Milli takım arası bitti, ligler tekrar başlıyor. Premier Lig’de şampiyon hemen hemen belli gibi, ancak diğer pozisyonlar için kıyasıya rekabet sürüyor. United cephesinde, büyük ölçüde hayal kırıklığı olarak anılacak bir sezon daha geride kalmak üzere. Taraftarlar Lig şampiyonluğu’nu hayal etseler de en iyi senaryo ilk dört ve Uefa Avrupa Ligi Kupası gibi görünüyor.
Mourinho’nun Old Trafford’daki ilk sezon performansı beklentilerin altında kaldı. Onun takımlarının ilk dört şansını değerlendirmeye alışık değiliz. Ne de olsa Premier Lig arka bahçesi sayılır. Manchester United’ın finansal imkanları ve Portekizli çalıştırıcının başarı odaklı felsefesi ile tecrübesi birleştiğinde denklemin sonunda şampiyonluğun en güçlü adaylarında birini elde ediyorsunuz.
Sezon başında yapılan transferler başarı ihtimalini güçlendirse de evdeki hesap çarşıya uymadı. Bir türlü on birinde istikrarı yakalayamayan, takıma beklenen dominant futbolu benimsetemeyen Mourinho, ilk haftalarda beklenmedik puan kayıpları yaşadı. Çok geçmeden şampiyonluk yarışından uzağa savruldular. Altıncı sıraya uzun bir süre demir attıktan sonra daha ilerisi için bir adım atmayı başardılar. Önümüzdeki haftalarda ilk dörde girmek için ellerinden geleni yapacaklarına şüphe yok.
Ben de Manchester United’ın sezon içerisinde geçirdiği dönüşüme göz atarak, “Başarabilecekler mi?” sorusunun peşine düştüm. İlk dört şansları için mütevazı bir değerlendirme yapmak istedim.
Savunma
Konu Mourinho’nun takımları olunca söze savunmadan başlamak adeta bir zorunluluk halini alıyor. Ne de olsa o futbol anlayışını “rakipten bir fazla gol atmak” olarak tanımlayan bir pragmatist ve oyunun savunma tarafı başarı odaklı anlayışının kalbinde yer alıyor. Mourinho kolay kaybetmeyen takımlar yaratmaya odaklanıyor. Takım iyi gününde olmasa dahi 3 puanı hanesine yazdırma şansını elde etmek için savunmayı her daim sıkı tutuyor. Böylece kupalara giden yolu açabilir. Takımının harika oynadığı maçlardan çok, kazandığı kupaları sayan bir adam olduğunu söylemek bana çok da yanlış görünmüyor.
Dolayısıyla sezon başında Kırmızı Şeytanlar’ın idaresini devraldığında ilk olarak savunmaya Bailly takviyesini yapması benim nazarımda şaşırtıcı değildi. Bailly büyük potansiyel vadeden ve tam da Mourinho’nun sevdiği türde bir savunmacı. Kalesini korumak için maksimum efor sarfeden, hızlı, güçlü, agresif ve biraz sert bir isim. Bunlar Mourinho’nun da savunmadaki öncelikleriyle örtüşen özellikler.
Şöyle ki, aynı transfer döneminde şehrin diğer takımda Guardiola’nın daha fazla ödeyerek savunmacı tercihini Stones’dan yana kullanmasını, savunmacılara atfettiği rolle açıklayabiliyoruz. Guardiola savunma oyuncularının geriden oyun kurma yeteneklerine öncelik verirken, Mourinho daha çok rakip forvetlere şans tanımama konusundaki tutku ve kabiliyetlerini göz önünde bulunduruyor. Bu bakış açısı yıllarca Pepe’ye forma vermesini de açıklıyor.
Bailly’nin Premier Lig’e alışma süreci, Afrika Uluslar Kupası ve hesapta olmayan sakatlığı dolayısıyla kendini fazla gösteremeyerek Mourinho’nun planlarını sekteye uğrattığını düşünüyorum. United savunmacılarının sezon içerisinde neredeyse eşit bir şekilde formayı bölüşmesi, Mourinho’nun içine sinen savunma hattını bir türlü kuramadığına işaret ediyor. Lig maçlarında Rojo (17) Blind (17) Bailly (15), Smalling (15), Phil Jones (14) kez forma şansı buldu. Manchester United birçok maça merkezde farklı bir savunma ikilisiyle çıktı. Kadro tercihleri konusundaki aynı tereddüt, sol bek pozisyonunda da açığa çıktı. Zaman zaman Shaw, Blind, Darmian, Rojo ve hatta Ashley Young’a dahi o bölgede görev verildiğine tanık olduk.
Savunmada yerini parselleyebilen tek isim, formu yeni bir kontratla ödüllendirilen Valencia oldu. Hatta Mourinho, “sağ bek pozisyonunda ondan iyisi yok” şeklinde bir açıklamayla oyuncusuna olan hayranlığı biraz abartılı olarak ifade etti. Valencia’nın ofansif etkinliği, United hücumlarına derinlik katıyor ve Mourinho’nun hücum problemlerine de derman olabiliyor. Özellikle de ileri uçta Zlatan gibi hava toplarına ambargo koyabilen bir isim varken, Valencia’nın bindirmeleri ve ortaları daha da kıymetli hale geliyor. United’ın sağ bekinin, takımın süper yıldızı Pogba ile asist sayısı eşit. Her ikisinin de 3’er asisti var.
Takımın şimdiye kadarki savunma performansına gelecek olursak, Mourinho’nun United’a da kolay kaybetmeyen takım felsefesini aşılayabildiğini görüyoruz. Ligde 18 maçtır yenilgi yüzü görmemiş olmaları bu tespiti destekliyor. Ayrıca yukarıda bahsettiğim olumsuzluklara rağmen savunma istatistikler gayet parlak. 27 maçta kalelerinde gördükleri 23 gol, onları ligin en az gol yiyen ikinci takımı yapıyor. İlk sırayı 21 gol yiyen Chelsea ve Tottenham paylaşıyor ki ligin ilk iki sırasını bu ekipler işgal ediyor.
Herrera’nın Dönüşümü
Elbette iyi savunma ancak takım halinde yapılabiliyor. Bu bağlamda herkese savunmada değişen yoğunluklarda çeşitli görevler düşüyor. Bu noktada Herrera’nın verdiği katkıdan bahsetmek adeta bir zorunluluk haline geliyor. Mourinho’nun yönetiminde büyük bir dönüşüm geçiren İspanyol oyuncu, özellikle oyununun savunma yönünde sınıf atlamış görünüyor.
Herrera’nın bu sezon, adına methiyeler düzülen Kante’den defansif anlamda daha iyi istatistiklere sahip olduğunu söylediğimde dikkatinizi çekeceğime inanıyorum. Bu tezimi istatistiklerle destekleyebilmem mümkün: Herrera bu sezon 22 lig maçında görev alıp toplamda 1820 dakika sahada kalırken, Kante Chelsea formasını 27 maçta, 2418 dakika terletti. Buna rağmen Herrera’nın 70 pas arası (interception) yaptığını, 6 kez rakibin şutuna siper olduğunu ve 48 kez topu tehlike bölgesinden uzaklaştırdığını görüyoruz. Kante 600 dakika daha fazla sahada olmasına rağmen bu rakamları yakalayamamış. 63 pas arası, 3 şut bloklama yapıp 36 kez de topu uzaklaştırmış.
Peki ya top kapma (tackle) dediğinizi duyar gibiyim. O alanda Kante’nin sayısal üstünlüğünü inkar edemeyiz. Kante 67 kez rakipten top kaparken, Herrera 52 topu çalabilmiş. Ancak burada Kante’nin çok daha fazla dakika aldığını hatırlatmak gerek. 90 dakika başına ortalamaları alındığında Herrera’nın 2.57 kez top kaptığını, Kante’nin ise 2.49 seviyesinde kaldığını görüyoruz.
Elbette ikisi farklı takımlarda oynuyor ve farklı yoğunluklarda rakip baskısıyla karşılaşıyorlar. Herrera’yı Kante’den daha iyi bir savunmacı ilan etmeye de çalışmıyorum. Ancak yaptığımız kıyaslama İspanyol oyuncunun defansif katkısının ne boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor. United’ın takım savunması açısında önemine dikkat çekmek açısından önemli veriler sunuyor. Ayrıca Herrera’nın takımın pas trafiğindeki rolü de dikkat çekiyor. Pogba’dan sonra takımın en çok isabetli pas yapan oyuncusu olduğu gibi, ligdeki orta saha oyuncuları arasında da dördüncü sırada yer alıyor.
Herrera’nın geçen yılki defansif istatistikleri, oyuncunun Mourinho yönetimindeki yeni rolünü benimseyerek ne denli muazzam bir gelişim gösterdiğini ortaya koyuyor. Geçen sezon 27 lig maçında şans bulan oyuncunun toplam 24 pas arası, 19 top uzaklaştırması ve 6 şut bloklaması vardı. 45 kez de rakibin topunu çalmayı başarabilmişti.
Hücum
Mourinho’nun takımı olunca savunmadan uzun uzun bahsettik. Oysa Manchester United’da oyunun hücum yönü daha çok umursanır. Sir Alex Ferguson’ın hanedanlığında taraftarlar, özellikle evlerindeki maçlarda rakibi boğan, tempolu, oyunu domine eden bir takım görmeye alıştılar. Onun emekliliğinden sonra yerini alan isimlerden de beklenti farklı olmadı. Sonuç olarak hem David Moyes’un hem de Louis van Gaal’ın başını yiyen aldıkları yetersiz sonuçlar kadar, sürdüremedikleri hücum futbolu geleneği de oldu. Mourinho konusunda da taraftarların yüzlerini en çok ekşiten mesele yine gol yollarındaki durgunluk.
Aslında Mourinho hücumdaki eksiklikleri dikkate alarak yaz transfer döneminde kadroyu ağır toplarla donattı. Pogba’nin yaratıcı pasları ve uzaktan şutları, Zlatan’ın golcü kimliği ve Mkhitaryan’ın hücum aktiviteleri United cephaneliğine katıldı. Kadrodaki genç hücumcular Rashford ve Martial’a ek olarak Mata, Lingaard ve elbette takımın efsane ismi Wayne Rooney’in varlığı gerekli kadro genişliğini de sağlıyordu. Kadrodaki bir diğer kariyerli isim Bastian Schweinsteiger çabuk gözden çıkarılsa da ligin gediklilerinden Fellaini’nin sürpriz kafa golleri hala hesaba katılabilirdi. Valencia ve Shaw gibi hücumcu beklerin varlığı da kayda değerdi. Depay, Premier Lig’e uyum sağlayamayıp sezon ortasında gönderilse de Ashley Young rotasyondaydı.
Fakat Mourinho da United’ın hücumdaki dertlerine derman olamadı. Ağustos başındaki Community Shield maçında Leicester galibiyeti ve sezonun ilk 3 maçından çıkarılan 9 puan olumlu sinyaller verse de takımın hücumlarındaki tutukluk kendini hissettiriyordu. Zlatan’ın golleri puanları getiriyordu. Kadro uyumunun artmasıyla pürüzlerin giderileceği değerlendirmeli yapılıyordu. Fakat Eylül ayındaki City mağlubiyeti ve hemen ertesi haftaki Watford yenilgisi kaşların çatılmasına sebep oldu.
Ardından felaket bir Ekim ayı geçirdiler. 4 maçta 3 beraberlik ve 4-0’lık Chelsea yenilgisi ile yalnızca 3 puan toplayabilen Mourinho’nun takımı, bir ay boyunca tek bir kez fileleri havalandırabildi. Zlatan da susunca takım işlemez olmuştu. Homurtular artıyordu.
Kasım ayında 18 maçlık yenilmezlik serisinin tohumları atılmış olmasına rağmen United hücumları beklenen seviyede değildi. İşler yoluna girme eğilimi gösteriyor olsa da beraberliklerin sayısı fazla, galibiyetler ise az gollüydü. Zlatan’ın takımı sırtladığını, Pogba’nın çok yavaşça fiyat etiketinin baskısını kırmaya başladığını izledik. Bir parlayıp bir sönen Mkhitaryan, Rashford ve Martial’ın performansları beklentilerin altında kalırken, Mata giderek yükselen formuyla takımın en iyilerinden biri olarak sivrildi.
Özetle Manchester United, Zlatan attıkça kazandı. Zlatan dışında hücum hattındaki neredeyse herkesin farklı pozisyonlarda oynadığını gördük. Ayrıca oynayan isimler de beklenenden daha sıklıkla değişti. Ligde 15 gol atan Zlatan’a en çok yaklaşan isim 6 golle Mata oldu. Pogba değiştirdiği saç stili kadar gol atamadı. Ligdeki katkısı 4 golde kaldı. Mkhitaryan, Martial, Rashford üçlüsü şans bulduklarında 3’er golle çorbaya ancak tuz atabildiler. Kaptan Rooney’in 2 golü eleştirilerin fitilini ateşledi.
Takım olarak çoğu zaman izleyenleri tatmin etmeyen tutuk bir hücum futbolu sergilediler. 27 maçta 42 golle ligin en golcü takımı Liverpool’dan (61 gol) çok uzak kaldılar. Bournemouth’la aynı gol sayısına sahip olmaları ne kadar sönük bir sezon geçirdiklerini belli ediyor. %55 topa sahip olma oranıyla City (%58) ve Liverpool’un (%56) hemen ardında olmalarına ve %85 isabetle ligin en isabetli pas atan takımı olmalarına rağmen heyecan veren hücumları bir türlü gerçekleştiremediler.
Rakipleri karşısında topa sahip olmakta güçlük çekmeyen ve isabetli pas oranıyla göz dolduran United, bir türlü bu meziyetlerini güzel oyuna ve bol gole dönüştüremedi. Bu noktada, sıklıkla değişen kadro seçimlerine, buna bağlı olarak bir türlü yerleşemeyen takım uyumu ve ağır işleyen pas trafiğine dikkat çekmek gerekiyor.
Manchester United ileride Zlatan ile oynarken, rakiplerine korku salacak kadar hızlı hücum edemiyor. Sıklıkla yerleşik savunmalara hücum etmenin handikabını yaşıyorlar. Topsuz alan oyununda da yeteri kadar hareketli oyuncu olduğunu söyleyemeyiz. Ceza sahası içinden ve dışından en çok şut bulan ikinci takım olmalarına rağmen gol sayılarının azlığı, bitiricilik ve doğru şut tercihlerine dair problemler yaşadıklarının belirtisi. Hücumların Zlatan odaklı olması, onu 110 şut denemesi ile ligin zirvesine taşıyor. Yüksek sayıdaki şut denemesine rağmen 15 golle gol krallığında 5. sırada olması, United hücumlarının verimsizliğini gösteren bir diğer detay olarak karşımıza çıkıyor.
Duran toplardan sezon başından beri yalnızca 8 gol bulmaları da işlerini kolaylaştırmıyor. Ligin en verimsiz duran top kullanan 3. takımı konumundalar. Kadrosunda Zlatan, Fellaini, Smalling gibi uzun oyuncular bulunan bir takım için bu rakam çok düşük kalıyor.
Tüm bu olumsuzluklar rakibin kilidini açmalarını zorlaştırıyor. Dolayısıyla Stoke, Hull, Bornemouth, Burnley, West Ham gibi maçlarda eşitliği bozamayarak şampiyonluk için çok kritik puanlar bıraktılar. Büyük maçlarda savunmaya ağırlık verip, cılız hücumlarıyla rakiplerine boyun eğdirememeleri de puan tablosunda ellerini zayıflatan bir diğer etken oldu. Chelsea ve City’e yenilirken, Arsenal ile berabere kaldılar. Liverpool ile iki kez oynayıp yenişemediler. Puan tablosunun üst sıralarından yalnızca Tottenham’ı Old Trafford’da oynadıkları maçta tek golle devirebildiler.
Son Söz
İnce hesapların yapıldığı haftalara geldik. Şimdiye değin 27 maçta 52 puan toplayan United’ın bir basamak üstünde, 2 maç fazlası ile 56 puanı bulunan Liverpool yer alıyor. 50 puanlı Arsenal ise bir alt sırada, pusuda bekliyor.
Mourinho’nun uykularını kaçıracak bir fikstürleri var. City, Arsenal ve Tottenham ile deplasmanda oynayacaklar. Ayrıca evlerindeki Chelsea maçı da onlar açısından sezonun ilk yarısındaki 4-0’lık ağır yenilginin rövanşı niteliğinde olacak. Deyim yerindeyse 6 puan değerinde ve takımın seviyesini tespit etmek adına belirleyici nitelikte maçlar onları bekliyor.
Gelecek haftalarda Mourinho’nun savunmada işleri sıkı tutmayı sürdürmesi gerekiyor. Bunun için merkezde ideal bir savunma ikilisi tayin etmesi fayda sağlayacaktır. O bölgede istikrarlı bir ikilinin kurulması, özellikle üst sıradaki takımlarla oynanacak maçlarda büyük önem arz edecektir.
Hücumda ise futbolseverler, doğal olarak Pogba’nın sorumluluk alarak sezonun kaderine etki etmesini bekleyecek. United bu kadar Zlatan odaklı hücum ederken, onun gollerine devam etmesi de büyük önem taşıyor. Ayrıca Mata’nın hem pas trafiğinde üstlendiği rol, hem de golleri fark yaratabilir. Arkadaşlarına şanslar yaratmak için ileriye dönük riskli paslar denemesine rağmen pas isabet oranının %90 oluşu, topun dolaşımı açısından çok değerli.
Hücum hattının diğer parçaları, her an sürpriz katkılar verebilecek yetenek ve potansiyele sahip olsalar da şimdiye kadar lig mücadelesinde belirleyici olamadılar. Bunu değiştirmek için önlerinde 11 kritik maç var.
United sezonun dörtte birinden fazlasını henüz oynamadı. Hala taşları yerinden oynatabilirler. Bu yolda ilk sınavları cumartesi günü oynanacak West Bromwich Albion maçı olacak. Zlatan ve Herrera cezalı, Pogba’nın sağlık durumu da belirsizliğini koruyor. WBA, tam 19 golle duran topları en iyi değerlendiren takım. Ayrıca takımın başında Tony Pulis’in olması, takım savunmalarına en büyük kefil.
Manchester United halen evinde kiminle oynarsa oynasın favori olabilecek kadar güçlü bir takım. Ancak önemli eksikler 3 puana giden yolda yeni zorluklar olarak karşılarına çıkacaktır. Zaten kalan haftalarda Premier Lig’de kolay bir maç beklemek saflık olur.
*Yazıda belirtilen istatistîki veriler Squawka‘dan elde edilmiştir.