Sağ yanında sallanan tüfeği ile koşarak tel örgülerden atlayan Er Conrad Schumann, Berlin Duvarı ile Soğuk Savaş’ın sembollerinden birisidir. 15 Ağustos 1961 gecesi Berlin Duvarı’nda (duvarın henüz tam olarak tamamlanmamış olduğu zamanlar) Bernauerstraße ile Ruppinerstraße’nin köşesinde sınır devriyesi olarak görev yaparken tel örgülere yönelen Schumann, Batı Almanya Sınır Devriyesi’ndeki meslektaşlarının da çağrısına uyarak tel örgülerden atlayıp karşı tarafa geçti. Duvarı aşarak Doğu’daki baskıcı yönetimden ilk kaçanlardan biri olan Schumann, Peter Leibing’in kendisini fotoğraflamasıyla Doğu’dan Batı’ya geçişin sembollerinden biri haline geldi. Duvar’ın inşasından yıkılışına kadar pek çok kimse geçmeyi denedi; kimileri başardı, kimileri ise ne yazık ki o kadar şanslı değildi. Bu yolculuğu başarıyla tamamlayanlardan biri de eski dost Falko Götz‘dü.
Doğu Almanya döneminin en başarılı (!) takımı hiç şüphesiz Dinamo Berlin’di. Doğu Alman Gizli Servisi Stasi’nin kanatları altında, kendinden emin bir biçimde yoluna devam eden Dinamo, ülkedeki genç yeteneklerden istediklerini, bazen başkalarına tanınmayan maddi imkanları kullanarak bazen de siyasi baskılarla elde ediyor ve hakemlerin de yardımıyla başarıdan başarıya koşuyordu.
İlgili haber | Kan ve terle yazılan bir aşk hikayesi
Almanya’nın Çek Cumhuriyeti sınırına yakın bir şehri olan Rodewisch’de Duvar’dan bir yıl sonra 1962 yılının 12 Mart’ında dünyaya geldi Falko Götz. Futbola henüz yedi yaşında Vorwärts Berlin’de başladı. İki yılın sonunda Dinamo Berlin’in radarına girdi. Siyasetin soğuk yüzüyle tanıştığı zamanlar da bu döneme denk geldi. Dinamo Berlin’in genç futbolcuları, Doğu Berlin Çocuk ve Genç Spor Okulları’na kaydolurken, küçük Falko’nun Batı’da akrabaları olması ve ailesinin sakıncalı görülmesi sebebiyle engellendi. Liseye kaydolamayan Falko, futbol antrenmanlarının yanında “elektrikçilik” eğitimi ve bir elektrik teknisyeni sertifikası aldı. Çalışmaya hiç ara vermeden devam ederken, belki de Batı’da oynamanın hayallerini kuruyordu. Berlin’le üç şampiyonluk kazanan Falko, Doğu Almanya Cumhuriyeti U-21 Milli Takımı kadrosunda da forma giyiyordu. Ancak o kabul görememe hissi içini artık iyiden iyiye kaplamıştı. Takım arkadaşı Dirk Schlegel ile Bundesliga’da oynamaya karar verdiler. Dirk’in de tıpkı Falko gibi Batı’da akrabaları vardı. Hatta Dirk’in durumu Doğu Almanya nezdinde daha tehlikeliydi. Dirk Schlegel Batı Almanya’da doğmuştu. 14 Haziran 1961’de Hannover’de doğan Dirk, ailesinin Doğu’ya dönüş kararıyla Duvar’ın inşasından birkaç ay önce Doğu’ya taşındı.
Bir akşam kampta televizyon izlerken ilk hareket Dirk’den geldi. Bundesliga’da oynamak istediğini söyleyip Falko’nun fikrini sordu. Falko’nun da hayali Batı’da oynamaktı. Kamp binasından çıkıp ormanda yürüyüşe çıktılar. İkisi de bütün binanın dinlendiğinden emindi. Uzun süre konuştuktan sonra kaçmaya karar vermişlerdi. İlk denemelerini Lüksemburg’da gerçekleştirdiler ancak onlara yardım edecek arkadaşları vize alamamış, yardımlarına gelememişti. Neyse ki kimse kaçmaya çalıştıklarını fark etmemişti.
Belgrad’da oynayacakları Avrupa Kupası maçı onlar için doğru hedefti. Bütün takım havaalanından itibaren Stasi ajanlarının yakın takibi altındaydı. Falko oldukça sabırsızdı, ilk antrenmandan hemen sonra kaçmak istedi ama kasım ayında hava erken kararıyor ve araziyi de bilmiyorlardı. Akşam yemeğinde açıklanan programa göre sabah kahvaltının ardından şehir turuna çıkılacaktı. Bu tur sırasında futbolcuların alışveriş yapmasına da izin verilecekti. Plan oldukça basitti: Bir şekilde takımın yanından ayrılıp kendilerini Batı Alman Konsolosluğu’na ulaştıracaklardı. Ancak plandaki hata payında sonuçlar çok tehlikeliydi. Olası bir yakalanmada iyi ihtimal Stasi Hapishanesi’ydi. Kötü ihtimali düşünmek bile istemiyorlardı. Şehir merkezinde takım alışveriş için dağıldığında Batı Alman konsolosluğu ile aralarındaki mesafe 200 metre civarındaydı. Bu kısa yol için taksiye 20 Mark ödediler. ”Hayatımın en iyi yatırımıydı,” diyordu Götz bu ödeme için. Yalnızca 20 Mark’a yeni bir hayat satın almışlardı.
Konsolosluğun kapısına geldiklerinde üzerlerinde hala sabah antrenmanında giydikleri eşofmanları vardı. Kapıdaki görevli onları gördüğünde niyetlerini hemen anlamıştı. Onları içeri aldıktan sonra işlemlerin yapılması için doğru yerin Zagreb olduğuna karar veren yetkililer, iki genç özgürlük yolcusunu Zagreb’e götürdüler. Zagreb’te yeni isimler ve bu isimlere düzenlenmiş geçici seyahat belgeleri verildikten sonra Lubyana’ya doğru yola koyuldular. Tren istasyonunda polislere geçici seyahat belgelerini gösterip pasaportlarını kaybettiklerini söyleyecekler ve Münih trenine bineceklerdi. Konsolosluk memuru onları sakinleştirmeye çalışıyordu: “Merak etmeyin her zaman işe yarayan bir yöntem ama olur da işler ters giderse bizi tanımıyorsunuz.”
Hikayenin Belgrad ayağında ise işler karışmıştı. Takım otobüsü onlarsız döndü otele. Futbolcuların kaçtığı hemen basına duyurulmadı. Maç toplantısında basın mensupları takımın düzenli oynayan iki futbolcusunun neden kadroda olmadıklarını sorduğunda antrenör Bogs: ”Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum,” diyerek soruyu savuşturdu. Dinamo maçı 1-0 kaybetse de ilk maçı 2-0 kazandığı için turu geçen taraf oldu.
O yıllarda başarılı olan kaçışlar duyurulmuyor, herkes bir şekilde haberdar olmuş olsa da devlet bu konuda sessiz kalıyordu. Siyasiler, sanatçı, aydın ya da sıradan bir vatandaş kaçtığında bunu halka duyurmak yerine unutturmak tercih ediliyordu. Ancak bu durum ikili için geçerli olmadı. İsimleri ve ne yaptıkları halka duyurulup hain olarak konumlandırıldılar. Arkalarından büyük bir kampanya başlatıldı. Stadyumlarda, spor müsabakalarında yuhalandılar, hakarete maruz kaldılar.
BATI’DA YENİ BİR HAYAT
Münih’e vardıklarında görevli polis memuru evraklarını inceleyip ikisinin ülkeye girişine izin verdiğinde karınlarında kelebekler uçuşuyordu. Sabahın erken saatlerinde göz attıkları gazetelerden Bild kaçışlarını manşetten duyurmuştu: “Doğu Almanyalı Yıldızlar Kaçtı.”
Hayalini kurdukları yeni hayatlarına başlayabilirlerdi ancak önlerinde aşmaları gereken bir problemleri vardı. Eğer Doğu Almanya Futbol Federasyonu izin vermezse bir yıl men cezası alacaklardı. Falko Götz genç milli takımdan hocası Jörg Berger’e ulaşmaya çalışıyordu. 11 Bundesliga takımı kendilerine teklif yaptı. Tercihlerini Jörg Berger’in takımı Bayer Leverkusen’den yana kullandılar.
Jörg Berger de tıpkı onlar gibi Yugoslavya’da bir spor müsabakasından kaçarak Batı Alman Konsolosluğu’na sığınmış ve Batı’da yeni bir hayata başlamıştı. Genç milli takım teknik direktörü olmuş olmasından dolayı ona verilen tepki biraz daha fazla olmuştu. Birçok kez ölüm tehdidi alan Berger’e KSV Hessen Kassel’i çalıştırdığı sırada bir suikast girişimi oldu. Doğu Alman Gizli Servisi Stasi tarafından zehirlenen Berger kurtulmayı başarmıştı. Bu suikast girişiminin arkasında Stasi’nin olduğu Almanya yeniden birleşene kadar ispatlanamadı. Almanya’nın birleşmesinin ardından, haklarında tutulan istihbarat ve operasyon raporlarına erişim hakkı elde eden vatandaşlardan biri de Jörg Berger idi. Dosyasını incelediğinde hakkında verilen ölüm emrini ve suikast girişimini okudu. Berger ikisini uyarmayı da ihmal etmemişti. Onları kendilerini “politik mülteci” olarak değil “sporcu mülteci” olarak adlandırmalarını ve röportaj verip Doğu Almanya’yı eleştirmemelerini sıkıca tembihledi.
İkilinin kaçmasından altı ay kadar önce Dinamo ile altı şampiyonluk yaşayan Lutz Eigendorf, şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Dikkatli olmak zorundalardı.
Kendileri kaçmayı başarsalar da aileleri hala Doğu’daydı. Falko Götz’ün kaçışı haber alınır alınmaz ailesinin hemen her üyesi gözaltına alındı. Falko’nun annesi 16 saat boyunca sorgulandı. Sonrasında aileler yakın takibe alındı, bütün telefonları dinlendi. Götz birleşmeden sonra hakkında tutulan raporları okuduğunda kendisi ile alakalı kaçırma planlarını ve Batı’daki yaşantısından fotoğrafları gördü. Bütün hayali tanınmış başarılı bir Bundesliga futbolcusu olmaktı ve Kasım 1983’te verdiği karardan dolayı da hiçbir zaman pişman olmadığını çok defa tekrarladı.
Cezasının tamamlanmasının ardından Bayer Leverkusen’de forma giymeye başlayan Götz, burada geçirdiği beş sezonun sonunda UEFA Kupası’nı kazanan takımın bir üyesi olmuştu. Finalde Espanyol’la oynanan rövanş maçında kaydettiği ikinci gol 3-0’ın rövanşında oldukça önemliydi. Penaltılar sonucu kupayı kazanan Batı Alman temsilcisi olmuştu. Köln’de geçirdiği dört sezonun ardından Galatasaray’a transfer olan Götz, takıma onunla birlikte katılan Reinhard Stumpf ile iyi bir ikili oluşturarak Türkiye’de geçirdiği iki sezonda iki şampiyonluk, bir Türkiye Kupası kazandı. Galatasaray’dan sonra iki sezon 1. FC Saarbücken ve bir sezon Hertha Berlin’de forma giyen Götz futbolu burada bıraktı.
Sevdiği oyunu istediği yerde oynayabilmek, özgürce yaşayabilmek, hayallerinin peşinden gidebilmek adına yaptıkları hala hatırlanan güzel hikayeler olarak, spor tarihinde yerini aldı.
Hayallerinin peşinden gidenlere saygıyla…