Bir Kevin De Bruyne Hikayesi

“Bir direğe tutundu ve onu bırakmıyordu. Çok öfkeliydi. Aramızdan üç kişi onu oradan uzaklaştırmaya çalıştık ama olmadı.”

Kevin De Bruyne’ün Genk’te teknik direktörlüğünü yapan Frank De Leyn olayı çok iyi hatırlıyor. Genç De Bruyne antrenman sonrasında sahayı temizlemeye yardım etmediğinden azarlandığı için öylesine kızmıştı ki kale direklerinden birine sarılmıştı ve onu bırakmıyordu.

“Olay, İspanya’da bir kamp sırasında gelişmişti. Orada onunla kaldım çünkü tüm gece öylece kalmayı planlıyordu. Uzun bir konuşmadan sonra sonunda onu direği bırakmaya ikna ettim. Birlikte otele döndük. İnanılmaz inatçı biriydi ama bence aynı zamanda karakterindeki bu inatçılık onu bugünkü De Bruyne yaptı.”

De Bruyne’ün yükselişi gerçekten dikkat çekici ve bu sezon çok farklı bir seviyede olduğunu söylemek adil bir çıkarım olacaktır. Belki henüz Cristiano Ronaldo ve Messi seviyesinde değil ama o seviyeden çok uzakta da değil. City için bu sezon yaptıkları gerçekten olağanüstü ve takımın en iyi oyuncusu konumunda.

Çoğu zaman çok sessiz ve sakin bir kişiliğe sahip. Maçtan önce yapılan tükürük testlerinde de stres değerleri oldukça düşük çıkıyor. Ancak ara sıra, Şampiyonlar Ligi’nde Napoli ile oynadıkları maçta olduğu gibi, çok az insanın tanık olduğu sinirli bir şekilde reaksiyon verebiliyor. “Hakemin düdüğü çalıp maçı başlattığı anda başka bir De Bruyne görürsünüz.” şeklinde konuştuğu da olmuştu. Bir pozisyonda hakeme itirazda bulunmak için takım arkadaşı David Silva’ya, “Bırak konuşayım! Bırak konuşayım! Bırak konuşayım!” diye bağırdığını gördük. Daha sonra takım arkadaşları tarafından oradan uzaklaştırıldı ve maçtan sonra “O tartışma bir dakika sonra sona ermişti. Tıpkı eşimle yaşadığım tartışmalar gibi. Bazen böyle yüksek seviye maçlarda bu tarz tartışmalar herkesi ayağa kaldırmak için iyi oluyor.” diye konuştu. Yine çok sakindi.

Açık sözlülük konusunda uzun bir geçmişe sahip. Genk’te oynadığı dönemde takımın yıldız oyuncularından olan Elyaniv Barda’yı antrenmanda yeteri kadar çalışmadığı gerekçesiyle azarlamıştı. O zamanlar 19 yaşında olan Kevin bir maçta devre arası verdiği röportajda açıkça takım arkadaşlarını takıma her şeylerini vermemekle suçlarken, “Onlardan utanç duyuyorum. Oynama arzusu olmayanlara ayrılmalarını öneririm.” Şeklinde konuşuyordu. Wolfsburg döneminde de top toplayıcı bir çocuğa çok sert bir şekilde tepki göstermişti ancak daha sonra çocuğa imzalı bir formasını göndererek özür dilemesini bildi. Aslında bu tip olayların çoğu bilinçsiz ve kasıt olmadan gelişen olaylar. Bunların sebebi Kevin’in içindeki “winner” ruhu.

Onun bu açık sözlülüğü, güçlü arzusu ve ne istediğini bilen tavrı doğduğundan beri onun karakterinde işliydi. 11 yaşındayken annesine, “İki yıl Latince öğrenmek istiyorum, ardından TopSport School’a gideceğim ve 18 yaşına geldiğimde artık tamamen futboluma odaklanacağım.” Şeklinde konuşmuştu. Söylediklerini de aynen yerine getirdi.

Drongen’deki evinde odası Liverpool eşyalarıyla doluydu. Londra’da büyüyen Belçika’lı annesi ve dedesi ona Liverpool’u aşılamıştı. Liverpoollu nevresim takımıyla uyuyan, Liverpool eşofman takımı giyen Kevin’in bir de Michael Owen forması bulunuyordu.

Pek çok çocuk gibi o da her zaman her yerde futbol oynuyordu – nispeten zayıf ayağını da bir arkadaşının bahçesinde geliştiriyordu. Genç Kevin ve arkadaşları bahçedeki çiçeklere zarar verdiğinden sadece plastik top kullanmalarına izin veriliyordu. Bir süre sonra sadece zayıf ayaklarıyla vurmaları şartıyla normal bir futbol topuyla oynamalarına izin verilmişti. Bir dezavantaj gibi görünen bu durum daha sonra onun için çok değerli olacak bir şeye dönüştü. Sol ayağıyla o kadar çok pratik yaptı ve çalıştı ki neredeyse sol ayağı da ölümcül sağ ayağı kadar iyi hale geldi.

Özellikle kariyerinin başlarında zor bir karakter olduğu algısıyla savaşmak zorunda kaldı. Henüz sekiz yaşındayken VV Drongen takımındaki antrenörüne antrenmanları çok daha iyi olduğu gerekçesiyle Genk’e transfer olacağını söylemişti. Orada yaşadığı bir olay onun hayatını değiştirdi ve belki de onu bu kadar başarı için daha da kararlı kıldı. Oradaki ikinci yılında bir ailenin yanında yaşayan Kevin, bir süre sonra içine kapalı karakterinden dolayı artık o aile tarafından istenmediğini öğrendi. Kevin bu duruma çok üzüldü ve kalbi çok kırılmıştı ancak o günden sonra zayıf karakterinden dolayı bu işi başaramayacağını düşünen insanlara son sözü her zaman kendisinin söyleyeceğini kanıtlamış oldu.

U-21 takımında Benteke’ye yaptığı asistlerle parladı ve henüz 17 yaşında A takımda forma şansı buldu. Eskiden antrenörlüğünü yapmış bir isim olan Hein Vanhaezebrouck onu “Modern Cruyff” diye çağırıyordu. Genk ile Belçika Ligi şampiyonluğu yaşadıktan sonra da Chelsea onu uzun dönemde Lampard’ın yerine geçmesi umuduyla transfer etti. Aradan 18 ay gibi bir süre geçti ve uzun bir dönemden sonra De Bruyne’ün tavırları ve davranışları bir kez daha sorgulanmaya başladı. Werder Bremen’de kiralık oynadığı dönemde iyi bir performans sergilemişti ve o dönem Dortmund’un başında olan Jurgen Klopp, ayrılan Götze’nin yerine onu getirmek için adeta Kevin’i telefon bombardımanına tutmuştu. Oyuncuyla anlaşmalarına rağmen Chelsea ile görüşen Dortmund, Mourinho’nun Kevin’i arayarak ona çok iyi bir futbolcu olduğunu ve hiçbir yere gitmemesi gerektiğini söyleyince olumsuz yanıt almış oldu.

Ancak Mourinho’nun Chelsea’sinde çok şans bulamadı ve Swindon Town ile oynanan Lig Kupası mücadelesinde gösterdiği performanstan sonra Mourinho tarafından açıkça ağır bir şekilde eleştirilen ve “Swindon’a karşı oynadığı maçta onu hiç beğenmedim. Antrenmanlarda da iyi değil.” Sözlerine maruz kalan Kevin’in ruh hali hiç iyiye gitmedi. Kasım ayı geldiğinde Chelsea’de aldığı kısıtlı süreler ona yetmedi ve o da geleceğini kendisi belirleme kararı aldı. Chelsea’nin klasik haline gelen sürekli bir yerlere kiralanan oyuncularından biri olma fikri ona hiç cazip gelmiyordu ve başka bir takıma transfer olmak istedi. Aralık ayının ortalarında menajeri, Mourinho ve yönetimle bir toplantı gerçekleştirdi. “Mou, hücumcu orta sahaların yakaladıkları asist, gol, pas yüzdesi, driplingler gibi istatistikleri gösterdi ve benim onlarla aynı seviyede olmadığımı söyledi. Ben de ona üzgünüm ancak bu mantık dışı. Ben çok daha az süre aldım. Bizi nasıl kıyaslayabiliyorsunuz?” diye konuştu. Bu adil değildi, Mourinho ona sürekli çok çalışması gerektiğini ve elbet bir gün şans bulacağını söylüyordu. Mou onu kiralık olarak göndermek bile istemiyordu ama Kevin’in düşüncesi çok farklıydı. Wolfsburg 25 Milyon Euro’luk sonunda hiç de pişmanlık duymayacağı bir kumar oynadı ve onu transfer etti. Hikayenin gerisini biliyorsunuz…

Şu anda Chelsea’nin başında olan Antonio Conte de Eylül ayında Stamford Bridge’de oynanan ve Kevin’in maçı kazandıran golü attığı maçtan sonra kulübün bu transfere izin vermesiyle ilgili hayal kırıklığını dile getirmişti. Pep Guardiola’nın Kevin’den Mourinho’dan çok daha iyi verim aldığı aşikar ancak oyuncunun çok daha olgun, tecrübeli ve yaşadığı her şeyin onu başarı için biraz daha kamçıladığını göz ardı etmemek gerek. Pep için, “Çalıştığım en iyi antrenör. Futbola bakış açımız çok benziyor. Onun stilini seviyorum ve fikirlerini çok iyi anlıyorum. Şu anda çok iyi hissetmemin sebeplerinden biri de bu.” Şeklinde konuşuyor.

İspanyol teknik adam takımından topu çok hızlı bir şekilde dolaştırmasını istiyor ve çok etkili, sürekli pres uygulatıyor. Oyunculardan paslaşırken sürekli bir sonraki aksiyonu düşünmelerini istiyor. De Bruyne de çok hızlı düşünebilen ve topla tam da Guardiola’nın istediğini yapabilecek kapasiteye sahip bir oyuncu. Sadece ne yapılması gerektiğini düşünebilen değil aynı zamanda bunu uygulamaya koyabilen bir oyuncu. City’nin en iyi futbolunu Guardiola’nın ilk sezonunda De Bruyne ile David Silva’nın merkezde oynadığı dönemde oynaması tesadüf değil. Ancak daha sonra beklerin eksikliğiyle birlikte Guardiola pek çok kez Kevin’in pozisyonunu değiştirmek zorunda kalmıştı: Kanatta, sahte dokuz pozisyonunda ve hatta bir defa kanat beki olarak bile görev almıştı. Ancak Kevin bu durumdan hiç şikayet etmedi ve “Beni farklı pozisyonlarda kullanması bana diğer oyuncuların nasıl düşündüğünü ve nasıl hareket ettiğini öğrenmemi sağladı.” Diye konuştu. Sezonu da 18 asistle asist kralı olarak tamamladı.

Bu sezonsa adeta kariyer zirvesine doğru ilerliyor. Ligde şimdiden 4 gol 8 asistlik bir katkı sağladı ve Guardiola’nın City’sinde bizlere her hafta muazzam performanslar izletiyor. Geçtiğimiz sezona göre pas yüzdesinde de hatrı sayılır bir yükseliş var ve saha içinde boş alanlara hareketlenmede de kendini geliştirmiş bir görüntü çiziyor. Etrafındaki çok hızlı düşünen ve hareket edebilen, bambaşka bir kimliğe bürünen ve kendini çok geliştiren Raheem Sterling gibi oyuncuların varlığıyla birlikte saha içinde çok daha acımasız görüyoruz onu artık. Adeta bakmadan bulabiliyor bu oyuncuları saha içinde. Guardiola’nın geometrik ve üçgenler oyununda her şeyi birbirine bağlayan isim Kevin De Bruyne. Her hücumda Kevin çok önemli noktalarda topla buluşuyor.

O, hiçbir zaman çok para kazanmak için kontrat imzalamış bir oyuncu olmadı. Yeri geldiğinde hedefleri doğrultusunda onu bu yoldan saptırabileceğini düşündüğü her şeyden vazgeçmeyi bildi ve bu kararlılığıyla, sağlam düşünce yapısıyla ve profesyonelliğiyle bugün onu Messi, Ronaldo gibi oyuncularla kıyaslayabiliyoruz. Peki bu Kevin’in ulaşabileceği en yüksek seviye mi? Muhtemelen hayır. “Sınır” onun için sadece 5 harften oluşan bir kelime.

Kaynak : The Guardian / UK