Galatasaray ve Fenerbahçe ligin 9. haftasında karşı karşıya geldi. Derbiden gol sesi çıkmadı. Malumunuz fazlasıyla tartışmalı bir derbi oldu. Her zaman olduğu gibi en çok konuşulan yine hakem oldu. Öncelikle tartışmalı pozisyonlar, hakem kararları gibi sığ tartışma konularına kesinlikle değinmeyeceğim. Bu yazıda ilkelerimiz gereği saha içi değerlere bağlı kalarak, tartışmalardan bağımsız olarak bir şeyler karalamaya çalışacağım. Kısacası teknik-taktik konuşacağımız “futbol” temelli bir yazı olacak.
Ayrıca belirtmemde fayda var uzun bir maç önü yazısı yazdığım için ve burada tekrara kaçmamak adına bazı detayları yüzeysel olarak geçeceğim. Tamamlayıcı olması için ikisi birden okunursa daha verimli olacaktır.
Genel Değerlendirme
Galatasaray oyunun genelinde etkili olan takımdı. Maça hızlı bir giriş yapan sarı-kırmızılı ekip özellikle Serdar Aziz sakatlanarak oyundan çıkana kadar oyuna hükmetmeyi başardı. Serdar’ın sakatlığının ardından 19. dakikada Latovlevici’yi alan Tudor sistemde değişikliğe gitti. Orta alanı bırakmak istemeyen Tudor, defansı dörtlü kurguya döndürürken Tolga’yı göbeğe çekti ve 4-3-3 formatıyla oynadı. Daha çok orta saha mücadelesi şeklinde geçen bu bölümün ardından ilk yarının son 10 dakikası Fenerbahçe oyunun kontrolünü eline aldı. Buraya bir işaret koyup, Fenerbahçe’nin etkisini artıran sebepleri yazının ilerleyen kısımlarında ayrıntılı olarak ele alacağız. İlk şutunu 38. dakikada çeken Fenerbahçe maç boyunca rakip kaleye toplam 4 şut attı. Ceza alanından çektiği iki şutun ikisi de ilk yarının son 5 dakikalık diliminde geldi. Serdar’ın çıkmasıyla değişen sistemini ikinci yarının başında tekrar oturtan Galatasaray kırmızı karta kadar üstün görünen taraftı. Belhanda’nın 73. dakikada yediği kırmızı karttan sonra topun Fenerbahçe’de olduğu fakat pozisyonun olmadığı bir karşılaşma izledik. Kırmızı karttan son iki takımdan da rakip kaleye şut çeken oyuncu olmadı.
Gomis, ortalama pozisyon olarak Galatasaray kariyerinde en geride pozisyon aldığı karşılaşmalardan birini oynadı. Normalde birkaç maç dışında Gomis, yukarıdaki görselde rakip ceza alanının hemen altında işaretlediğim yerde pozisyon alıyordu. Bu aslında rakip sahaya oyunu yıkan Galatasaray ve rakip sahaya oyunu yıkamayan Galatasaray arasındaki farkı bize açık bir şekilde gösterdi. Feghouli ve Belhanda arasındaki daha çok basketbolda gördüğümüz tür top paylaşımı konusundaki sıkıntılar da takımı birkaç seviye aşağıya indirdi.
Fenerbahçe, 30. ve 60. dakikalar hariç rakip kaleye şut atamadı. Attığı 4 şutun 2 tanesi ceza alanı içinden geldi. Fenerbahçe’nin maç boyunca rakip kaleyi bulan şutu olmadı. Takımın en net pozisyonda hızlı gelişen atakta sol çaprazda topla buluşan Janssen müsait durumda topu dışarıya attı. Bu verileri nedenlerin temeline daha rahat inebilmek açısında veriyorum. Maç özelinden sezon geneline vurduğumuzda Fenerbahçe’nin bu etkisizliğinin sebebi ne?
Galatasaray ise maç boyunca rakip kaleye 13 şut atarken bunların 11 tanesi ceza alanından geldi. Bu şutların ise 5 tanesi kaleyi buldu.
Madalyonun İki Yüzü
Önce Fenerbahçe’den başlamak istiyorum. Yeni Malatyaspor karşısında net bir şekilde gördük ki bu sene iki farklı Fenerbahçe var, madalyonda iki farklı yüz var. Fenerbahçe geçen haftaya kadar oyunu rakip sahaya yıkan, sahaya geniş yayılan ve daha çok kanatlar üzerinden oyun kuran, temposu düşük ve daha çok bireysel yeteneğe bağlı bir takımdı. Geçen hafta Yeni Malatyaspor karşısında oyunun temposunu istediği gibi hızlandıran, önde basan, kaptıkları toplarla hızlı çıkabilen gibi bir intiba bıraktı. Bugün maçta bu iki Fenerbahçe’yi de gördük. Peki hangisi daha etkili? Hangisi tercih edilmeli? Gelin beraber inceleyelim.
Fenerbahçe’nin atağa çıkma hızının ortalama index’i 13 civarındayken, pas hızı index’i ortalama 14,5. Yeni Malatyaspor karşısında ise sırayla 18.1 ve 17.8 index’inde hesaplandı. Bu maç ise pas hızı 15,1 atak hızı ise 16,5. Bu ortalamalar Süper Lig’in üzerinde.
Yukarıda görüldüğü gibi Fenerbahçe maça ilk haftalardaki oyununa benzer olarak rakibi geride karşılayarak başladı. Galatasaray stoperlerinin geriden oyun kurmasına izin verdi. Set halinde alana iyi yayıldı. Galatasaray’ın topu yönlendirebilecek oyuncularını kendi yarı sahasında yakın markaja aldı. Pres anlayışı daha çok bu tarz oyunculara top aldırmamak içindi. Top kendi yarı sahasına geçtiğinde ise yoğun, boğucu bir baskıyla karşılık verdi. Fenerbahçe kendi yarı sahasına bu kadar gömüldüğünden doğal olarak kaptıkları toplar da rakip kaleye en uzak mesafede gerçekleşiyor. Bu da rakibe zaman tanıyıp hızlı atak etkinliğini düşürüyor. Yukarıdaki görsel 16. dakikadan ve bu madalyonun ilk yüzüydü.
Yukarıdaki görüntüler ise Fenerbahçe’nin etkili oynadığı toplam 4 şutun 3’ünün, ceza sahası içinden çektiği şutlarının ise 2 tanesinin geldiği ilk yarının son 10 dakikalık zaman diliminden. Görüldüğü gibi Fenerbahçe karakter değiştirmiş, önde basıyor yani topu önde kazanıyor kaptığı toplarla hızlı çıkıyor.
Bu görüntü ise yukarıdaki görselin 2D olarak çevrilmiş hali. Bu görseli takım karakteri arasındaki farkların daha net anlaşılması için koyuyorum. Fenerbahçe önde basarken, stoper ikilisi orta saha çizgisine kadar ileri çıktı. Tüm oyuncular rakip sahada aktif bir şekilde prese katıldı. Böylece kazanılan toplar daha önde kazanılmış oldu. Bu da madalyonun ikinci yüzüydü.
Fenerbahçe’de ki bu karakter değişimi çok uzun sürmedi. 60. dakikaya geldiğimizde rakibini kendi yarı sahasında karşılayan bir takım görüyoruz.
Yukarıda Fenerbahçe atağa çıkarken takımın sahaya yayılışını görebileceğimiz 2D görüntüsü var. Takım boyunun uzunluğu hemen göze çarpıyor. Bunun avantajları olsa takıma baktığımızda dezavantajları ağır basıyor. Fenerbahçe sahaya geniş yayıldığı pas mesafesi otomatik olarak uzuyor. Top ayağında olan oyuncu her kafasını kaldırdığında çevresinde 3-4 kişi bulamıyor. Pas atmak için ekstra efor sarf etmesi gerekiyor. Kısaca pası alacak oyuncu top ayağında olan oyuncuya gitmiyor, top ayağında olan oyuncu pas atacağı arkadaşını arıyor. Fenerbahçe’nin iki maçtır özellikle Valbuena’nın içinde olduğu üçgenler kurduğunu gördük, bunu yapabilecek potansiyel var fakat sahaya bu kadar geniş yayılırsanız bu mümkün değil. Ayrıca bu sayede rakibe yerleşmesi için zaman vermiş oluyorsunuz. Rakip kapandığı için dar alanda oynayabilen bireysel yeteneklere bağımlılık artıyor.
Burada Galatasaray için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Yukarıda görselde görüldüğü gibi üçlü kurgu ile dörtlü kurgu arasındaki geçişleri doğru yaptılar. Bu konudaki kilit adam ise Denayer’di, ona da ileride değineceğim.
Aykut Kocaman ve Değişiklikler
Dakikalar 72’yi gösterdiğinde Aykut Kocaman, Janssen ve Valbuena’yı kenara çekti onların yerine Alper ve Soldado’yu oyuna aldı. Bir dakika sonra da Belhanda oyundan atıldı. Kocaman, kafasında iki değişikliği hesapladı, hem savunma olarak eksilmek istemedi hem de ilerde top tutarak yüklenen Galatasaray’ın etkinliğini hızını kesmeyi istedi. Valbuena ile Giuliano arasında kaldı, defansif katkısı biraz daha iyi olduğu için Giuliano’yu oyunda tutmak istedi. Valbuena zaten oyun içerisinde baya hırpalanmış etkinliği düşmüştü. Aynı zamanda Soldado değişikliği ile hücum bölgesine enerji kattı. Baktığımız zaman mantıklı bir hamleydi fakat ardından gelen kırmızı işleri tamamen değiştirdi. Kırmızıdan sonra kapatan bir Galatasaray gördük ve Valbuena gibi dar alanda etkili olan oyuncunun eksikliğini çekti. Büyük ihtimalle o da kırmızıyı görünce değişiklikten pişman olmuştur. Karşısında ligin en iyi savunma takımı var ve son 20 dakikayı 10 kişilik rakibine şut dahi atamadan tamamladı. Chahechouhe’yu oyuna almakta ise çok geç kaldı. Maç sonu açıklamaları düşüncelerimi destekler nitelikte.
“Ritmi kaybetmiştik, enerji artırmaya ihtiyacımız vardı. Topu önde tutacak oyuncuları almak istedim. Kontrolü elimize almak istedik. O anda rakip 10 kişi olsaydı bu değişiklikleri yapmazdım. Giuliano takıma güç katan oyunculardan biri. Onun varlığı bizim için önemli. Fenerbahçe’nin bugünleri ve yarınları için temel taş olacak oyunculardan biri. Girdiğimiz pozisyonların hemen hemen hepsinde Giuliano vardı. Alan ve adam savunmasında en önemli oyuncularımızdan biriydi.”
Alper ve Soldado fiziksel olarak yeterli değildi. Sonradan girmelerine rağmen ikili atak halinde girdiği 7 mücadelenin tamamını kaybetti. Guiliano’nun hücum etkinliği olarak ise Aykut Kocaman’a kesinlikle katılmıyorum. Hücumda hiç gözükmedi. Bunda Fernando ile eşleşmesinin etkisi büyüktü. Fernando maç boyunca Giuliano’ya nefes aldırmadı. İkili toplam 8 kez ikili mücadeleye girerken bu mücadelelerin tamamını Fernando kazandı. Giuliano’nun toplam girdiği ikili mücadele sayısı 14, bunların sadece 1 tanesini kazanabildi.
Dirar
Fenerbahçe adına en beğendiğim isim Dirar’dı. Isla’yla uyumu her geçen gün artıyor. Dirar gerçekten özel bir oyuncu. Geldiğinden beri onu çeşitli mevkilerde gördük. Fakat en idealinin şuanda oynadığı orta saha üçlüsü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Açıkta oynadığı zaman mücadele gücüyle öne çıksa da skor katkısı eksik kalıyor. Temposu orta sahayı rahatlıkla kaldırabilecek seviyede bunu son maçlarda gördük. Dolayısıyla Dirar’ın orta sahada oynaması demek bir orta sahaya göre takıma ekstra yaratıcılık vermesi demek. Fenerbahçe’nin orta saha profilini düşünürsek takımın buna gerçekten ihtiyacı var.
Galatasaray
Neden Üçlü Savunma?
Tudor’un bu tercihi savunmaya yönelikmiş gibi gözükse de aslında bu doğru değil. Tudor’un maça üçlü savunmayla çıkacağını ve bundan kazanacağı avantajları maç önünde detaylı olarak yazmıştım. O yüzden burada yüzeysel olarak değineceğim. Tudor maç sonunda açıklama yaptı ve şöyle dedi.
“Derbiye en iyi şekilde hazırlandık ve böyle bir tercih yaptık. İyi de başladık. Taktik iyi görünüyordu. Aslında çok dikkatli seyrederseniz, geride kalan 8 maçta aynı taktikle oynamamıştık.”
Maç öncesinde ise şunları demişti:
“Taktiğe odaklanmıyorum. Bu tip sayılara odaklanmıyorum. Sayılar önemli değildir. Önemli olan futbol fikriniz, neleri sahaya yansıttığınız, futbol mentaliteniz, kazanma isteğiniz, mücadeleniz, koşunuz, birbirinize yardım bu tip konular çok çok önemlidir. Oynadığınız futbol önemlidir o yüzden sayılara çok fazla takılmamak lazım.”
Tudor bu maça sağlam bir iskelet ile çıkmayı kafasına koymuş. Serdar-Denayer-Maicon ve Ndiaye-Fernando’dan oluşan iskelet bu takım için gerçekten kritik. Bu iskelet takıma alan paylaşımında esneklik sağlayacak oyunculardan oluşuyor. Tudor önde baskı kurup, rakibi ön bölgede hırpalayarak arkaya seken topları stoper üçlüsüyle toplamayı hedefledi. Bunda başarılı da oldu. Aynı zamanda takım geçişleri de de doğru yaptı. Üstteki görselde orta sahada topla buluşan Giuliano’ya tam 4 oyuncunun birden pres yaptığı görüyoruz. Serdar orta sahaya kadar pres yapmak için geliyor. Üçlü stoper takıma inisiyatif payı bırakıyor. Serdar, dörtlü dizilimde iki stoperden biri olsaydı bu topa prese çıkması mümkün değildi. Fakat arkada açığını kapatabilecek iki stoper daha olduğu için rahatlıkla inisiyatif alarak önde pres yapabiliyor. Ayrıca Fernando’nun baskı yapmak için ilk defa bu kadar çok ileri gittiğini gördük. Bu da arkadaki güvenin verdiği rahatlıktan kaynaklanıyor. Yine yukarıda Fenerbahçe’nin takım boyunu anlatırken bahsettiğim görselde Mariano’da nu esneklikten faydalanıp rahatça öne çıkıyor. Tolga sol beke geçerek savunma kurgusunu dörtlüye geçiriyor. Takım istediği zaman dörtlü dizilişe dönebiliyor. Ayrıca Konyaspor ve Fenerbahçe maçlarının başında yaptığı gibi beklerini öne atarak 6-7 kişiyle atağa çıkabiliyor. Ve beklerini öne attığı için rakip ceza alanında +2 oyuncuyla gidebiliyor. Bu da aynı zamanda rakip kanat oyuncularına geri dönün mesajı vererek onların hızını kesiyor.
Denayer Neden Stoperlerin Ortasında Başladı?
Maç öncesinde Serdar’ın stoperin ortasında başlayacağını düşünüyordum. Fakat daha sonra Tudor’un Denayer’i orada kullanmasının daha mantıklı olduğunu kavradım. Denayer oyun zekası üst düzey, yönlendirici ve çok yönlü bir oyuncu. Vücut dili ve el hareketlerinden anlaşıldığı üzere sahada takımın geçişlerdeki beyni olma görevini Tudor ona verdi. Adam paylaşımlarında takım arkadaşlarını uyardı, iyi yönlendirdi ve geçişleri doğru organize etti. Ayrıca pozisyon bilgisinden dolayı zaman zaman orta sahaya çıktı. Kısacası önceki maçlarda Fernando’nun görevi takım üçlü oynarken onun üzerindeydi.
Serdar’ın sakatlığından sonra Tudor Latovlevici’yi oyuna aldı. Dörtlü dizilime geçse de yukarıda bahsettiğim beşli iskeleti bozmadı. 4-3-3 formasyonuna döndü. Tolga’yı merkeze çekti beşli iskeleti bozmadı. Önceden 3-2 şeklinde dizilen iskelet Tolga’nın göbeğe geçmesiyle 2-3 şeklinde dizildi. Denayer-Maicon ve Fernando-Tolga-Ndiaye şeklinde.
Galatasaray’ın, rakibi kanattan taç atışı kullanırken, takımın rakibe yaptığı presi görüyoruz. Bu pres sistemini günümüz futbolunda en iyi uygulayan ülkelerden biri Deschamps’ın Fransa’sı. Galatasaray da bunu sık sık denemeye başladı. Sahanın belli bir tarafında yoğun bir şekilde kümelenerek rakibin ters kanadını tamamen riske ediyor. Bunun belli başlı avantajları olduğu gibi dezavantajları da var. Bu yoğunluk rakibindeki topu rahat ve hızlı bir şekilde almasını sağlıyor. Çünkü ters kanattaki iki oyuncu riske edildiği için onların üzerine oynaması gereken iki oyuncu da fazladan prese katılmış oluyor. Takım bu sayede rakiplerine nefes aldırmamış oluyor. Ters kanat oyuncularını riske etmenin olumsuzluğuna gelirsek, uzun top konusunda usta ayaklar karşısında takımın dengesiz yakalanma olasılığı ortaya çıkıyor. Topun ters tarafa hızlıca geçirilmesi halinde çok ciddi açık verilmesi mümkün. Fakat Tudor, bu riski minimuma indirebilmek için Mariano’nun prese katılmayıp ters kanadı tutmasını söylemiş olmalı. Bu manzarayla daha önce de birçok defa karşılaştık. Bek oyuncusu her seferinde ters kanadı tutarak riski azaltıyor.
Yukarıdaki görselin eş zamanlı 2D görüntüsü. Presin sahanın ne kadar dar bir bölümünde gerçekleştiğinin daha net görülmesi için bu görseli tercih ettim. Yaklaşık 30 metreye 20 metre gibi bir ölçü çıkıyor. Bu da sahanın neredeyse 9’da biri yapar.
Galatasaray bu ligin en iyi savunma yapan takımı. Savunmayı sadece defans oyuncuları yapmıyor, tüm takım aktif bir şekilde bu müdafaaya katılıyor. Savunma için savaşmayan tek bir oyuncu bile yok. Galatasaray’ın fiziksel olarak kendi yarı sahasında ne kadar kuvvetli olduğunu görüyoruz. Oyun Galatasaray kalesine yakın oynandığı ölçüde Galatasaray’ın fiziksel olarak üstünlüğü artıyor. Özellikle 10 kişi kaldıktan sonra oyun Galatasaray’ın sahasında oynandı. Oyun kendi kalesine yaklaştıkça Galatasaray’ın ikili mücadele kazanma oranı arttı. Denayer ve Maicon savunmada girdikleri tüm ikili mücadeleleri kazandı. Yani 10 kişi kalan takımın rakibine son 30 dakika şut çektirmemesi tesadüf değildi.
Tudor ve Değişiklikler
Yukarıda Latovlevici’nin girdikten sonra iskeletin bozulmadan devam ettiğinden bahsetmiştim. Peki Tudor, Latovlevici yerine Linnes’i alabilir miydi? Ahmet’i alarak aynı sistem oynayabilir miydi? Selçuk’u oyuna alıp Fernando’yu stopere çekebilir miydi? Ya da Rodrigues’i alarak Fernando’yu stopere Tolga’yı da göbeğe çekebilir miydi? Bunların hepsi kafamda oluşan ihtimaller fakat Garry 70 dakika oynayabilecek seviyede değildi ayrıca birden savunma sistemleri arasındaki geçişi öğrenmesi imkan dahilinde değil. İlk tercih hariç diğerlerinde ise bahsettiğim iskelet bozuluyordu. İlk tercihte ise Linnes, Latovlevici’ye göre biraz daha defansif bir oyuncu ve büyük maçlarda eli ayağına dolanıyor. Hücuma bindirmeleri Latovlevici’ye göre biraz daha düşük seviyede kalıyor. Tahminim takımın biraz daha önde oynaması gerektiği için tercih edilmedi.
Eren değişikliğine gelirsek ikinci yarıda sadece 3 tane isabetli pası olan, maç içerisinde sırtı dönük top tutamayan ve yorulmuş bir Gomis’in dışarı çıkması çok mantıklıydı. Ayrıca takım 10 kişi kalmıştı ve ileri gidemiyordu. Mecburen top uzaklaştırma sayısı artmıştı. Bunları tutabilecek bir oyuncuya ihtiyaç vardı. Eren’in uzaklaştırılan topları tutması demek hücuma çıkamayan takımı ileri çekmesi demekti. Bazı pozisyonlarda bunu da başardı. Değişiklik mantıklıydı fakat burada eksik olan Eren’in formuydu. Kabul edelim ki Eren kariyerinin en formsuz dönemlerinden birini geçiriyor.
Son olarak Gomis’e değinerek yazıyı tamamlamak istiyorum. 30 eylüldeki Galatasaray-Karabükspor maçını yazarken şu ifadeleri kullanmıştım.
Öncelikle Gomis’in bu maç etkisiz olduğu görüşlerine pek katılmıyorum. 56 kez ceza alanında topla buluşup tek santraforuna sadece ceza alanı içinden 2 şut imkanı tanıyorsan asıl sorun takımdadır. Özellikle yaşı ve fizik gücünün düşmesi sebebiyle Lyon’dan tanıdığımız bildiğimiz Gomis yok artık. Gomis, sırtı dönük top alacak, orta sahaya kadar top almaya gelecek, takım arkadaşlarına pozisyon hazırlayacak tarzda bi oyuncu değil. Gomis tam bir ceza alanı golcüsü. Sadece gol atabileceği yerlerde topla buluşuyor. Gomis bir takımı işlevsel hale getirmez, takımın Gomis’i işlevsel hale getirmesi gerekir. Gomis’i işlevsel hale getirmek için de topu rakip ceza alanına kadar götürmen gerekir.
Peki takımın işlemez hale geldiği, rakip ceza alanına gidemediği maçlarda ne olacak? Sonuçta her takıma karşı yoğun bir baskıyla oynamak mümkün değil. Özellikle Galatasaray büyük maçlarda bunun sıkıntısını çok yaşayacaktır. Rakibin daha çok geldiği veya orta saha mücadelesi şeklinde geçen büyük maçlarda Gomis’in oyundan kaybolduğunu göreceğiz. Bu çok ciddi bir sıkıntı. Bunu aşmak için Gomis’in sırtı dönük top alarak oyuna yön vermesi gerekecek bu da onun oyun karakterinden ödün vermesi fiziksel olarak daha hırpalanması yani bitiriciliğinin düşmesi demek olacaktır.
Gomis bunun top istedi, mücadele etti fakat işlemeyen bir takımda organize şekilde gelen bir pozisyon bulamadı. Bireysel yarattığı ve duran toplar haricinde sahada yoktu. Yazının başında Gomis’in ortalama pozisyonunun bu sezonun en geride olan maçlarından biri olduğunu yazmıştım. Yukarıda sağda Gomis’in topla buluşma haritasında daha çok tehlikeli bölgenin dışında topla buluştuğunu görüyoruz. Galatasaray bu sene daha çok tek kanattan oynuyor. Tolga’nın solda olması ve sol beklerin yetersiz performansı oradaki yaratıcılığı aşağıya çekiyor. Bu ayrı bir yazı konusu dolayısıyla burada fazla uzatmayacağım. Eğer top ileriye götüremezseniz Gomis gibi bir forvetin anlamı kalmaz. Gomis topla ceza alanında buluştuğu derece değerli. Temel sorun bu, Galatasaraybu sorunu çözemediği takdirde özellikle büyük maçlarda bu problemi yaşayacak.
Futboldan çok hakemin ve saha dışı olayların konuşulduğu bir derbi oldu. Galatasaray, şampiyonluk yolunda muhtemel rakipleriyle puan farkını korudu. Fenerbahçe için ise umarım hayırlı bir puan kaybı olur. Aykut Kocaman, takımın nasıl daha iyi olduğunu nasıl oynaması gerektiğini en kısa zamanda analiz eder. Ama yazıda da belirttiğim gibi benim görüşüm madalyonun ikinci yüzü.