Dünya 90’larda olduğu gibi değil. Bu hepimizin, hayatımızın her alanında gözlemleyebileceği bir gerçek. Futbol da konu değişim olduğunda, bir istisna oluşturmuyor. Oynanan oyun değiştiği gibi futbolun finansmanı da değişiyor. Hangisinin hangisini tetiklediği, benim herhangi bir tespit yapma gafletine düşmeyeceğim kadar karmaşık bir mesele. Ama kesin olan şu ki futbol artık çok fazla paranın döndüğü bir endüstri ve her geçen gün bunun farkına varan yatırımcı sayısı artıyor. Hatta futbola yapılan yatırımın boyutu kadar, yatırımı yapanın profili de değişim gösteriyor.
Artık büyük balıklar oyunda. Kulüp sahiplerinin profili yerel fabrika sahiplerinden, zarar etmeyi umursamayan dev iş adamlarına, Orta doğulu petrol zengini hanedanlıklara, Uzak doğulu yatırım fonlarına ve çeşitli özel sermaye fonlarına eviriliyor. Futbolda başarı ölçütü, para birimlerinin dâhil olduğu cümlelerle ifade ediliyor. Kulübü yönetenlerin taraftarın mı yoksa yatırımcısının mı takdirini kazanmak için çalıştığı sorgulanır hale geldi, geliyor.
Taraftar ve Kulüp Sahipleri Arasındaki Fikir Ayrılıkları Artıyor
Türk futbolu, yukarıda bahsettiklerimin etkisiyle henüz tam olarak tanışmasa da Premier Ligi takip edenlerimiz, yatırımcıların etkisinin futbolda ne denli belirleyici olduğunu fark edebilir. Son örnek Hull City taraftarı ile sahipleri arasında yaşandı. Takım geçen sezon Premier Lig’e çıkmayı başardı. Ancak Mayıs ayından Ağustos ayına kadar geçen sürede kulüp sahipleri ile taraftarın arası giderek açıldı. Taraftarlar, geçen yılın Premier Lig şampiyonu Leicester City ile oynadıkları sezonun açılış maçında, kulübün yönetilme biçimini protesto ettiler. Yıllarını adadıkları kulüplerinin, kar odaklı yönetilmesini, her maç stada gelen taraftarın taleplerine göre değil, ekran başındaki milyonlarca potansiyel izleyicinin talep ve tercihlerine göre şekillenmesini kabullenemiyorlar.
Hull City ilk örnek değil ve kesinlikle sonuncusu da olmayacaktır. Bilet fiyatlarından kulübün amblemine veya takımın başında kimin olacağına, transfer tercihlerine, kulübün üyelik programlarına kadar geniş bir yelpazede, taraftar ve yatırımcıların fikir ayrılıkları süregeliyor. Benzer konulardaki uyuşmazlıkları yakın geçmişte Manchester United ve Liverpool kulüpleri de yaşadı.
Artık kulüpler, profesyonel yöneticilerce yönetiliyor. Ancak işleri belki de hiç olmadığı kadar zor. Şöyle ki, günümüzde sermaye yatırımı alan bir kulübün yöneticisinin, stadyumdaki taraftarının isteklerini ve yatırımcıların kar beklentisi uzlaştırması gerekiyor. Bununla da kalmayıp finansal başarı motivasyonuyla kulübün dünya üzerindeki bilinirliğini ve itibarını yönetmesi ve hatta bir endüstri olarak futbolun dahi popülerliğini düşünerek kararlar alması gerekiyor.
Sermaye çekmiş hiç bir kulüp artık tribünleri dolduran 40-50 bin kişinin isteklerine dayalı kararlar alma lüksüne sahip değil. Kulübün kökleri Londra’nın bir semtine dayanıyor olabilir ancak artık sadece onlar için oynamıyorlar. Çünkü futbol, sihirli kutu televizyonla çok daha büyük kitlelere ulaşıyor. Şimdilerde her zamankinden de fazla. Oradaki “müşterilerinin” memnuniyetini ve ilgisini dikkate alıyorlar. Çünkü hem kendi kulüpleri hem de dâhil oldukları futbol endüstrisi, o kitlelerin ilgisi ve beğenisine muhtaç. Çünkü yatırımcılar o kitleleri potansiyel pazarlar olarak değerlendirip paralarını yatırıyorlar. Her şey grafikler, istatistikler, simülasyonlar, kar beklentileri, ulaşılan veya ulaşılamayan finansal hedefler üzerinden yürüyor.
Peki ne oldu da değişik profillerden yatırımcılar futbola bu denli ilgi duymaya başladılar? Sektöre yatırılan paralar neden bu denli arttı?
Cevap haliyle şaşırtıcı olmaktan uzak. Herhangi bir konuda herhangi bir yatırımcıyı çeken ne ise, futbola çeken de o oldu. Hesaplanabilir riskler altında kar etme beklentisi. Daha kısa şekilde ifade etmek gerekirse, düpedüz para.
Futbol konusunda yıllardır kapsamlı araştırmalar yapan, uluslararası prestije sahip danışmanlık ve denetim firması Deloitte’nin bu yıl 25’incisi yayınlanan Yıllık Finansal Futbol Değerlendirmesi, yatırımcıların futbolu neden cazip bulduğuna dair oldukça kapsamlı ipuçları sunuyor. Raporun İngilizce dışında Çince versiyonunun da yayınlanması ise Asya kıtasında futbolun finansal yönüne dair merakın arttığını gösteren, başlı başına bir veri.
Değerlendirmenin öne çıkan başlıkları arasından özellikle ilgimi çeken bazılarını sıralamak, futbolun finansal anlamda ne denli büyüdüğünü gözler önüne sermek açısından en kestirme yol.
- 2014-2015 sezonunda, Avrupa’nın 5 büyük liginin toplam geliri 12 milyar Euro oldu. Bu liglerden dördü, önceki sezona göre gelir artışı gösterdi. (Ligue 1, düşen ticari gelirleri ve Monaco’nun büyük sponsorluk anlaşmasının yenilenmemesi nedeniyle gelirini arttıramadı.)
- 2016-2017 sezonunda Avrupa futbol pazarının 25 milyar Euro sınırını aşması bekleniyor. (2015-2016 sezonunda 22 milyardı.) Avrupa’nın 5 büyük liginin, bu miktar içerisinde 15 milyarı aşan bir payı olacağı düşünülüyor.
- 2016-2017 sezonu itibariyle, Premier Lig’in toplam gelirinin 4.3 milyar Pound’un üzerine çıkacağı öngörülüyor. Bu tahmin, geçen sezona göre ligin gelirlerinde %20’lik bir büyüme beklendiği anlamına geliyor.
- Premier Lig, maç günü ve yayıncılık gelirleri ile ticari gelirlerde, Avrupa’daki diğer 4 büyük ligin önünde, ilk sırada yer alıyor.
- Bir Premier Lig kulübünün ortalama geliri sadece 5 yıl öncesine göre %65 artmış durumda.
2015 yılında, 20 Premier Lig kulübünden 17’si, toplamda 718 milyon Euro kar sağladı. Bu tutar, 2012-2013 sezonunda gerçekleşen 96 milyon Euro’luk toplam karın tam 7 katına tekabül ediyor. - 5.2 milyar Pound tutarındaki devasa yurt içi yayın hakları sözleşmesi, 2016-2017 sezonundaki her bir maçın değerini 10.2 milyon Pound seviyesine çıkardı. Bu hesaplamayla bu sezonun henüz ikinci maçının devre arası itibariyle, 25 yıl önce ligin toplam yayın geliri geçilmiş oluyor.
Özetle futbol artık daha çok kazanıyor, kazandırıyor. Dolayısıyla yatırımcılar böylesine büyük bir ekonomik potansiyeli çok daha fazla dikkate alıyorlar.
Risklerin giderek azalması da yatırımcıların iştahını kabartan bir diğer unsur. Örnek vermek gerekirse, yeni sezon öncesinde dilimizden düşmeyen Premier Lig’in 5.2 milyar Pound değerindeki dev yayıncılık anlaşması, kulüplerin önümüzdeki 5 yıl boyunca, yılda ortalama 130 milyon Poundluk bir geliri ceplerine koymasını garanti ediyor. Ligin hemen hemen her ülkede yayınlanıyor oluşu ise, kulüpleri global düzeyde sergilediği için Premier Lig takımlarının popülerliğine de doğrudan etki ediyor. Dolayısıyla ticari faaliyetler de maçların yayınlandığı coğrafyalarda daha büyük kazançlar vadediyor. 2015 yılında, ligdeki 20 takımın toplam ticari gelirinin %10 oranında büyüdüğünü hesaba kattığımızda, gelecekte bu alandaki artışların kimseyi şaşırtmaması gerekiyor.
Yani İngilizler futbollarını pazarlayarak hem daha fazla müşteri hem daha fazla yatırımcı kazanıyorlar. Sonuç olarak futbol, ülkenin ihraç ettiği en önemli ürünlerden birine dönüşüyor.
Sıklıkla İngilizlerden bahsediyor olsak da yatırımcıların ilgisi sadece Ada ile sınırlı kalmıyor. Yakın zamanda şahit olduğumuz gibi, İtalyan takımlarına da yoğun bir ilgi mevcut. İnter, Milan gibi eskinin devleri yeniden şaha kalkabilmek için yabancı yatırımcıların desteğine güveniyor. Moratti ailesi (İnter), Sensi ailesi (Roma) ve Berlusconi (Milan) gibi takımlarıyla özdeşleşmiş kulüp sahipleri, günümüz futbolunun çetin şartlarında rekabet gücünü arttıracak şekilde, finansal açıdan kulübü destekleyemiyorlar. Sonuç olarak, bol sıfırlı çekler karşılığında bayrağı sermaye ve yatırım fonlarına, çeşitli yatırımcılardan oluşan konsorsiyumlara devretmek zorunda kalıyorlar.
Madalyonun Diğer Yüzü
Her sektörde olduğu gibi futbol da kendi içerisinde farklı yatırım fırsatları sunuyor. Ancak tüm sektörde her şeyin güllük gülistanlık olduğu ve her takımın bonkör yatırımcılar tarafından satın alındığı bir ortam oluştuğu şeklinde bir algı yaratmak doğru değil.
Deloitte’nin raporunda Avrupa liglerinin durumları kapsamlı bir şekilde incelenmiş. Öne çıkanlar arasında yatırımcılarda çekince oluşturabilecek bazı veriler de mevcut. Örneğin İtalya’da 2014-2015 sezonunda stadyumların doluluk oranı yalnızca %51 olarak gerçekleşmiş, ki bu oran İngiltere (%96) ve Almanya’nın (%90) oldukça gerisinde. Aynı sezon İspanya, İtalya ve Fransa’nın maç başına seyirci ortalamalarıyla, İngiltere ve Almanya arasında da ortalama 10 binin üzerinde bir fark olduğu görülüyor.
İtalya’da 10 kulüp, gelirlerinin %75’inden fazlasını maaş harcamalarına yönlendiriyor ki bu durum kulüplerin finansal güçlüklerle yüzleşmesine sebep oluyor. Yani bu kulüpler mevcut durumda yatırımcıların ilgi odağı olmaktan uzaklar diyebiliriz.
İspanya’da 3 büyük kulübün (Barcelona-Real Madrid ve Atletico Madrid) ticari gelirleri, bu alanda La Liga’nın toplamının %86’sına tekabül ediyor. Dolayısıyla bu büyük hegemonyanın, diğer kulüplere olan yatırımcı ilgisini zayıflattığı söylenebilir.
Fransa’da ise PSG’nin yıllık gelirinin (481 milyon Euro), ligde mücadele eden 14 kulübün toplamından fazla olduğunu görüyoruz. Bu kulüplerin gelirleri, rekabet gücünü arttırıp ligde ciddi bir çekişme yaratacak seviyeye çıkmaları için yeterli görünmüyor. Bu durumun ligin pazarlanabilirliğini etkilemesi de olası. Zira Fransa örneğinden çok daha adil bir finansal dağılıma sahip Premier Lig, rekabetin en çetin olduğu lig şeklinde tanımlanıyor. Ve rekabetin, dünya üzerinde izleyiciler tarafından daha çok rağbet gördüğünü söylemek çok da yanlış olmayacak.
Aynı rekabet sorunundan İtalya, İspanya ve Almanya da nasibini alıyor. Dünya genelindeki futbol severlerin çoğunluğu, galibi daha sezon öncesinden kestirilebilen bu liglere daha az ilgi gösteriyorlar. Bunu yapılan yayın hakları anlaşmalarından çıkarabilmek mümkün. Premier Lig’in 2016-2017 sezonu için yaptığı yayın hakları anlaşması, Bundesliga, Serie A ve La Liga’nın yayın anlaşmalarının toplamından daha değerli. Burada İngilizlerin liglerinin marka değerini çok iyi pazarlayabildiklerini görüyoruz. Bunu yapabilmelerinde, ligdeki takımlar arasında çok çekişmeli maçların oynanmasının payı çok büyük.
Sezon öncesinden kimin şampiyon olacağının kolaylıkla tahmin edilememesi de ellerini güçlendiren bir diğer faktör oluyor. Bugün Premier Lig’de en az 6 takımın şampiyonlukta hak iddia edebileceğini ortaya atmak makul. Şampiyonluk yarışı son haftalara, bazen son maça taşınabiliyor. Geçen yıl bu altı arasında da gösterilmeyen Leicester City’nin şampiyon olduğunu hatırlatmakta da fayda var. Diğer 4 büyük Avrupa liginde benzer bir tabloya rastlamak çok olası değil. İspanya’da 3 büyük takım, ligin geri kalanından çok üstün bir performans sergileyerek arayı açıyor ve kendi aralarında bir çekişme içerisine giriyorlar. İtalya, Fransa ve Almanya’da ise son 4-5 yılda olduğu gibi, açık ara en büyük favori haftalar öncesinden şampiyonluğunu ilan ediyor.
Son Söz
Sonuç olarak dünya üzerinde popülerliğini günden güne arttıran futbol, dünyanın çeşitli yerlerinden yatırımcıları Avrupa liglerine çekmeyi sürdürüyor. Yatırımlar kadar, futbolun yatırımcılarına getirilerinin de büyüyeceğini söyleyebiliriz. Özellikle Çin, Hindistan, Amerika gibi kıtalarda da futbola ilginin artmasıyla, yeni pazarlara açılan futbolun küreselleşmesi sürecek. Ancak bu küreselleşme dolayısıyla büyük kulüpler sadece yerel taraftarının değil, uluslararası izleyicilerinin de beklentileri dikkate alınarak yönetilmeye devam edecek. Çünkü kulüplerin ana gelir kaynaklar bu izleyici kitlesinin tercihleriyle şekillenecek.
Bu bakış açısı altında, Real Madrid’in takımı yıldızlarla donatarak ticari gelirlerini ateşlediği ve dünya çapında sadece kulübün değil, futbolun popülerliğini arttıran Las Galacticos projesi daha anlamlı hale geliyor. Manchester United’ın sportif başarısıyla elde ettiği dünya çapındaki itibarının erimesini durdurmak adına yaptığı Mourinho tercihi, İbrahimoviç hamlesi ve bonservis rekoru kıran Pogba transferi, tavan yapan ticari gelirler düşünüldüğünde yerli yerine oturuyor.
Guardiola’nın Manchester City’de koltuğa oturmasının, yönetim üzerinde büyük etkiye sahip olduğu bilinen Manchester United efsanesi Sir Bobby Charlton’un itirazlarına rağmen, Mourinho’nun takımın başına geçmesinde büyük payı var. O noktada Mourinho’nun Old Trafford’a gelmesi herkesin kazandığı bir senaryoyu hayata geçiriyordu. Çünkü Guardiola Mourinho’ya karşı hikayesi satıyor. Bu isimlere Kloop, Wenger, Conte gibi başarılı ve ilginç kişilikli teknik adamların da eklenmesiyle lig daha da pazarlanabilir bir show halini alıyor. Maç önü ve maç sonu basın toplantılarından, oyuncu ve taktiksel tercihlere, transferlere kadar birçok bakımdan ilgi toplayabiliyor.
Manchester United’a ve İngiltere’de futbolun gelişimine hizmetleri sayesinde Sir unvanıyla onurlandırılmış bir diğer isim olan Alex Ferguson’ın, Mourinho tercihinden ne derece memnun olduğunu anlamak için sezonun ilk Manchester derbisinde kameralara yansıyan haline bakmakta fayda var. (Merak edenler buraya tıklayabilir. Ancak şu kadarını söyleyebilirim, skor ve oynanan futbol da düşünüldüğünde haliyle mutlu değil.)
Gerçek şu ki, futbolun 21. yüzyılında verilen her karar, son tahlilde sayısal hesaplamalar üzerinden şekillendiriyor.