Massimiliano Allegri Juvestus’un başında iki kez Şampiyonlar Ligi Finali’ne çıktı. Her iki maceradan da boynu bükük ayrılsa da kupaya dair umutlarını koruyor. Şampiyonlar Ligi maçları başlarken onun cümleleriyle bu heyecanı hatırlamak istedik.
Mandzukic’in kalecinin üzerinden geçen şutunu gördüğümde “belki de olabilir,” diye aklımdan geçirdim. Ardından top filelerle buluştu ve bunun bizim şansımız olabileceğini düşündüm.
Hazırlanış itibariyle muhteşem bir pozisyondu ve Mandzukic harika bitirdi. Bana göre bir daha tekrarlanmayacak bir goldü. Şampiyonlar Ligi Finali’nde yer almanın farkını yansıtıyordu. Harika olmak yetmez, özel olmalısınız.
Özel oyunculara sahibiz fakat ne yazık ki Real Madrid kadrosunda da onlardan çok var. İkinci yarı itibariyle, kazanmak için gereken araç ve parçalara sahip olmadığımızı anlamıştım. Sakatlık dolayısıyla zar zor sahada kalabilen iki oyuncumuz vardı ve Real Madrid çok zekice oynuyordu. Rahat bir oyun sergiliyorlardı.
Final’e çıkmak için yeteneğe ve şansa ihtiyaç duyarsınız. Finali kazanmak içinse sahadaki daha iyi takım olmalısınız. Size garip gelebilir ancak o akşam sahada yürürken huzur içindeydim. Çünkü daha iyi taraf olmadığımızın bilincindeydim. Bu kadar basitti.
Cardiff’ten takımla birlikte ayrılıp İtalya’ya döndüm. Ertesi sabah eve geldiğimde kendime çok zor bir soru sormalıydım: Bu yolun sonu muydu? Bu takımı daha ileriye taşıyabilir miydim?
Kariyerimin Juventus bölümünün sonunu mu yazmalıydım? Bir parçam pazartesi gidip saygılı bir şekilde istifa etmemi söylüyordu.
Daha sonra ise neden bir teknik adam olduğumu düşündüm.
Bunun için 14 yaşında olduğum zamanlara geri dönmeliyiz. İşlerin zorlaştığı zamanlardı. Küçük bir çocukken hayatın son derece basit olduğunu hatırlıyorum. Mutlu ve sessiz bir çocuktum. En iyi anılarım büyükbabamın beni Livorno’daki at yarışı pistine götürüşüne aitti. Bir çocuk olarak tek hatırlayabildiklerim at yarışı pisti, futbol ve belki annemle akşam yemeği yememizdi. Okulu sevmezdim, zaten okul da henüz o kadar ciddi değildi.
14 yaşımdan itibaren her şey bir anda ciddi bir hal aldı.
“Massi derslerinden kaytaramazsın. Bu sınavları vermek zorundasın. Uslu durmalı ve Napolyon’u öğrenmelisin.”
Nefret ediyordum, nefret.
Bir gün sınıfta oturuyordum ve öğretmenin bana bir şey yüzünden çok kızgındı. Ve ardından şunun farkına vardım; iyi bir öğrenci olmak istemiyordum fakat iyi bir müdür olabilirdim.
Belki de okul müdürü olmak her teknik direktörün hayalidir, bilemiyorum.
Henüz bir yeniyetmeyken futbol sahasındayken öğretmen olmak isterdim. Dürüst olmak gerekirse biraz ele avuca sığmaz biri olduğumu söylerler. Antrenörlerimle aramda birkaç tutkulu tartışma yaşanmıştı fakat bunlar daha fazla forma giymek istemem gibi bir konuyla ilgili değildi. Tartışmalarımızın nedeni, daha o zamanlarda bile takımı kendi istediğim şekilde yönetmem istememdi. Futbolu bırakıp takım çalıştırmak istediğimi söylediğimde bunun asla işe yaramayacağını düşünen birçok insan vardı.
Yaklaşık 20 yıl önce, Pistoise’den teknik direktör olarak ilk iş teklifimi aldığımda dahi cevabım hayır oldu. Çünkü antrenörlük lisansımı alabilmem için bir ay boyunca her gün 5 saat okula gidip eğitim almam gerekiyordu ve bunu hiç istemiyordum. Okula dair 14 yaş anılarım canlanıyordu. Adeta kabus gibiydi. Bunun yerine Coverciano’ya gitmeyi tercih ettim. Çünkü orada 15 gün içinde lisansımı alabiliyordum. Günde sadece 2 saat bir sınıfta oturmam gerekiyordu. Günü geri kalanında antrenörlük yapıyordum.
Belki ben biraz inatçıyımdır fakat bana öyle geliyor ki, özellikle de günümüzde oyun bu denli değişiyorken ihtiyacınız olan budur. Medya her zaman dizilişleri önemser. Sürekli sayıları konuşurlar.
3-5-2
5-4-1
4-2-3-1
“Allegri Bey, hangisini seçeceğinizi bilmemiz gerekiyor.”
Saha içerisinde bu çok daha karmaşıktır. Topa sahipken o sistem, topu kaybettiğinde ise bu sisteme dönüşür de, 5-4-1’e ihtiyaç duyabilirsiniz de bilmem ne.
Önemli olan şekil, disiplin ve içgüdülerdir. Bana göre en önemlisi içgüdülerinizdir. Kendi içgüdülerime güvenmeyip kendimden şüphe duyduğumda hata yaparım. Kariyerimin en önemli anının şampiyonlukla veya Şampiyonlar Ligi’yle bir ilgisi yok.
Bu Milan’dan kovulduğum gündü. Sürpriz olmamıştı. İşten atılacağımı biliyordum. Gözümün içine bakarak görevime son verildiğini bildirdiler. Fakat bu hayal kırıklığını azaltmadı. Bir teknik direktör olarak kovulmanın hayatınızın bir parçası olduğunu bilirsiniz. Fakat bu gerçeği biliyor oluşunuz derinlerde bir yerde başarısız olduğunuzu hissetmekten alıkoymaz.
Milan’dan ayrıldığımda bunu bir başarısızlık olarak değerlendirdi.
Dışarıdan soğuk biri olarak algılanırım. Gerçekteyse bu benim yansıtmak istediğimdir. Yola devam etmek için teknik direktör olarak belirli bir mesafeye sahip olmalısınız. Futbolu seviyorum ve işimi eğlenerek yapıyorum. Bu nedenle her sabah bunu yapmayı sürdürebiliyorum fakat işim günün 24 saati hayatım değil. Ne olursa olsun günümün en önemli anı saat 9’dur.
Tam olarak doğru olmadı. Aslına bakarsanız en önemlisi sabah 7’de esprossomu içtiğim andır. Bunu bir yana bırakacak olursak ise oğlum Giorgio’u okula götürdüğüm saat olan 9’dur. Kişiden kişiye farklılık gösterebilir fakat ben olmadığım biri gibi davranamam. Sadece kendim olabilirim.
3 yıl önce Juventus’un başına geçtiğimde ilk başta pek değişmedim. Kulüp Conte ile birçok başarıya imza atmıştı. Zamanla yeni oyuncular takıma katıldıkça bir şeyleri değiştirmeye başladım. Oyuncuların birlikte çalışabileceği alanlar, hücumda nasıl daha güçlü olabileceğimiz, taktiksel eksikliğimizi nasıl arttırabileceğimiz gibi konuların üzerine eğildim.
O sezon birlikte Şampiyonlar Ligi Finali’ne çıktık. La Scala’nın (İtalya’nın Milano kentinde bulunan ve dünyanın en tanınan opera binalarından biri) açılış gecesinde gibi hissettiriyordu. Onca emek. İzleyen insanların sayısı. O atmosfer, duygular ve beklenti. Tıpkı opera gibi benzersizdi.
Barcelona’ya kaybetmemiz hayal kırıklığıydı. Yine de bu yenilgiden gerekli dersleri çıkardığımı düşündüm.
Bu sezon bir diğer Şampiyonlar Ligi Finali’nde Real Madrid karşısına çıktığımızda, daha önce neyin eksik olduğunu çözdüğüme, teknik ve taktik olarak neye ihtiyacımız olduğunu bildiğime inanıyordum.
Özellikle de Mandzukic o muazzam golü attığında, bunun bizim anımız olabileceğini içimden geçirdim.
Durumun böyle olmadığı açıkça görüldü.
Eve döndüğümde devam edip etmeyeceğimi değerlendirdim. Neden ilk başta teknik direktör olduğumu düşündüm. Ayrıca büyükbabamı hatırladım. Çok çalışkan bir adamdı, duvar ustasıydı. Çocukken oynadığım tüm maçlara mutlaka gelirdi. Kazanmamız veya kaybetmemiz onun için fark etmez, futbolu umursamazdı.
“İyi iş çıkardın Massi, şimdi gidip atları görmek ister misin?” derdi.
Bana hiçbir zaman futbol hakkında bir soru dahi sormadı. Sadece futbol oynarken mutlu olmamı ve benim mutluluğuma tanıklık etmeyi önemsiyordu.
Bunlar halen sahip olduğum değerler. Futbolun bu seviyesinde çok fazla baskı var ve olmalı da. Fakat bu işi neden yaptığımı hatırlamaya çalışıyorum. Kendimi bir teknik direktör olarak değil, bir genç takım antrenörü olarak görüyorum.
Bu işi öğretmeyi sevdiğim için yapıyorum. Bu gerçekten de benim hayatımın neşesi. Oyuncularımı daha iyi ve zeki yapmayı seviyorum.
Şimdiki Juventus kadrosunu düşündüğümde kararım oldukça kişisel bir hal alıyor. Hala kanıtlamam gereken çok şey olduğunu biliyorum. Bunun da ötesinde öğretecek daha çok şeyim olduğunu biliyorum.
O gece yatağa girmeden önce, kulüp de benimle aynı düşünceleri ve stratejileri paylaşıyor ve birlikte ilerleyebileceğimizi düşünüyorsa yola devam etmeye karar verdim.
Ertesi sabah düşüncelerim berraktı. 7de ofise gidip espressomu içtim. Yeni bir sezon ve yeni fırsatlar beni bekliyordu. Medyada bu takım ve oyuncular hakkında çok fazla şey konuşuldu. Neler yapabileceğimiz, neler yapamayacağımız.
Bense Paulo Dybala ve Gigi Buffon’a bakıyorum. Bir anlamda onlar bu takımın sembolleri.
Dybala’yı okula ilk kez başlayacak parlak çocuk olarak görüyorum. Buffon ise bir Dünya Kupası’yla yüksek lisansını bitirmek üzere. Biri kariyerinin henüz başındayken diğeri sonunu getiriyor. Biri Avrupa’nın en iyilerinden olabileceğini kanıtlamanın peşinde, diğeri ise halihazırda en iyilerden biriyken kariyerini zirvede noktalamak istiyor.
Cardiff’i atlatabileceğimizi biliyorum. Harika bir sezon geçirebileceğimizi ve Şampiyonlar Ligi’nde başarılı olabileceğimizi biliyorum.
Yarın sabah ne olacağını biliyorum. Ve ertesi sabah ve ondan sonraki sabah…
Şimdi çalışmaya devam edeceğiz. Bir kez daha La Scala’daki açılış gecesinde olmaya çalışacağız. Opera’nın en iyi yanı, her sene yeni bir gösterinin sahne alması.
Kendi imzasıyla The Players’ Tribüne’de yayınlanan yazının orijinali için tıklayınız.