Marcelo: Önce Hücum

marcelo real madrid ile ilgili görsel sonucu

Real Madrid’in hücumcu sol beki Marcelo, tüm içtenliğiyle ilk günlerden bu yana kariyer yolcuğunu anlatıyor. Ayrıca 2018 Dünya Kupası için de iddialı. The Players’ Tribune platformunda yayınlanan metni sizler için Türkçe’ye çevirdik:

Anlatmaya nereden başlasam? Sizlere büyükbabamın nasıl hayatımı değiştirdiğinden bahsetmek istiyorum. Ayrıca Ronaldo’dan ve bir uçaktan sarkan Romario ile turuncu bir Volkswagen hakkında konuşmak istiyorum.

Konuşacak çok şeyimiz var. Bir koku ile başlayalım.

O koku hayatta hatırladığım ilk şeylerden biridir. 6 yaşlarındaydım. Okulların yaz tatilinde olmasına aldırmadan her sabah 7.30’da uyanıp futbol topumu kaptığım gibi kendimi Botafogo sahiline atardım.

Rio’da en iyi futbolcuların hepsinin yolu oradan geçmiştir.

Sahilin hemen yanında, içinde küçük bir futsal sahası da bulunan bir park vardı. Her zaman aynı yaşlı adam, arabalarını park eden insanlara bağırarak seslenirdi: “Bir Dolar, Bir Dolar, Bir Dolar!”

Bir Dolar karşılığında arabanızı korumayı vadediyordu. O sesi de hatırlıyorum ancak toprağın kokusu çok daha belirgin. Parkın bir tarafında, bir zamanlar toprağı sulamak için kullanılan patlak bir drenaj borusu vardı. Her sabah parkta yürürken o kokuyu duyardım dostum.

Park, Botafogo FR taraftarlarının bölgesinde yer alıyordu. Bazı günler sahayı kendilerine ayırırlar, ben de bir köşede tek başıma top peşinde koştururdum. Diğer günler ise hiç kimse oynamazdı. Her şekilde küçük Marcelito sahada olurdu.

O koku ve top ayağımdayken hissettiklerim adeta içime işlemiş. Bu sayede benim için hala geçerliliğini koruyan bir şeyi keşfettim; ayağınızda top varken kızgın olamayacağınızı. Oynayacak insanlara bile ihtiyaç duymazsınız, sadece topun varlığı bile yeterlidir.

marcelo real madrid ile ilgili görsel sonucuAynı yaz Amerika Birleşik Devletleri’nde 1994 Dünya Kupası oynanıyordu. Turnuvadan hemen önce Brezilya’daki herkes sokaklara dökülüp kutlama için duvarları boyamaya koyuldu. Sokaklar, çitler, duvarlar, insanların yüzleri, kısacası her şey yeşil, mavi ve sarıya bürünmüştü. Bu ülkedeki her küçük çocuk için özel bir anıdır. Geçen gün Ronaldo’nun anlattıklarını okuyordum. 82 Dünya Kupası’ndan önce nasıl sokaklara çıkıp Zico’nun duvar resminin yapılmasına yardım ettiğini anlatıyordu.

Tahmin et bakalım ne oldu Ronaldo?

Eğer bunu okuyorsan, 6 yaşımdayken arkadaşlarımla birlikte sokağımıza senin duvar resmini yaptığımızı bilmeni istiyorum. Bizim kahramanımızdın. Bu anıyı o günlerden bu yana kalbimde taşıyorum.

Hayatla ilgili hatırladığınız şeyler oldukça ilginç olabiliyor. Brezilya’nın finalde oynadığı dakikalara dair çok şey hatırladığımı söyleyemem. Maça dair anılarım biraz bulanık. Ancak yerel gazetenin ilk sayfasını süsleyen fotoğraf hafızama kazınmış. Milli Takım ülkeye dönüşünde çekilmiş olan fotoğrafta, Romario gerçek anlamda uçağın kokpit penceresinden sarkmış halde kocaman bir Brezilya bayrağını, sanki bizler için dünyayı fethetmiş gibi sallıyor.

O fotoğrafı gördüğümde kalbimin gururla dolduğunu hatırlıyorum. “Tanrım bir gün ben de bunu yapmalıyım” diye aklımdan geçirmiştim.

Elbette o zamanlar için birçok açıdan çılgınca bir hayaldi. Her şeyden önce ülkedeki 200 milyon insanın tamamı futbolcu olmak istiyor. Yaşlı olanlar bile. Ayrıca henüz gerçek bir oyuncu bile değildim. Sadece yerel bir futsal takımında oynuyordum. Kulüp futbolu için seyahat etmek ailem için fazla gerçekçi bir seçenek değildi. Belki dünyanın bazı kesimlerinde yaşayan insanlar bunu anlayamayabilir ancak Brezilya’da benzin pahalıdır. Özellikle ben çocukken daha da pahalıydı.

Şanslıydım ki büyükbabam benim için her şeyi feda etmeye hazırdı. O benim hikayemdeki en önemli insandır. Onu gözünüzde canlandırmak isterseniz… Yani, oldukça özgün bir karakter olduğunu söyleyebilirim. Her zaman havalı bir güneş gözlüğü takardı. Ayrıca arkadaşlarının yanındayken dilinden düşürmediği, ona has bir söz vardı.

Bunu nasıl çevirebilirim bilemiyorum.

Derdi ki…

“Bana bakın. Cebimde tek bir dolar bile yok ama çılgınlar gibi mutluyum!”

Eski Volkswagen Variant’ıyla beni futsal sahasına bırakırdı. Sanırım 1969 modeldi. Fakat 8 ya da 9 yaşlarındayken takımla çok fazla seyahat etmeye başladığımda benzini, öğle yemeğini ve diğer şeyleri karşılayamaz hale gelmiştik. O sırada büyükbabam hayatımı değiştiren bir karar verdi.

Arabasını satıp ihtiyacım olan otobüs biletlerinin parasını ödedi. Böyle bir fedakarlığın ardından onun sızlandığını veya kendine acıdığını düşünüyor olabilirsiniz.

marcelo real madrid ile ilgili görsel sonucu

Kesinlikle hayır.

“Benim torunum Rio’daki en iyi futbolcu! Brezilya’nın en iyisi! Muhteşem! Durdurulamaz!”

Onun gözünde mükemmeldim. Son derece eğlenceliydi. Maçlarımı izledikten sonra eve gelip babama seslenirdi: “Gelip Marcelo’yu izlemelisin! Bugün neler yaptı öyle. Aman tanrım sihir gibiydi, inanılmaz!”

Babam neredeyse hiç beni izleyecek vakit bulamazdı çünkü devamlı çalışması gerekiyordu. Muhtemelen büyükbabamın çıldırdığını düşünüyordu. En eğlenceli kısmıysa kötü oynayıp kaybettiğimizde bile omuz silkip “Amaan neyse, bir dahaki sefere üstesinden gelirsin,” demesiydi.

Dokuz yaşımdayken bana Ronaldo gibi hissettiren büyükbabamdı. Yemin ederim göğsümü şişirerek, sanki gerçek bir futbolcuymuşum gibi eve girerdim.

12 yaşımdayken, bir gün maçımdan sonra büyükbabam turuncu bir Volkswagen Beetle ile çıkageldi.

“Hadi atla, eve gidiyoruz,” dedi.

Şaşkınlık içindeydim: “Neler oluyor? Bu aracı nereden buldun böyle?”

“Jogo do Bicho” diye karşılık verdi.

Rio’da buna hayvan piyangosu deriz. Tamamen yasal olmasa da insanların çok ilgi gösterdiği bir oyundur. Bir hayvanla ilişkili bir numara seçersiniz. Her gün yeni bir çekiliş yapılır. Büyükbabamın hayvan piyangosundan ne kadar kazandığını bilmiyorum ama parayı bu arabayı almak için kullanmıştı.

İnanılmazdı. O arabayla her yeri dolaştık. 15 yaşıma bastığımda futbol oynamak üzere Fluminense genç takımından davet aldım. Tek problem tesislerin evimizden 2 saat uzaklıktaki Xerem’de olmasıydı ve günlük yakıt giderini karşılamamıza imkan yoktu. Bende tesislerde kalmaya karar verdim. Ailemden uzak Xerem’de tek başımaydım. Büyükbabam cumartesi akşamları gelip beni alıyor, böylece Pazar günlerini Rio’da ailemle birlikte geçirebiliyordum. Ardından beni tekrar tesislere bırakıyordu.

Şunu anlamalısınız ki hayvan piyangosunu kazanmıştı. Bu o kadar da büyük bir para değildi. Dolayısıyla araba 70’li yıllardan kalma eski bir Beetle’dı. Direksiyonu bir yöne çok fazla çevirdiğinizde radyo kanalı değişirdi.

Bir süre Xerem ve Rio arasında mekik dokuduktan sonra yıpranmıştım. Futbolun esiri gibi hissediyordum. Eve döndüğümde tüm arkadaşlarımın sahile inip hayatın tadını çıkardığını görüyordum. Bense sadece durmadan antrenman yapıyordum.

Bir gün büyükbabam gelip beni aldı ve ona artık devam edemeyeceğimi, pes ettiğimi söyledim: “Bırakıp eve dönüyorum.”

“Yedek kulübesine hapsoldum ve gençliğimi heba ediyorum. Bitti bu iş.”

Bunları söylememle birlikte ağlamaya başladı.

“Sakin olmalısın Marcelo. Şimdi pes edemezsin. Bir gün seni Maracana Stadyumu’nda oynarken göreceğim.”

O hali gerçekten beni etkilemişti. “Peki,” dedim. “Bir hafta daha deneyeceğim.”

Nihayetinde kararımdan döndüm.

2 yıl sonra, Fluminense A takım formasıyla Maracana Stadyumu’nun çimlerine ayak bastığımda büyükbabam da tribündeydi. O bilmişti. Daha ilk günden benim üzerime bahis oynayıp kazanmıştı.

18 yaşına bastığımda bazı Avrupa Kulüpleri beni transfer etmek için havayı koklamaya başlamıştı. CSKA Moskova ve Sevilla’nın beni istediğini duydum. O zamanlar Sevilla altın günlerini yaşıyordu ve kadrolarında birçok Brezilyalı oyuncu bulunuyordu. Bu nedenle, onlara katılmanın güzel olabileceğini düşündüm.

Bir gün menajerin birinden telefon geldi. “Real Madrid’de oynamak ister misin?” diye sordu.

Öylece soruvermişti.

“Herhalde yani,” şeklinde cevapladım.

Fakat o menajeri tanımıyordum.

“O zaman Real Madrid’e gideceksin. Bu söylediklerimi bir yere yaz.”

Birkaç hafta sonra Porto Alegre’de oynadığımız maçtan sonra Real Madrid benimle buluşması için otele birini gönderdi. Lobiye indim ve bir adam kendini tanıttı. Ancak üstünde Real Madrid arması bulunmuyordu ve bana kartvizitini de vermemişti.

Ardından bana sorular sormaya başladı: “Kız arkadaşın var mı?”

“Ee, evet.”

“Kiminle yaşıyorsun?”

“Ee, büyükannemle.”

Ortada ne bir resmi bir evrak ne de kartvizit vardı. Dolayısıyla tüm bu gelişmelerin gerçekliğine şüpheyle yaklaşıyordum: “Beni Siberya’ya falan mı kaçıracaklar acaba?”

İki gün sonra Real Madrid’in beni sağlık muayenesine beklediğini belirten bir telefon aldım.

Bense hala bu gerçek mi diye düşünüyordum.

marcelo real madrid ile ilgili görsel sonucu

Benim hakkında şunun farkında olmalısınız ki 16 yaşıma kadar Şampiyonlar Ligi diye bir turnuvanın varlığından dahi habersizdim. Öğrendiğim anı hatırlıyorum. Xerem’de bir soyunma odasında otururken diğerlerinin televizyonda maç izlediğini fark ettim. Porto-Monaco maçı oynanıyordu. Ancak farklı bir maç olduğu belliydi. Gece, parlak ışıklar altında, dolu tribünler önünde… Ve saha çok güzel, zemin kusursuzdu. Olağanüstü. Brezilya Ligi’nde, en azından o zamanlar, ışıklar pek de parlak sayılmazdı. Zemin de yemyeşil değildi.

Bu maç ise sanki benim varlığından haberimin dahi olmadığı başka bir gezegenden yayınlanıyordu.

Bir noktada, “Bu da hangi lig böyle?” diye sordum.

Arkadaşım “Şampiyonlar Ligi,” dedi.

“Şampiyonların neyi?”

“Dostum bu Şampiyonlar Ligi Finali.”

Neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Brezilya’da Şampiyonlar Ligi sadece şifreli kanaldan yayınlanıyordu. Benim gibi birçok kişinin bu maçlara erişimi yoktu.

Neyse en son Madrid’e giden bir uçakta olduğumdan bahsediyordum.

Unutmayın ki daha yeni 18’ime basmıştım. Size yemin ederim ki oraya görüşme için gittiğimi düşünüyordum. Kulübe gittiğimde önümde kontratı buldum. Real Madrid anketli bir kağıda yazılmıştı ve her şey yasal görünüyordu. Ne kadar hızlı imzaladığıma inanamazsınız.

Sonrasında takım elbiseliler benimle birlikte sahaya yürüdüler. Aynı gün benim basına tanıtımımı da gerçekleştirdiler. Bunu yapacaklarını bilmiyordum. Brezilya’daki ailem Globo Esporte gazetesindeki manşeti görene kadar bunun gerçek olduğuna inanamadıklarını söylüyor:

18 YAŞINDAKİ MARCELO REAL MADRİD’E TRANSFER OLDU.

Yaşananların bana bu denli gerçek dışı gelmesinin nedenini, Roberto Carlos’un idolüm olmasına bağlıyorum. O benim için futbol tanrısı gibiydi. Roberto ile aynı takıma, aynı pozisyonda oynamak üzere geldiğime inanamıyordum.

O soyunma odasında kimler yoktu ki: Robinho, Cicinho, Julio Baptista, Emerson, Ronaldo, Roberto Carlos ve elbette Casillas, Raul, Beckham, Cannavaro.

İçeri girerken bu adamları sadece bilgisayar oyunlarından tanıdığımı düşündüm.

Beni canlı canlı yiyebilirlerdi. Ama size Real Madrid’le ilgili önemli bir noktayı açıklamama izin verin. Bu anlamda çok özel bir kulüptür. Roberto Carlos ilk gün yanıma geldi ve “Bu benim telefon numaram, herhangi bir şeye ihtiyacın olduğunda ara” dedi.

Şehirdeki ilk yılbaşında karım ve beni, bütün ailesiyle birlikte evinde misafir etti. Bu adam benim idolüm ve aynı pozisyon için yarışıyoruz. Çoğu kişi takıma yeni katılan genç çocuk için bunları yapmazdı. Fakat o Roberto Carlos. Kendine sonuna kadar güveniyordu. Bu gerçek bir adamın göstergesidir.

Ondan saha içerisinde de çok şey öğrendim. Roberto Carlos sol kanatta adeta bir canavar gibi ileri geri kat ederdi. Benim oyunumu beğenseniz de beğenmeseniz de sahadayken neler yaptığımı bilirsiniz. Hücum etmeyi gerçekten çok severim.

Peki ya savunma? Geride bir problem varsa bunu çözeriz. Bir şekilde çaresine bakarız. Ancak önceliğimiz hücumdur.

Bu şekilde özgür bir mantaliteyle oynayabilmeniz için savunmadaki takım arkadaşlarınızla saha içinde iyi anlaşmanız gerekir. Fabio Cannavaro bana yakın stoper olarak oynar ve bana “İleri gidebilirsin Marcelo, ben buradayım. Rahat ol. Ben burayı hallederim,” derdi.

Şimdilerde bunu Casimiro yapıyor: “Atağa katıl Marcelo, geri kalan şeyleri hallederiz.”

Ahhh Casimiro. Benim hayatımı kurtardı.  O takım benim takımımda olacaksa 45 yaşına kadar oynayabilirim.

Takıma ilk katıldığımda Cannavaro oyuna alışabilmem için bana çok yardımcı oldu. Kural geri dönebildiğim sürece hücum edebileceğimdi. Fakat geç kalırsam. O zaman işler değişir. O adam bağırabiliyor. Brezilya’da bir deyiş vardır: Pegava no pe. Onların iyiliğini istediğiniz için onları zorlarsınız şeklinde çevrilebilir.

Cannavaro benim iyiliğim için beni zorluyordu ve bunun için ona minnettarım.

Yine de Real Madrid’de standartların ne denli yüksek olduğunu çok çabuk öğrenirsiniz. İlk sezonumun ardından futbol direktörü beni ofisine çağırdı. Hala genç ve çılgındım. Başımda beysbol şapkasıyla ofise girdim. Bunun normal bir konuşma olduğunu sanıyordum.

Bana kulübün beni kiralık göndermek istediğini söyledi.

Tecrübe kazanmamı istediklerini anlıyordum. Yine de “Burası Real Madrid, eğer şimdi ayrılırsam bir daha beni geri istemeyebilirler,” diye düşündüm.

Benden bir kağıdı imzalamamı istedi.

Ona sorduğum tek şey “Eğer bunu imzalamazsam gitmek zorunda kalmam değil mi?” oldu.

“Evet öyle, imzalamazsan burada kalabilirsin. Teknik direktör seni oynatırsa oynarsın ama bence biraz tecrübe kazanmalısın.”

“Bunu imzalamam için kiralık katiller tutup beni dövdürmeniz gerek,” diye içimden geçirdim.

“Merak etme tecrübe kazanacağım, sen o işi bana bırak” diye cevapladım.

Teşekkür edip ofisten ayrıldım.

Roberto Carlos o yaz takımdan ayrıldı ve ben daha çok forma giymeye başladım. Marcelo’nun yükselişi sonrasında başladı.

Ne zaman Brezilya’ya dönsem büyükbabamın kulübesine uğrardım. Büyükbabamı ziyaret ederdim ve her gelişimde kulübeyi daha da dolu bulurdum.

Size nedenini açıklamama izin verin.

6 yaşımdan beri orada benim için bir tapınak inşa ettiğini söyleyebilirim. Bütün takım fotoğraflarımı ve kazandığım ödülleri bu tahta kulübeye topluyordu. Defterinde attığım her golün kaydını tutuyordu. Gerçekten okulda oynadığım günlerden bu yana attığım her golün kaydını tutardı. Yerel gazetelerde gözükmeye başladığımda benden bahseden kısımları da kesip muhafaza etmeye başlamıştı.

Real Madrid’den döndüğüm yaz da aynı şeyi yapmayı sürdürdüğünü fark ettim. Hala hakkımda çıkan herşeyi biriktiriyordu! Fakat artık La Liga’yı kazanan bir takımda oynuyordum. Hakkımızda çok fazla haber yapılıyordu. Yine de her gazeteyi alıp hiçbir şeyi kaçırmıyordu.

Her zaman o kulübeye iki şey eklemek istemişimdir. Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldırırken ki fotoğrafımı ve Dünya Kupası’nı kazandıktan sonra ülkeye dönen uçağın kokpitinden sarkıp Brezilya bayrağını tıpkı Romario gibi salladığım bir fotoğrafı.

2014 yılında Atletico Madrid’le karşılaşacağımız maçtan önce büyükbabam gerçekten çok hastaydı. Finalden önceki 4 maçta ilk 11’de sahaya çıkmıştım. Finale hazırdım fakat ne yazık ki teknik direktör benim yedek oturmamı tercih etti.

Ne söylememi bekliyorsunuz ki? İlk başlarda akıl almaz derecede üzüldüm. Biraz da sinirliydim. Ancak içimde bir yerlerde o gece beni büyük bir şeylerin beklediğini hissediyor gibiydim. Kenarda oturup bekledim. 1-0 geriye düştüğümüzde beklemeye devam ettim. Dakikalar 90’ı gösterdiğinde hala bekliyordum. 93. Dakikada Sergio Ramos o kafa golüyle hepimizi bir kez daha ipten aldı. Bu adamda ne olduğunu bilmiyorum ama belki de saçlarından dolayıdır diye düşünüyorum.

Teknik direktör uzatma dakikaları için beni ve Isco’yu yanına çağırdı. Sahaya girerken büyük bir hiddetle doluydum fakat iyi anlamda. Galip gelmek istiyordum. Sahada her şeyimi vermeye can atıyordum.

Uzatmalarda golü bulduğumda sanırım beynim çalışmayı bıraktı, gerçekten. Formamı çıkarmayı düşündüm ancak bunu yaparsam kart göreceğimi fark ettim. Ardından bir anda ciddileştim ve gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı. Tam bir çılgınlıktı.

Xerem’deki televizyondan parlak ışıklar ve yeşil çimenlere bakıp “Bu da hangi lig böyle?” diye sormamın üzerinden tam 10 yıl geçmişti.

10 yıl sonra kahrolası kupayı kaldırıyordum. La Decima, yani Real Madrid tarihindeki 10. Avrupa Kupası.

Finalden yalnızca birkaç ay sonra büyükbabam Rio’da hayata veda etti.

Benim Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldırdığıma tanık olacak çok yaşadığına seviniyorum. O platforma çıkmamı ona borçluyum.

Bazen uyanıp düşünüyorum da, Real Madrid ve milli takım forması altında tam 11 yıl. Hem de benim gibi çılgın ve hücumcu bir sol bek. Nasıl hala buradayım?

Size bunun normal olduğunu söylersem yalancı duruma düşerim.

Her gün antrenman sahasına gelip arabamı park ettiğimde ve soyunma odasına girdiğimde hala etkileniyorum. Bunu göstermesem de kalbimde hissediyorum. Hala biraz korkuyorum.

Benim için bu kulübün mirasının bir parçası olmanın anlamı kelimelerle ifade edilemez.

Fakat son bir misyonum var.

2018 Dünya Kupası’nda Brezilya geri dönecek. Bunu bir kenara yazıp gelecekte hatırlayın. Teknik direktörümüz Tite ile birlikte Brezilya’yı tekrar zirveye taşıyabileceğimize inanıyorum.

Tite’nin olağanüstü bir insan olduğunu söyleyebilirim.

Takımın başına getirildiğinde beni arayarak “Seni kadroya çağıracağıma söz vermiyorum ancak eğer çağırırsam hala gelip Milli Takım için oynamak istiyor musun?” diye sordu.

Ona dedim ki, “Profesör, beni arıyor olman bile büyük bir gurur. 17 yaşımdan beri milli takım için oynuyorum. O zamanlar 20 saatlik uçuşta orta koltukta seyahat ederdim. Şimdiyse en iyi koltuklarda oturuyorum ve gelmeyeceğimi mi düşünüyorsun? Ne zaman istersen ben göreve hazırım.”

O görüşme benim için çok değerliydi. 11 yıldır forma giydiğim halde ilk kez Brezilya Milli Takımı teknik direktörü beni arıyordu. Tite için ve büyükbabamın kulübesine küçük bir altın kupa koyabilmek adına her şeyi yaparım.

Ve olmazsa da ne diyebilirim ki, ben hala aynı Marcelo olacağım. Çılgınlar gibi mutlu!

 Players’ Tribune’de yayımlanan metnin orijinali için tıklayınız.