Barcelona’nın Madridleştirilmesi

barcelona

Amerika’nın Keşfi

1

“Barcelona evrensel bir kulüptür. Ancak dünya büyük bir yer ve biz şu anda çok küçük bir kısmını kaplıyoruz.”

Bu sözler Barcelona başkanı Josep Bartomeu’ya ait. Geçtiğimiz Eylül ayında Barcelona, New York’taki ilk ofisini açtı. Kulüp yöneticilerinin kaldığı Waldorf Astoria’nın önünde Barcelona bayrağı Amerikan bayrağıyla birlikte dalgalandı. Gece, Empire State binası kulübün renkleri olan kırmızı ve mavi renklerle aydınlatıldı. Kulübün tarihinde iz bırakmış oyunculardan Ronaldinho sürpriz yaparak bir okulda şaşkın suratlarla bu sürprizi karşılayan çocuklarla futbol oynadı. Bartomeu, “Taraftarlarımıza daha yakın olmak istiyoruz.” diye konuştu .

Bartomeu’nun 2014 yılında başkanlığa seçildiğinden beri iki hedefi vardı : kulübün global itibarını adeta parlatmak ve ardından para kazanmak için bu itibarı kullanmak. Barcelona’yı tarihte 1 milyar gelire sahip olan ilk kulüp haline getirmek. Bu da Bartomeu’nun belirttiği gibi kulüp zaten İspanya’da yeterince para kazandığı için uluslararası marketten gelen para ile sağlanacaktı.

New York, Hong Kong’tan sonra Barcelona’nın ülke dışındaki ikinci üssü ve Barcelona markasını Kuzey Amerika’ya yayma planının bir parçası. Amerika ve Kanada’da bir çok Barcelona Futbol Okulu kuruldu ve Harvard Business School’da Bartomeu bizzat kendisi video link ile dersler verdi. Öğrencilere “ Dünyada en takdir edilen, beğenilen kulüp olmayı umuyoruz.” Diye konuştu. Bu sene Shanghai ve Sao Paulo’da iki ofisin daha açılması planlanıyor.

Tüm bu gelişmelerin yanı sıra kulübün ticari departmanı yeni gelirler için farklı yollar keşfetme uğraşında. Örneğin; mimarlıktan psikolojiye bir çok departmanda FC Barcelona Üniversitesi’nden yeterlilik belgesi alabilirsiniz. Bir şişe FC Barcelona Tempranillo kırmızı şarabı alabilirsiniz. Hatta ve hatta herhangi bir event için Barcelona takım otobüsünü bile kiralayabilirsiniz. 20. Yüzyıl başlarında Joan Gamper tarafından Katalan bölgesi kimliğini yansıtması için kurulan Barcelona Futbol Kulübü artık global bir marka haline gelmiş durumda.

DEĞİŞİM  RÜZGARLARI

Joan Laporta, 2003-2010 yılları arasında kulübün başkanlığını yaptı ve belki de kulüp tarihindeki en büyük dönüşümlerden birini sağlamış oldu. Görevi devraldığında takım sezonu 6. Sırada tamamlamıştı ki bu da 1980’den beri kulüp tarihinin en kötü sezon sonu sıralamasıydı. Gelecek üç sene içerisinde Frank Rijkaard Barcelona’ya tarihinin ilk Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kazandırdı. O ayrıldığında ise Jose Mourinho fikrini reddederek takımın başına Pep Guardiola’yı getirmek yine Laporte’nin kararıydı. Taraftarların önemli bir bölümü için aslında Laporta dönemi kulübün eski güzel günlere dönüşünün simgesiydi. Kulübün efsane isimlerinden Johan Cruyff’u onursal başkan sıfatıyla tekrar kulübe kazandırdı, La Masia’ya büyük yatırımlar yaptı ve en önemlisi futbolu Cruyff gibi oynamaya inandı : alt yaş kategorilerinden A takıma kadar bütün takımlarda uygulanacak olan hızlı paslaşmaya dayalı sistem. Birkaç yıl içerisinde Barcelona tüm dünyayı bu oyunuyla ve başarılarıyla kendine hayran etmeyi başardı. Ancak 2010 yılında başkanlığa daha önce Laporte’nin başkan yardımcısı olarak görev yapan Sandro Rosell geldi ve kulübün geleceği için farklı bir vizyon ortaya koydu. Nike firmasında yönetici olarak da görev yapmış biri olarak Rosell, Barcelona’nın global pazarın gerçekleriyle yüzleşmesi gerektiğini aksi takdirde diğer kulüplerin gerisinde kalacağını savundu. Laporta’yı kulübü ağır borçlar altında bırakmakla suçladı ve dünyanın en iyi oyuncularını kulübe getirmek için diğerleriyle yarışabilecek çok sağlam bir finansal modelin sözünü verdi. Toplamda 120 Milyon Pound’a mal olan Neymar ve Suarez transferleri Barcelona’ya tarihin en çok korkulan hücum hattını kazandırdı.

2014 yılında Rosell görevden ayrıldı ve onun da dostu olan Bartomeu göreve geldi. Enrique’nin Barcelona’sı 2015’te üç kupa kazandı ve geçtiğimiz sezon da iki kupayla kapatıldı. Ancak bu sezon işler biraz yolunda değil gibi. Detaylı bir inceleme yapıldığında Suarez dışında Barcelona’nın son dönem transferleri genel olarak bir başarısızlıkla sonuçlandı diyebiliriz. Arda Turan, Andre Gomes, Paco Alcacer, Aleix Vidal gibi transferler takımda istenilen etkiyi yaratamadı ve takımda uzun süredir başarıyla görev yapmış olan Dani Alves gibi bir ismin de yerini çok iyi dolduramadan ayrılmasına izin verilmesi transferde yapılan başka bir hataydı. Bunun sonucunda da hala bir çok takımı yenebilecek güçte olan ancak gününde olmadığında şok sonuçlar alabilecek bir Barcelona ortaya çıktı.

Bunun yanı sıra futbolcu fabrikası La Masia’da da kaynaklar tükeniyor gibi. Tata Martino gibi Luis Enrique de bazı taraftarlar tarafından akademiyi pek önemsemediği yönünde suçlandı ancak Enrique üç sezonluk periyotta tam 16 La Masia mezununa A takımda şans verdi. Rafinha ve Munir gibi oyuncular göze girmeyi ve yerlerini korumayı başarsalar da önemli bir çoğunluk herhangi bir etki yaratamadı. Geleceği parlak olarak görülen Alex Grimaldo ve Gerard Deulofeu gibi oyuncuların ayrılmasına izin verildi. Bunun sonucunda da Barcelona Messi, Suarez, Neymar, Iniesta, Busquets ve Pique gibi isimlere giderek daha da çok bağımlı olmaya başladı.

Tüm bu olumsuz sayılabilecek gelişmelere rağmen Barcelonalıları memnun edecek gelişmeler de yaşanıyor. En son açıklanan Deloitte Para Ligi’nde Barcelona, Deloitte bu listeleri hazırlamaya başladığından beri ilk defa gelirler anlamında Real Madrid’i geride bırakmayı başardı. 620 Milyon Euro gelir elde eden kulüp şimdilik Bartomeu’nun 1 Milyar Euro barajına biraz uzak olsa da bu alanda muhteşem bir ivme yakaladı diyebiliriz.

O zaman 2017’de Barcelona’yı şöyle özetleyebiliriz : yapılan başarısız transferlerle birlikte dengesiz ama birkaç dünya yıldızının taşıdığı bir kadro, ihmal edilmiş sayılabilecek bir akademi ve emsali görülmemiş bir finansal başarı. Bu size kimi hatırlatıyor?

Modern Futbol ve Süperkulüpler

2

Modern Barcelona’yı anlamak için modern Real Madrid’i anlamanız gerek. İkisini de anlamak için de Manchester United’ı anlamak gerek. 90’lı yıllarda Manchester United sadece İngiliz futbolunu domine etmekle kalmadı aynı zamanda gelir yaratma konusunda futbol kulüplerinin bakış açısını değiştirdi. Asya’ya açılan ilk kulüp oldular, “corporate hospitality” denilen çeşitli organizasyonlar ve eventler sayesinde taraftarla sürekli iç içe olarak buradan gelirler üretme fikrini uygulayan ilk kulüp oldular aynı zamanda bir televizyon kanalı kuran da ilk kulüp oldular. Yeni yüzyılın başında dünyanın en zengin kulübüydüler artık.

Florentino Perez, Luis Figo’yu takıma kazandırma vaadiyle 2000 yılında Real Madrid başkanlığına seçildi. Takip eden yıllarda “galacticos” adı verilen dönem başladı ve kulüp tarihin en önemli atılımlarından birini gerçekleştirdi. Art arda dört yaz transfer döneminde Figo, Zinedine Zidane, Ronaldo ve David Beckham gibi isimler toplamda 218 Milyon Euro gibi bir bedelle Bernabeu’nun yolunu tuttu. Sonraki sezonlarda bu oyuncuları Kaka, Cristiano Ronaldo, Gareth Bale ve James Rodriguez takip etti. Manchester United geçen yaz Pogba’yı transfer ettiğinde Real Madrid’in 16 yıldır elinde bulundurduğu transfer rekorunu kırmış oldu.

United yol açıcı olarak tanımlanabilir ama bir futbol kulübünün adeta bir “içerik sağlayıcı” olarak yeniden tanımlanması ve futbolun kendisinin bir eğlence sektörü olarak görülmesi konusunda Real Madrid herkesin önüne geçti. “En iyi oyuncular onlar için ödenen paraları zaten kulübe kazandırır. En iyi performansları ve gösterileri ortaya koyarlar. Real Madrid bir markadır ve ürün – oyuncular ve maçlar – içeriğin kendisidir. Yaptığımız her şey bunun sonucudur.” İşte Real Madrid modelini tanımlayan bu sözler kulübün pazarlama sorumlusu Jose Angel Sanchez’e ait.

33

2003’te David Beckham Real Madrid’in yeni transferi olarak tanıtıldığında basın toplantısı, Asya kıtasında bulunan ülkelerin de akşam haberlerinde yer alması için yerel saatle öğleden önce 11’de yapılmıştı. Bu yayın Prenses Diana’nın cenaze töreninden sonra tarihte en çok izlenen ikinci televizyon canlı yayını oldu. Bunun üzerine ismi açıklanmayan bir yönetici, “Bu, Beckham’ın temsil ettiği şey bakımından bir dönüm noktasıydı. Onun gelişi, gösterinin yani işin show kısmının bizim için oyunun kendisinden daha önemli olduğunun bilimsel kanıtıydı.” Şeklinde konuşmuştu.

Ancak özellikle bu hücum oyuncularının transferi takımı inanılmaz derecede dengesiz bir şekle soktu. Perez’in ne pahasına olursa olsun bu hücum oyuncularını kadroya katması bir çok hocanın ayrılmasına neden oldu. Orta seviyedeki oyuncular bu “galacticos” şeklinde tanımlanabilecek oyunculara ayrıcalıklı davranılması yönünde şikayetlere başladı ve bir çoğu da takımdan gönderildi. Sonuç olarak takım 1950’lerin başından beri ilk defa arka arkaya üç sezonu kupa alamadan tamamladı. Bu arada külünün antrenman tesisleri daha çok harcama yapılabilmesi için satıldı.

Yazarlar gazetelerde “Real Madrid’in bir oyun planı yok. Bu asıl sporu ikincil bir role iten ticari bir fikrin ürünüdür. Çok büyük paralar harcanarak yıldızlar transfer ediliyor ama bir takım oluşturulamıyor. Takımdan ziyade ortada hayal kırıklığı yaratan bir mozaik var.” Şekline yazmaya başladılar. Real Madrid bu düşüşü yaşarken Barcelona adeta küllerinden doğdu. Rijkaard 2006’da takıma ikinci Şampiyonlar Ligi’ni kazandırdı. İki yıl sonra Pep Guardiola göreve getirildi ve o da iki Şampiyonlar Ligi zaferi yaşadı. Guardiola’nın takımı tüm kupaları süpürürken bunu organik yeteneğin, lokalizmin bir zaferi olarak ve galactico ideolojisine karşı adeta bir tokat gibi görmek mümkündü. Tıpkı Cruyff ve Laporta’nın öngördüğü ve planladığı gibi.

Ancak saha dışında bunlardan oldukça farklı şeyler yaşanıyordu. 2003’te Laporta göreve geldiğinde kulüp çok büyük sorunlarla karşı karşıyaydı. Oyuncu maaşları toplam gelirin yüzde 88 gibi büyük bir kısmını kapsıyordu. Manchester United bir hazırlık karşılaşasından 2 Milyon Euro gelir elde edebilirken Barcelona sadece 300 Bin Euro kazanıyordu. Durum böyleyken Rijkaard ve Guardiola sayesinde La Masia mezunları bir bir kadroya dahil edilirken Laporta, Barcelona’yı ticari bir makine haline getirmekle meşguldü. Kulübün borç ödemelerini yeniden yapılandırdı. Kulübün üye sayısını yüzde 60 artıran bir üyelik sistemi ortaya çıkarıldı. Diğer taraftan da bir şans sunulduğunda o da kendi galacticolarını takıma katmaktan çekilmedi. 2003’te Rosell’in Nike bağlantılarının da kullanılmasıyla Ronaldinho takıma kazandırıldı. Gelecek seneler Samuel Eto’o, Thierry Henry ve Zlatan Ibrahimovic gibi isimler Barcelona forması giydi.
4

Real Madrid’deki durumun aksine Barcelona’da tüm bunlar aslında bir idealizm maskesi altında yapıldı. Barcelona çok para harcayacaktı ama başkan yardımcısı Ferran Soriano’nun da belirttiği gibi bunu spor arenasının ötesinde topluma karşı bir sorumluluk ile gerçekleştireceklerdi. 2006’da Barcelona Unicef’i forma “sponsoru” yaparak bu organizasyona logolarını taşımaları için 7 Milyon Euro ödedi. Aynı zamanda sağlam bir ayrılma yanlısı olan Laporta, Barcelona’yı Katalan bağımsızlık hareketinde taraf haline getirdi. Rosell geldiğinde işler değişti. Unicef logosu formanın ön tarafından kaldırılarak arka kısmında küçük bir hale getirildi. Qatar Foundation ve Qatar Airways gibi markalarla sponsorluk anlaşmaları imzalandı. Laporta’nın aksine, 2015’te Katalonya bölgesinde gerçekleştirilen referandumda Bartomeu hiçbir şekilde bu işlerle ilgilenmedi. Referandumla ilgili fikir dahi belirtmedi ve “Biz hep spor üzerine konuştuk. Bu tarz kampanyaların içinde olmayacağız.” Dedi. Bartomeu bu tarz işler yerine vizyonunu hep daha geniş tuttu. Bir sonraki projesi Camp Nou’nun kapasitesini 97.000’den 105.000’e getirerek VIP koltukların sayısını 1.800’den 10.000’e çıkarmak. İlk defa stadyumun isim hakları rekor bir bedelle satılacak. Mutlaka karşı çıkanlar olacak ama Bartomeu’ya göre Barcelona’yı dünya futbolunda en üst seviyede tutmak için ticarileştirilme ve pazarlama bir opsiyon değil, zorunluluk. Akıllara da hemen şu soru geliyor: Barcelona var olabilmek için mi para kazanıyor, yoksa para kazanmak için mi var?

Yöneticiler bize finansal başarının ve sportif başarının birbiriyle çok sıkı bir şekilde bağlantılı olduğunu ve bir çeşit döngüde birbirlerini beslediklerini söylemeyi sever. Futbolda kazan. Para kazan. Oyuncu almak için bu parayı kullan. Futbolda daha fazla kazan. Tabii ki böyle söyleyecekler. Bu, onların para hırsı için kusursuz bir doğrulama, haklılık sağlıyor ve herhangi bir Powerpoint sunumunda muhteşem görünüyor. Ancak futbolun en üst seviyesinde bu ilişki bundan çok daha karmaşık bir vaziyettedir. Barcelona’nın misyonunu belki de en iyi özetleyen cümleler Financial Times için yapılan bir röportajda Bartomeu tarafından söylenmişti : “Geçmişte kulüplerin büyümesi için gereken formül şöyleydi : Sportif başarı sosyal başarıyı getirir ve o da ekonomik başarı olarak döner. Ancak biz her şeyin kazanmaya veya kaybetmeye bağlı olmadığı bir şekilde gelişmek istiyoruz. Biz, kulübün bir başarısızlık olduğunda bile dünyada bir referans olarak kalmasından emin olmak istiyoruz.”  Son cümleye tekrar bir bakın ve Bartomeu’nun neyi hedeflediği hakkında tekrar bir düşünün. Esas olarak modern futbol kulüplerinin  asıl fonksiyonunun kazanmak olmadığını tam aksine kaybetme durumuna karşı kendini sigortalamak olduğunu kabul ediyor. Tabii ki Bartomeu Barcelona’nın kazanmasına veya kaybetmesine karşı kayıtsız değildir. Ancak bir iş adamı gözüyle bunun problem yaratmamasını tercih ediyor.

Bu, sporun her kademesinde yatan bir vizyon. Tüm spor karşılaşmaları bünyesinde belirsizlik elementini barındırır. Topun yuvarlak olması, kura şansı gibi. Diğer yandan form, fitness gibi beşeri yani insana özgü durumlar. Kötü oyna ama kazan sonuç olarak üç puanı alırsın. İyi oyna ve kaybet hiç bir şey alamazsın. İstediğin kadar iyi hazırlan ve projen için istediğin kadar para harca bu durumda hiçbir garanti yoktur. Başarılı şirketler bundan nefret eder. Bu belirsizlik yatırımcılar için, market için ve bu sektör için kötü bir şeydir. İşte bu yüzden modern süperkulüpler her fırsatta sportif riski ortadan kaldırma konusunda çok isteklidir. Gelirleri maksimize etmek, kusursuz gizli operasyonlar yürütmek ya da Şampiyonlar Ligi formatlarının kendi çıkarları yönünde düzenlenmesini sağlamak gibi eylemlerde bulunulur. Mesela Bartomeu, otomatik olarak Şampiyonlar Ligi’ne katılamayan büyük kulüpler için basketboldaki gibi “wild card” uygulaması fikrine sıcak bakıyor. Saha içinde bu riskleri ortadan kaldıramazsınız ama saha dışında buna çok yaklaşabilirsiniz. Barcelona kendisine önümüzdeki seneler boyunca kupalar kazandıracak finansal gücü sağlamayı başardı. Ama bilerek ya da bilmeyerek onlar da Real Madrid’in seneler önce yaşadığı yükselme ve ardından düşüş gibi bir döngüye inandılar.

5

Modern süperkulüp durmak nedir bilmeyen bir olgudur. Showu devam ettirebilmek için kendini yeniden keşfetmeli, neredeyse sürekli bir geçiş halinde olmalı. Her transfer dönemi taktisel sisteme uysun ya da uymasın, soyunma odasındaki uyumu bozsun ya da bozmasın yıldız oyuncular için yeni talepler getirecek. Taraftarlar ve medya tarafından yaratılan baskı hızlı çözüm yolları bulmaya sevkedecek. Sonuç olarak bu bir eğlence ürünü.

Madrid bunu keşfetmişti. Şimdi de Barcelona keşfediyor. Bazı sezonlar her şeyi kazanacaklar bazı sezonlar ise hiçbir şey kazanamayacaklar. Ancak kulüp akıllıca yönetildiği sürece kötü dönemler bile göreceli bir başarı teşkil edecek.

Kaynak : Telegraph UK
Grafikler telegraph.co.uk’den alınmıştır.