2016-2017 Premier Lig sezonu başladı. Teknik direktör değişiklikleri ve rekor transferlerle yeni sezona hazırlanan İngiliz kulüpleri, hepimize heyecan dolu ve çekişmeli bir sezon vadediyor. Herkesin dilinde Pogba’nın dönüşü ve bu dönüşün bedeli olsa da, bu yaz kırılan bir diğer transfer rekoru da ezeli rakip City cephesinden geldi. Everton’un genç savunma oyuncusu John Stones’u 55.6 milyon Euro’ya kadrosuna katan şehrin mavileri, dünyanın en pahalı savunma oyuncusunun* transferini gerçekleştirmiş oldu.
Ben de bu unvanı devralan oyuncuyu daha yakından tanımak istedim. Ayrıca Guardiola’nın onu neden bu kadar ısrarla istediğini ve bu denli yüksek bir bedeli onun için neden ödemiş olabileceği gibi soruların peşine düştüm.
Futbol Akademisi Yılları
Futbola 7 yaşındayken Barnsley Futbol Akademisi’nde adım atan John, burada gösterdiği performansla A takıma kadar yükselmeyi başardı. Barnsley A takım formasını 28 kez giyen oyuncu, sonrasında adını hepimize duyuracağı Everton’ın yolunu tuttu.
John’un gençlik yıllarını araştırdığımda, Barnsley Futbol Akademisi’nde oynarken acı eşiği oldukça düşük bir genç oyuncu olduğunu öğrendim. Akademinin sorumlusu Ronnie Branson: ”sertlik ve sağlamlık zihinsel bir durum olabiliyor. John’la bunu konuşmak zorunda kalmıştık. Çünkü ne zaman bir darbe alsa ilk reaksiyonu sahaya doktor çağırmak oluyordu. Ona, bunu yaptığında sahada bir kişi eksik kaldığımızı söyledik ve sadece ‘şuan bir darbe aldım fakat devam etmeliyim’ düşüncesini kabullenmesini istedik. O sakat numarası yapmıyordu. Yalnızca biraz güçlenmesi gerekiyordu ve güçlendi de.” Branson ayrıca, “hınzır bir espri anlayışı vardı fakat sahadayken tamamen odaklanırdı” diye de ekliyor.
Barnsley’de toplam 12 yıl kalan Stones, bu sürede mental ve fiziksel olarak fazlasıyla gelişim kaydetti. A takıma çıktığında artık acıya ve baskıya karşı bağışıklık kazanmıştı. Burada öğrendikleri, sonrasında Everton forması altında başarılı işler çıkarmasını sağladı ve sonuç olarak dünyanın en pahalı stoperi olarak City kadrosuna katılmasının önünü açtı. Bugün posterleri akademinin duvarlarını süslüyor ve genç futbolcu adaylarına ilham veriyor.
A Takım
2012 yılında Barnsley A takımına yükseldi ve hemen göze girip formayı kapmayı başardı. Kendisine Championship seviyesinde forma veren ilk teknik adam Keith Hill, genç John’un futbolunun yaşının çok ilerisinde olduğunu söylüyor: “Onu korumak için sağ bek başlattım ancak çok geçmeden ortada oynamakla da başa çıkabileceği belli oldu. Millwall maçında, topu sürekli iki kalıplı santraforlarına şişirip duruyorlardı ve ilk yarı buldukları bir golle öne geçmişlerdi. İkinci yarı John’u merkeze çektim. Duraksamadan savunmamıza liderlik etti ve 2-1’lik skorla kazandık. Hepimiz onun bir gün İngiltere milli takımı için oynayabileceğini anlamıştık.” John’un eski hocası, oyuncusunun kişiliği hakkında da çok olumlu görüşler belirtiyor: “Kuşku götürmez yeteneğine rağmen her zaman mütevazı kalabiliyordu. O en tepeye çıkabilecek bir oyuncuydu. Çünkü ayakları yere basan bir kişilik ile futbol zekasına sahipti ve kendini geliştirmeyi istiyordu.”
John ona güvenenleri yanıltmadı. A milli takıma çıkan basamakları birer birer tırmandı. U-21 İngiltere milli takımı için oynarken hocalığını yapan Gareth Southgate onun kişiliğinin neşeli tarafını öne çıkarıyor. John, uluslararası yolculuklar sırasında otel odalarında yaşarken, U-21 milli takımın bina içi kriket maçlarının en hevesli katılımcılarından biriymiş. Öyle ki bir keresinde Tottenhamlı orta saha Andy Carroll ile birlikte, sağlık departmanındaki malzemelerden kriket sopası yapmaya çalışırken yakalanmışlar. John’un bir diğer muzipliği ise soyunma odasındaki büyük çamaşır sepetlerinin içine saklanıp takım arkadaşlarını korkutmakmış. Ancak takımın moraline asıl katkısı taklit yeteneğinden ileri geliyormuş. Taklitleriyle takım arkadaşlarını gülmekten kırıp geçiren genç oyuncunun herkes tarafından sevilen bir mizacı olduğunu tahmin etmek çok da zor değil.
Hocası Gareth Southgate yeteneği için de oldukça olumlu referans veriyor. “O cesur ve topu kontrol edebiliyor. Bana aynı yaşlardaki Rio Ferdinand’ı hatırlatıyor.”
Rio Ferdinand Karşılaştırması ve Transfer Bedeline Dair Tartışmalar
Gareth Southgate bu yorumu 2015 yılında Stones ve Chelsea arasında transfer dedikodulara gündeme geldiğinde yapmıştı. Daha o zamanlar eski İngiltere milli takımı ve Manchester United’ın başarılı stoperi Rio Ferdinand’la kıyaslanan Stones için artık bu durumdan kaçmak neredeyse imkansız. Çünkü Leed United’dan Manchester’ın kırmızılarına 46 milyon Euro gibi, o dönemde bir savunma oyuncusu için ödenmiş en büyük bedel karşılığında transfer olan Ferdinand’ın rekoru, önce David Luiz, sonrasında da John Stones transferleriyle kırıldı.
David Luiz’in Chelsea’den Psg’ye transferi, özellikle de anlaşmanın açıklanmasından sadece günler sonra Brezilya’nın Almanya karşısındaki 7-1’lik hezimeti nedeniyle, İngilizler tarafından başarılı bir satış olarak kabul edildi. Ancak Stones’un transferi, hem Ferdinand gibi bir İngiliz olması, hem de David Luiz’in aksine Premier Lig’de kalmaya devam edecek oluşu ve rekor bir transfer bedeliyle Manchester kentinin yolunu tutması bakımından oldukça fazla benzerlik gösteriyor. Tabiki Stones şehrin mavi tarafına, City kadrosuna katılarak ezeli rekabette Ferdinand’ın karşısında yer aldı. Böylece kariyeri boyunca bu karşılaştırmanın bir tarafı olmasını da garantiye almış olduğunu söyleyebiliriz.
Genç oyuncunun, kendisi için ödenen rekor transfer bedeline değip değmediği ise ayrı bir tartışma konusu olarak futbol gündemini meşgul ediyor. Son yıllarda hızla tırmanan bonservis bedelleri nedeniyle bir savunma oyuncusu için dahi 50 milyon barajının aşıldığını görebiliyoruz. Futbol camiasından birçok isim transfer bedellerinin ulaştığı seviyeleri çılgınlık olarak nitelendiriyor. Ancak içinde yaşadığımız endüstriyel futbol çağının ürünlerinin bu düzeylerde fiyatlandırıldığını artık kabul etmemiz gerekiyor. Sonuçta kimse City’i bu bedeli ödemeye mecbur etmedi. Serbest piyasadaki arz talep dengesiyle oluşan bu fiyat üzerinden transferi gerçekleştirmek Guardiola ve City yönetiminin kendi tercihiydi.
Stones Neden Guardiola için Mükemmel Bir Tercih Olabilir?
Yukarıda sorduğum sorunun cevabını verebilmek için Guardiola’nın savunma anlayışına ve bir savunma oyuncusundan beklentilerinin neler olduğuna göz atmamız gerek. Ki bu ikisi zaten birbiriyle yakından bağlantılı. Bunu yaparken istatistikler dünyasından da bolca yardım alacağım.
Guardiola’nın kariyerindeki kazanma oranının %73.5 olduğunu söyleyerek başlamak yerinde olacak. Elit liglerde bundan daha başarılı bir yüzdeye kimsenin sahip olmadığını da ekleyelim. Bunu başarmak için Guardiola’nın harika bir hücum futbolunun yanı sıra, fazlasıyla başarılı bir savunma anlayışına da sahip olması gerektiğine eminim herkes katılacaktır. Guardiola’ya göre, oyunun iki yönü de birbirine mümkün olan en fazla düzeyde yardımcı olmazsa, her ikisi de aksıyor. Onun için savunma yapmak ve hücum etmek bir bütünlük oluşturuyor.
Tabii yukarıda betimlediğim mükemmel senaryo bir günde hayata geçmiyor. Takımın bu yeni anlayışa adapte olup Guardiola’nın isteklerini yerine getirmesi zaman alıyor. Ancak Guardiola’nın takımları defansif açıdan hep daha iyiye giderek, her zaman başarılı oluyorlar. Barcelona’daki ilk sezonunda takım olarak ligde 35 gol yediler. Sonraki sezon bu sayıyı 24’e çekebildiler ve üçüncü sezonda 21’e indirmeyi başardılar. Guardiola’nın teknik direktörlük kariyerinde kaçırdığı tek şampiyonluk olan 2011-12 sezonunda bu iyiye gidişi sürdüremeyip 29 gol yiyerek sezonu 2. sırada bitirseler de, sistemin sonuç verdiği kanıtlanmış oldu.
Guardiola’nın sisteminin yalnızca Barcelona’da işleyebileceğini öne sürenlerin fena halde yanıldığı çok geçmeden ortaya çıktı. Bayern Munih’i çalıştırmaya başlayarak Almanya’da yeni bir maceraya atılan Guardiola, sistemini geliştirerek tekrar uygulamaya koydu. İlk sezonunda kalesinde 23 gol gören Bayern Munih, sonrasında bu sayıyı sırasıyla 18 ve 17’ye çekti ve bir kez daha Guardiola’nın sisteminin meyveleri şampiyonluklar olarak toplandı.
Guardiola’nın Takımında Savunma Oyuncusu Olmak Ne Demek?
Guardiola’nın bu bakış açısının altında, bir savunma oyuncusunun sorumlulukları da bütünüyle değişiyor. Onun takımında stoper pozisyonunda oynuyorsanız, rakip takımın ataklarını durdurmak kadar kendi takımınızın ataklarını başlatmak da eşit derecede önemli hale gelebiliyor. Elbette hala top kapmak ve kafa topu mücadelelerini kazanmak mühim. Ancak Guardiola’nın takımları çoğu zaman topa sahip olarak, takım halinde yapılan agresif presle mümkün olan en kısa zamanda topu kazanmaya çalışarak ve sahayı iyi parselleyerek stoperlerin savunma yükünüzü oldukça hafifletebiliyorlar.
Bu demek değil ki Guardiola’nın takımında stoper olmak kolay. Aksine daha zor olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Çünkü Guardiola’nın kadrosundaki stoperlerden beklediği, basite indirgendiğinde, harika bir savunmacı gibi top kapmak ve yine başarılı bir orta saha gibi pas yapmak. O, eğer yapabilse 11 orta saha oyuncusuyla sahaya çıkmak istediğini söyleyen bir teknik adam. Çok yönlülük onun futbol anlayışında kilit bir nokta.
Bayern Munih’te Guardiola ile birlikte çalışan Javi Martinez de bu görüşü destekliyor: “Pep’in sisteminde defansif orta saha oynamakla stoper oynamak arasında fazla bir fark yok.” Zaten Guardiola da, bir defansif orta saha oyuncusuyken stopere dönüştürdüğü Mascherano’nun, Barcelona’da yaptığı en yararlı transfer olduğunu ifade etmekten geri kalmıyor. Mascherano ise onun futbol felsefesine dair “Pep sizi her zaman detaylarla şaşırtır. Artık futbol hakkında düşünmenin farklı bir yolunu biliyorum ” diyor.
Futbolun içinde birçok isim hala bölgelerinde uzmanlaşmış oyuncuları kendi yerlerinde oynatmayı tercih etmeyi sürdürse de, Guardiola’nın anlayışının, günümüz futbolu üzerindeki etkilerinin izini rakamlarla sürmek mümkün olabiliyor. Öyle ki, Guardiola’nın Ada’ya ayak basmasından çok önce Premier Lig’de oynanan futbolu etkilediğini söyleyebiliriz.
2009/10 sezonunda İngiltere Premier Lig’de, maç başına 40’dan fazla başarılı kısa pas yapan yalnızca iki oyuncu görebiliyorduk. Bu isimler dönemin Chelsea stoper ikilisini oluşturan John Terry (maç başı ortalama 42.9) ve Ricardo Carvalho (41.3) idi. Ligde geçtiğimiz sezona baktığımızda ise bu listenin 11 kişiye kadar genişlediğini ve sayısal olarak da büyük bir artış oluştuğunu görüyoruz. Sonuç olarak bu dataların bize söylediği, artık top saha içinde çok daha fazla dolaşıyor ve savunma oyuncuları pas trafiğinin içinde çok daha fazla yer alıyor.
Dikkat bakıldığında, listede maç başına 40.3 başarılı kısa pas yapan John Stones’un da yer aldığı gözlerden kaçmıyor. Hatta listedeki en genç isim. Gelecek sezon Stones ve bir diğer City’li stoper Otamendi’nin bu istatistiklerini geliştirmesini beklemek son derece olağan. Özellikle geçtiğimiz yıl Guardiola’nın çalıştırdığı Bayern Munih’in iki stoperi Benatia ve Boateng’in maç başına ortalama 66 başarılı kısa pas yaptığını söylediğimde, bu durum adeta kesinlik kazanıyor.
Geçen ay bir basın konferansında City’de yaratacağı değişimin ipuçlarını veren Guardiola, savunma oyuncularına bakış açısını özetleyen sözler de sarf etti: “Normalde stoperler agresif ve hava toplarında güçlüdürler. Fakat biz iyi bir gelişim göstererek orta sahaya topu basit paslarla taşımalıyız ki onlar da forvetler için iyi paslar yapabilsinler.” Onun anlayışında defans oyuncularının attığı uzun toplardan çok, kısa paslarla topun orta saha oyuncularına aktarılması var. Bu pencereden bakınca, yukarıdaki kısa pas istatistiğinin Guardiola açısından önemi ortaya çıkıyor.
Yanlış anlaşılma olmaması açısından, bu noktada Stones’un transferinin tek nedeninin başarılı kısa pas atabilmesi olduğunu düşünmediğimi söylemem gerekiyor. Ancak kabul etmelisiniz ki nedenlerden biri de bu. Çünkü bu istatistiğin ışığında Stones’un Guardiola’nın oyununa uyumlu bir profil çizdiğini çıkarabiliyoruz.
Biraz daha istatistiklere kulak verdiğimizde Stones’un oyunu hakkında daha kapsamlı bilgiye ulaşabiliyoruz. Geçen sezon ligde 33 maçta yer alan futbolcu, %89 pas isabet oranı yakaladı. Pas tercihini %73.7 oranında ileriye oynamaktan yana kullanıyor oluşu dikkat çekiyor. Kafa topu mücadelelerini %64 oranında kazanıyor ve topu kapmaya çalıştığında %54 oranında başarıyla takımına kazandırabiliyor. Geçen sezon toplam 56 kez pas arası yaptığını, 138 kez topu uzaklaştırarak tehlikeyi savuşturduğunu ve 35 kez rakibin şutunu blokladığını da belirteyim. Tüm bunları yaparken, geçen sezon sadece 3 kez sarı kartla cezalandırıldığını ve Premier Lig’de forma giydiği hiçbir maçta kırmızı kart görmediğini de dipnot olarak eklemiş olayım.
Tabii John’un eleştirildiği konular da var. Bunların başında savunmadaki müdahalelerinin “yumuşak” olması ve alıştığımız tipte agresif bir savunmacı olmayışı geliyor. Onun için ödenen bonservis bedelini eleştirenlerin öne sürdüğü argümanlardan biri de, bu paraya karşılık gelecek tecrübesi ya da başarısının olmaması. Stones, Premier Lig’de 100 maç barajını aşmadı (77 maç) ve Şampiyonlar Ligi’nde bir tek maça bile çıkmadı. İlk kez 2014 yılında çağrıldığı milli takımda yalnızca 10 kez forma giyebildi. Milli takımın ilk 11’inde düzenli oynayan bir oyuncu değil. Hatta Euro 2016’da bir dakika bile oynamayarak ülkesine döndü. Ancak top ayağındayken çoğu savunma oyuncusunda rastlamadığımız bir zarafete sahip. Bir stoper için topla arası oldukça iyi ve baskı altında da soğukkanlılığını koruyabildiğini, onu izleyenler defalarca kez görmüşlerdir.
Son Söz
Yukarıdaki istatistiklerin hiç biri gözünüzde 55 milyon Euro etmeyebilir ve bu konuda yalnız da değilsiniz. Ama tüm artı ve eksiler bir araya geldiğinde, Guardiola ve Manchester City için Stones, bu paranın karşılığını verebilecek bir oyuncu. Daha doğrusu gösterdiği potansiyele bakarak öyle bir oyuncuya dönüşmesi bekleniyor. Stones’un potansiyeli 55 milyon ediyor. Pique’nin dünyanın en iyi stoperlerinden biri olmasına yardımcı olan Guardiola’nın, Stones’a yaptığı yatırıma bakarak üzerinde fazlasıyla mesai harcayacağını söyleyebiliriz.
Bir oyuncu, özellikle de bir stoper için böylesine yüksek bir bonservis ödendiğinde beklentinin artması ve gözlerin o oyuncunun üzerinde olması kaçınılmaz. Bu baskıyla mücadele edip, Guardiola’nın gözetimi altında, onun sisteminde kendini kanıtlamak John’a kalmış durumda. Bizler izliyor ve onu, başta Rio Ferdinand olmak üzere, birçok geçmiş ve güncel mevkidaşıyla karşılaştırıyor olacağız.
*Bonservis bedellerine dair bilgiler transfermarkt sitesinden alınmıştır.
Kaynaklar:
Dailymail | Skysports | Skysports (2) | BBC | Transfermarkt | Squawka