahasında bir kahve makinasının olmadığı zamanları da anımsıyor. “Size bir çay verebilirim.” Diyorlardı. Kahve? Hayır dostum, bu kulüpte değil.
City, futbol dünyasının Slapstick XI’i durumundaydı ve dünyanın en zengin kulübü olacakları fikri onların bu zamanlarına şahitlik edenler, Sir Alex Ferguson’ın United’ın ezeli rakiplerini sırasıyla Liverpool, Arsenal ve Leeds diye belirttiğini hatırlayanlar için oldukça kafa karıştırıcı bir his uyandırıyordu. Manchester Evening News’te başyazar olan Paul Hince dışında Manchester City’den bahseden biri bile yoktu.
Aradan 10 yıl geçti ve belki de artık Hughes’un City’nin dört büyüklerden daha büyük bir kulüp olma arzusundan bahsederken (yeni rejimde uzun süre görev yapma şansı bulamasa da) ne anlatmak istediğini anlamak daha kolay. Belki Pele’nin, Robinho’nun City’i tercih etmesiyle ilgili “Onun ciddi bir danışmanlığa ihtiyacı var.” sözleri çok sert sözlerdi. Değişim döneminde başkan olarak görev yapan Gary Cook, City’nin zamanla Manchester’ın iyi kulübü olacağını söylediğinde gazeteciler ona kıs kıs gülmüştü. Cook’un bu sözleri sarf ettiği zamanlarda Premier Lig ve Şampiyonlar Ligi United tarafından domine ediliyordu, Christiano Ronaldo ilk Ballon d’Or’unu almak üzereydi. Şimdilerde herkes Cook’u daha iyi anlıyor.
Her şeyin değiştiği akşam Bernard Halford, Robinho’nun transferini imzalayan adam olarak oradaydı. Daha sonra “City için bir oyuncuya 32 Milyon Pound ödemek duyulmamış bir şeydi. Bir yıl önce, gelecek sezon tüm takıma harcanacak paranın 32 Milyon Milyon Pound olarak belirlenmesini ön görürdük.” şeklinde konuşacaktı.
Halford’ın City ile bağı kulübün sekreteri olarak atandığı 1972 yılına uzanıyor. Son olarak Manuel Pellegrini olmak üzere 22 farklı teknik adamla çalıştı, 5 defa küme düşme sancısı yaşadı, 5 defa üst lige çıkmayı kutladı ve 2008’den önce sadece tek bir kupanın sevincini yaşayabildi. Şimdi 77 yaşında ve Manchester’ın futbol manzarasının dönüşümüyle ilgili konuşacak en yetkili isim. “Nasıl bir duruma geldiğimizi anlatan en önemli şeyi arabanızla yola çıktığınız zaman anlıyorsunuz. Royton’dan Maine Road’a giderken yolda kaç City taraftarının forma ve atkı giydiğini sayabiliyordum. Çocuklar yaya geçidini kullanarak okula yürürlerdi. Kırmızı mı mavi mi? United mı City mi? Önemli oranda bizden fazlaydılar. Ancak artık değil. Artık 10’a 0 gibi bir durum var, belki daha fazla.”
Sheikh Mansour’un portfolyosuna City’i eklemesinden bu yana her şey istendiği gibi gitmedi tabi. Cook’un 83 sayfalık kılavuzu, enerji içecekleri, City amblemli Mini Cooperlar, scooterlar, telefon kartları, kıyafet dükkanları, City Eating fast-food restoran zincirleri… Bu planların hiç biri tutmadı. Cook’un en ilginç anısı ise şöyleydi: Kulübün yeni sahipleriyle yaptığı telefon görüşmesinde yapılacak transferler konuşulurken “It’s getting messy.” (Yılan hikayesine dönüyor) cümleleri telefonda bir şekilde yanlış anlaşılır ve Cook da Barcelona’ya 30 Milyon Poundluk bir teklif yapar. Görünüşe göre Cook, heyecanla o kelimeleri “Let’s get Messi” (Messi’yi alalım!) şeklinde algılamıştır.
Benzer şekilde devralma sürecinde öncülük eden Sulaiman al-Fahim, Thierry Henry, Ronaldinho, Fernando Torres gibi isimlerin yanı sıra Christiano Ronaldo’ya 135 Milyon Poundluk bir teklif yapmayı gündeme getirmişti. “Ronaldo dünyanın en büyük kulübünde oynamak istediğini söylemişti. Bakalım ciddi miymiş.” diye de ekliyordu…
Böylelikle Abu Dhabi farklı bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu anlamıştı. Fahimin işine son verildi ve PR uzmanı City, “3 Premier Lig şampiyonluğu, 1 FA Cup, 3 League Cup, 94. Dakikada Sergio Agüero, David Silva, Yaya Toure, Kevin De Bruyne, Old Trafford’da 6-1, Carlos Tevez ve Manchester’a Hoş Geldiniz, Pep Guardiola, Mario Balotelli ve Neden Hep Ben?” gibi unutulmazlara imza atılan yolda yanlışlardan fazla doğrular yapmayı başardı.
Robinho sadece 15 ay kalmasına rağmen futbol dünyasının dikkatini çeken şey Brezilyalı’nın transferiydi. City, bu transferde Chelsea’yi mağlup etmişti ve bu aynı zamanda Roman Abramovich’in transferde ilk kez yenilmesi anlamına geliyordu. Son bir girişim de Tottenham’lı Dimitar Berbatov’u United’ın elinden kapmak için yapılmıştı fakat başarılı olunamadı.
Kompany o günleri şöyle anlatıyor: “Televizyonda, devralma ile birlikte transferde son gün haberlerini ve Robinho’yu aldığımızın haberini izlediğimi hatırlıyorum. O gelir gelmez ona bakıyorsunuz ve ‘Tamam, bu adam bu dünyadan değil!’ diye düşünüyorsunuz. Onun gibi birinin takımımızda olması çok önemliydi ve kulübün profilini de yükseltmişti.”
City eskiden sarhoşların yoldan geçerken futbolculara sözlü tacizlerde bulunabildiği Platt Lane’de antrenman yapıyordu. Şimdilerde ise Etihad Stadyumu’nun karşısında köy büyüklüğünde bir alanda inşa edilen Etihad Campus adında muhteşem bir tesise sahipler. Burası fırsatlarla dolu mükemmel bir yer. “Bu, bir taraftarın rüyasının ötesinde ve sadece futbol takımı da değil. Bu, Sheikh’in Manchester şehri için yarattığı her şey. Antrenman sahamızla, akademimizle, yoksul bir alanda yaratılan iş imkanlarıyla, toplum için yapılan plan-projelerle gerçekten çok büyüğüz. Ayrıca bu nehirde bir kar tanesi de değil. Uzun vadeli bir şey.” Halford, yeni City’i böyle anlatıyor…
Önümüzdeki 10 yıl? Belki de bu, City’nin rakiplerini en çok korkutacak dönem olacak. “Zamanla müzede daha fazlalarını göreceksiniz ve çok geçmeden de Şampiyonlar Ligi. Bu en büyük rüya olur. Kazandığımızda, ’Seneye tekrar kazanmak istiyoruz. Bunu tekrar ve tekrar yapabilir miyiz?’ deriz. Real Madrid ve Barcelona gibi devlerle yarışmak istiyoruz.” Halford’ın bu sözleri Manchester’ın mavi yakasındaki değişimin ve dönüşümün, vizyonun önemini işte böyle vurguluyor.
Kaynak: The Guardian